Zihniyet harbi Bugünkü insan harbinden evvel Çın ile japonya arâ- asus kadın, suallerine ille cevap almak için uğraşıyordu Şalberger, hiç cevab vermeden yele. ğini ve ceketini giymişti. Genç kadm karyoladan inmek istermiş gibi, yor. ganı bir kenara çekip karyoladan a. ağı indi, Fakat ayaklarını yere ba - sınca vazgeçti, yatağa oturdu, ellerini uzatıp erkeği çağırdı: — Gel sevgilim, gelsene! Yatağa sırt üstü uzanmıştı. Bir di- gini kıvırmış, göğsü açık, hemen he- men çıplak bir vaziyette, Şalberger, yavaş yavaş ona yaklaş- ta. Yatağın bir kenarma oturup met. resini oyalamağa ve teskine çalıştı. — Uslu dur bakayım yaramaz kız, diyordu. Örtün bakayım. Her şeyin sirasi var, Yorganı, genç kadının boynuna ka. dar çekti, koltuk altiarından sıkıştır. dı. Franziska gıdıklanmış, sinirli si- Birli gülüyordu. Benua, kadmı böyle sarmalanmış bir halde kucağıma aldı, bebek gibi okşadı ve alay etti: — Bu sevimli ve güzel mumya ki- me ait? Şalbergere değil mi? Uslu uslu kocasının geri gelmesini kim bek- iyecek? Sevgilisi Franziska... suallerine ille cevab almak için uğraşıyordu * — Niçin gidiyorsun? Nereye? Ne zaman döneceksin? — Çok meraklısı ama sen... Aske- Fİ bir fabrika müdürünün metresi 4 gin çok mütecessis olmak büyük bir kusurdur, Vazifem var, — Bu saatte mi — Vazife için saat olur mu? Alla, hasmarladık cicim! Ayağa kalkmıştı. — Demek beni böyle birakmakta ararediyor, noreye gittiğini bile söy. lemek istemiyorsun ha? Ben burada yalnızlıktan ve korkudan ölürüm! — Merak etme ölmezsin. Yalnız ben buraya döndüğüm zaman seni bula. mazsam, kederden ölebilirim, İşte bu- na mâni olmak için bir tedbir düşün düm: çıkarken kapıyı kilitleyip anah- tarmı yanıma alacağım. Hem bu sa. yede korkmadan uyuyabilirsin, içeri, ye yabancı kimse giremez. Bir öpücükten sonra Franziskanin kollarından sıyrıldı, Çabuk geleceği. ni söyliyerek kapıyı kilitledi ve çıkıp gitti. Koridorda durdu, çakısıyla tele- fon telini keserek Franziskanın hariç. Je görüşmesini önledikten sonra pav yondan dışarı çıktı, İkinci avlunun ka» Pısmda bir nöbetçi bekliyordu. Şal , bergeri tamdı, fakat emir emirdir, mutad suali sordu: © — Kimdir o? — İdare müdiri Şalberger, gece AZ —25 devriyesi için... — Parola? — Bis in den Tok treu (9). Bu cümle, general İzenştayam, Ber. line gitmezden önce o gece için seç. tiği paroladır. Nöbetçi derhal selim vaziyeti aldı. — Ne var ne yok? — Matmazel İzenştayn ile mühendis M. Güde tayyare meydanma gittiler, — Saat kaçta? — Yirmi üçü çeyrek geçe... — Kapıyı aç. Nöbetçi derhal itaat ederek kilide anahtarı sokup kapıyı açtı. Benua geçti, Kol saatine bakarak mırıldan - dı: — Saat yirmi Üç... 'Tam zamanında gitmişler, bravo! ... O sabah, sahte Şalberger, mühendi- sin penceresi önünden geçerken onun piyanoda “Şen dul,, operetinin vslsini çaldığını duymuştu; mukarrer parola. İdare müdürü musikiye hiç ehemm!- yet vermeden yürüdü, fakat avlunun nihayetine geldiği zaman unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi geriye döne- rek mühendisin bulunduğu binaya girdi, merdivenleri çıktı. Mühendis o. dasının kapısında beklemekteydi, hiç bir şey söylemeden bir kâğıt uzatıp i. çeriye çekildi. Benua, kâğıtta neler yazılı olduğu. nu pek merak etmekle beraber, onu ancak yarım saat sonra, sabah devri- yesini müteakip evine döndüğü zaman okuyabildi. Odasma girip kapıyı ka- gözetlenmesi ihtimalini düsünerek sir tanı kapıya dayadı Yerokudu; “Bu gecö yirmi üğ buçukla geceya- risı arasında dört numarak hangarda buluşalım.,, Düşünceye daldı, mektup oldukça mübhem olmakla berâber ne demek İs tediği anlaşılıyordu. Bir kibritle pus. layı tutuşturdu. . * * Bir gün evvel, Jertrüd, akşam ye. meğini müteakip Gudeye, babasınn ertesi sabah Eerline gideceğini haber vermişti. — Harbiye nezaretinde mühim bir içtima var, Gece de gelemiyecek. Manalı manalı bakarak ilâve etmiş- ti; — O yokken buranm yegâne hâki- mi ben olacağım, Anladm mı sevgi- lim. — Evet sevgilim. Diye mühendis cevab verdi. Seninle yalnızca, rahat ve kimse tarafından dinlenmediğine emin olarak konuşmak saadetine eri- goceğim. — Dikkat, babam duyacak! General, salonun öbür ucunda kol. tuğa gömülmüş, pipo İçerek hazım zamanımı geçiriyor, iki gencin piyano çalışmı dinliyordu. — Aman bu parça çök güzel, bir daha çalın. Mühendisle Jertrüd, yan yana otur. muş, dört elle piyano çalariarken ft. gıltı halinde bir sesle konuşmalarma devam ettiler: — İyi ama, ne zaman görüşeceğiz? Gündüzün imkânı yok, işlerimiz bagi- mızdan aşkın... Mühendis cevab verdi: — O halde gece... — Fakat nerede? Ölüm şua lâbo- ratuvarını ister misin? — Olmaz. Nöbetçiler var, gece gün- düz daima iki nöbetçi beklediğini w- nuttun mu? — Hakkm var, Ne yapalım? — Odanda buluşsak? — Çılgınlık olur, hizmetçiler var. — Benim oda? — Olmaz; sebebini bilemezsin. — Nedir sebebi? Genç kız cevab vermeye vakit bula. madı, piyanoda çaldıkları parça bit - mişti. Taburesini döndürerek baba » sma sordu: — Şimdi ne çalalım baba? General Şubert'in bir parçasını is- mini verdi. Ayağa kalktılar, istenilen parçanm notasmı aramaya koyuldular. Bir yan. dan gizli konuşmalarına edi. “yorlaran; © © “e — Niçin benim odam olmaz? * Mühendis bu suali sorarken, herhal, de odamda mikrofon olduğunu söyle meye sıkılıyor, demekteydi, — Israr etme #evgilim, orasi olmaz. Delikanlı canı sıkılmış bir tavırla yüzünü buruşturdu. — Rica ederim cicim, ben istemi. yor muyum sanıyorsun? Ne yapayım, senin odanda bülüşmamızın mahzuru var. Başka bir çare bul, Seni seviyo- rum. Gude yüksek sesle: — İste, dedi, buldum. Bulduğu notayı generale gösteri - yordu. İzenştayn yudum yudum içtiği konyağm kadehini masaya bırakır . ken; — Mükemmel, dedi, haydi şimdi pi. yanoyn! Tekrar piyanoya geçip çalmaya başladılar. Gude, bacağında Jertridün dizinin tazyikmı duyuyordu. Dönüp sında bir vardı Meşhur bir İngiliz muharriri yan, yor: Çin - Japon harbinin sebeblerinden en mllhimmi hiç şüphesiz ki, iki mille- tin biribirlerini görüş farkıdır. Çinli. ler, medeniyetin en eskileri olmak iti- bariyle Japonları sonradan türeme © larak telâkki ederler ve onları medeni, yet Aleminde kendi kadir bilmez tale, beleri sayarlar. Şurası inkâr edilemez ki Japonya hakikaten medeniyet sa- hasımda Çinden ışık alarak ortaya çıkmıştır. Çin telâkkilerine göre Ja - ponya bugünk askeri varlığından gayri nesi varsa, onları hep Çine med- yundur, Japonyannı, Çinden ve Avru padan öğrendiklerin kendi geraitine uyacak bir şekilde tadil etmiş olduğu. nu takdir edecek Çinli hemen hemen yok gibidir. Japonlar ise Çini büsbütün başka bir gözle görüyorlar. Onlar, Çinin kül, tür işinde bir vakitler diğer milletlere liderlik etmiş olduğunu itiraf etmek- Je ebraber bu bakımdan bugünkü Çi- nin bir hiç olduğumu, dejenere bir mil- letten başka bir gey olmadığını ileri sürüyorlar, Japonyaya nazaran bugün kü Çin mekteplerinde Japon düşman, lığından başka bir şey öğretilmiyor; Çin, Japon aleyhtarlığını o derece İ. leri götürüyor ki mektepler bilgisiz, disiplinsiz, bedbin ve garazkâr bir n8- sil yetiştiriyorlar, Çinliler, bu Japon görüşüne muka- bil Japonlarm mekteplerinde kukla gibi makineleşmiş askerler yetiştir - dikleri kanaatindedirler. Onlar, aşağı smıfın, okutulduğu takdirde bu gün. ki gibi kölelik etmiyeceğinden korkan ve kültürünü bu mülâhaza ile tanzim &tmiş olan bir imparatorluğun ergeç inkiraz bulacağma inanıyorlar ve Ja. ponların bu korkusunu iğrenç ve gü- Türe buluyorlar, Çin ile Japon unsurunun biribirin - den ayrldığı ewmükhim nokta, birinin ferd itibariyle nekadar hür ruhlu İse, diğerinin o kadardisipline bağlı oluşu- dür. Japonlar Çindeki inkılâplarla dai. mâ alay ederler. Japonlarm en fazla bakınca genç kız endişeli bir sesle, ya- vaşça sordu! — Darıldın mı? Beni üzme sevgi- Tim, — Hayır darılmadım, inkisarı ha- yale uğradım ve sinirlerime hâkim o. lamadım; beni affet, — Bütün kalbimle affediyorum. Se- nin için çıldırıyorum çünkü! — Aklıma bir çare geldi; fena değil sanırım. — Nedir, söyle? — Yarın gece saat yirmi Üç buçuk. ta tayyare meydanında buluşalım; be. hanemiz de nöbetçi servisini kontrol olur. (Devamı var) zihniyet harbi iftihar duydukları şey disipline fevka. lâde riayetkâr bir millet oluşlarıdır. Çin bu fazla hürriyet severliğinin ve fertçiliğinin zararmı görmemiş değil- dir, Bu yüzden bir birlik meydana ge- Jememiş, memleket zayıf düşmüştür. Çin, bu zaafmı örtmek için Japonyaya kargı Avrupaya ve Amerikaya kapıia- rmi açmış ve bililtizam Amerikalıla. ra, İngilizlere ve Ruslara bir sürü im. tiyazlar vermiştir. Çinliler, Japon milliyetperverliğini govenistlik olarak tefsir ediyorlar; Japonların imparatorlarına karşı olan körcesine itaat ve sevgilerinin müte- caviz generaller tarafmdan istismar edildiğini söylüyorlar. Her iki millet de biribirlerinin iyi ve fena cihetlerini bitarafane göremi- yorlar, Çinde tanılan yegâne Japon « lar, istilâcı generallerdir. Çin, Japon. yada da her yerde olduğu gibi işa. damları, muharrirler, filozoflar, ar « tistler ve kâgifler olduğuna inanmak bile istemiyor. Iktısaden Japonya Çine istihfaf gö- züyle bakıyor. Sınal ve ticari muvaf- fakıyetlerinin verdiği sermesti ile mallarmı zorla dünya piyasalarma süren Japonya, Çini kendine bir ipti. dai mevad anbarı ve serbest piyasa 0. larak telâkki ediyor. c Japonyaya göre Çinin iktisadi ve ticari sahalarda yükselmesi için Çin- liler tarafmdan ufak bir teşebbüste bile bulunulmamaktadır; Çin kısa gö- rüşlü, beceriksiz politikacıların elle « rindedir. İktısadiyatı itiberiyle tam olan Japonyadan başka Çine kim lâ. yıkıyla yardım edebilir? Çin için vergi yegâne varidat vasi. tasıdır. Halbuki vergi kayıtlarını Ja- “ponya kendi © ticaretini durdurmak * maksadiyle küstahçasına ortaya kdil- muş bir mania olarak telâkki ediyor. Japonyanın istediği, malları için ver- gi muafiyetidir. Sonra Japonya Çinin komünistle . geceğinden de çok korkuyor. Karşr . sında Rusya tarafmdan benimsenecek bir komünist Çin görmek İstemiyor, Halbuki Çinlilerin ekseriyeti komti « nistliğe muhalif. Japonya bunun far. kmda değil, Çinliyi komünizme yakin» laştıran komünizm mefküresi değil, komünistliğin Japon emperyalizmine olan düşmanlığı, Velhasıl gerek iktısadi, ticari aske, Tİ sahada, gerek kültür, milli duygu ve medeniyet sahalarmda Japonyanm beyaz dediğine Çinliler siyah diyor . lar, Bu zihniyet farkı, her iki tara- fm gözünü kan bürümesine kadar de- vam ediyor ve netice olarak da bugün- kü Çin . Japon harbi doğmuş bulunu. yor. Şimdi dinle, yavrucuğum: hayatımın kitabında sayrfası altın hilâl ile gösterilmeğe lâyık bir günün sabahmda annemin ne- dimelerinden biriyle büyük annemden kalma son uşak olan Fi. Jip, Paris'den geldiler; beni götürmek üzere gönderilmişler. Ha. lam beni odasına çağırtıp da bu haberi bildirinee o kadar se vindim ki dilim tutuldu, yüzüne alık alık bakmışım. Halam, ha. ni 6 gırtlaktan çıkan sesiyle: “Kızım, dedi, görüyorum ki ben- den ayrıldığma hiç esef etmiyorsun; fakat bu .Son vedarmız de- gildir, yine görlişeceğimizden eminim: senin #lnmda, Allah'm sevdiği kullarına nasib ettiği nuru görüyorum. Sende insanı cennete de, cehenneme de götürebilecek gurur var ama ruhun- daki asalet düşmene mâni olacaktır! ben seni, senden daha iyi bilirim: sendeki ihtiras, herhangi bir kadındaki ihtirasa benze. yemez!,, Bunu söyledikten sonra beni göğsüne doğru çekip al. urmdan öptü; onu kemiren, gözlerinin o mavi tatlılığını karar- tan, göz kapaklarını yumuşatıp altın sarısı elmacıklarımı Kr. rıştıran, o güzel yüzünü sarartan ateş de sanki bu buse (ls al. nıma İşlenmişti. Tüylerim diken diken oldu, Cevab vermeden ellerini öptüm. “Halacığım, dedim, sizin perestişe lâyık iyilik. leriniz bile bana bu manastırda vileud İçin şifa, gönül için de- va bulduramadı; demek ki buraya tekrar dönmem için çok göz yaşı dökmem lâzım; siz de bunu temenni edemezsiniz. Beni bu. raya ancak XIV üncü Luinin hıyaneti döndürebilir; fakat öyle biri elime geçerse bizi biribirimizden ancak ölüm ayırır! Ben Montespan'lardan (1) korkmam... Halam gülümseyerek: “Hadi, deli iz! dedi; bu boş fikirleri burada birakayım deme, onlari da al götür; fakat bil ki sen bir Da Valiver'den zivade bir Mon. tespan'sm.,, Boynuna sarıldım. Zavallı kadın beni arabaya ka- dar götürmekten kendini alamadı; gözlerini bir bana, bir de arabanm Üzerinde ailemizin armasma dikiyordu OINEN NA EY EN HABERIN EDEBI ROMANI —2 sirile olacak, ruhum hâlâ bir uyuşukluk içindeydi. İçim titri- yerek atıldığım bu dünyada acaba ne bulacağım?... Herhalde ilk gün beni karşılıyacak bir kimse bile bulamadım, gönlümün hazırlıkları boşunaymış: annem Bulonya ormanma gezmeğe gitmiş, babam meclisten heniz dönmemişti; kardeşim dük dö Retore ise ancak akşam yemeğine yakm, 6 da giyinmek İçin, eve bir uğramış. Madmazel Griffit (2) ile Filip beni daireme götürdüler, Bu dairede eskiden büyük annem prenses dö Voremon otu: rurdu. Sevgili nineciğim! bana oldukça bir pare bırakmış ama bana © paranın sözlinü bile eden olmadı. Hatıralarımda adetâ kudsi bir makam halini almış olan o yere girdiğim zaman duy. duğum hüzne sen de iştirak edersin, Her şey onun bıraktığı gi. bi duruyordu! ben, onun öldüğü karyolada yatacaktım. ÖOnün şezlongunun bir ucuna oturup,yalnız olmadığımın farkma Var- maksızın ağladım, onu daha iyi dinliyebilmek için o şezlongun önüne diz çöktüğüm günleri düşündüm. Oradan onun koyu sarı tenteneler içinde, ihtizar ıstırapları ile olduğu kadar, yağın te- siriyle de zayıflamış yüsünü görmüştüm. Odada hâlâ onun za. ENVER SE el Armand Luiz Mari de Şoliyö bir köylü kızı gibi, ninesi- nin karyolasmda yatmağa mecbur oluyor, hem de hemen be. men onun öldüğü gün?,, diyordum. Prenses 1817 de ölmüş tül ama bana daha dün öldü gibi geliyordu. Bu odada bulurms- ması lâzimgelen bazı çeyler gördüm; bunlar, devlet işleri ile uğraşanların, kendi evlerinin işleri hususunda nekadar tasasız olduklarını ve büyük annemi, on sekizinci asrm en büyük ka. dmlarından biri sayılacak olan o asil kadını, ölür ölmez kim senin düşünmediğini ispat ediyordu. Filip, döktüğüm gözyaşla. rmın sebebini anlar gibi oldu. Prensesin vasiyetnamesinde bu eşyaları bana bırakmış olduğunu söyledi, Zaten babam kona. ğın büyük dairelerini, İhtilâl'den sonra bulduğu halde bırak- mıştı. Ayağa kalktım, Filip, küçük salonun kapısını açtı, kabul Ââsiresine girdik: oranm da eski harab hali değişmemişti: kapı Üstlerine vaktiyle asılan kıymetli tablolarm yerleri boş duru- yordu, mermerler kırılmış, aynalar kaldırılmıştı. Eskiden bu 1ssız, geniş, yüksek salonlardan geçmeğe korktuğum için prensesin yanında küçük merdivenden giderdim, büyük mer- divenin kemeri altmdan geçen o küçük merdiven, prensesin tuvalet odasmm gizli kapısma götürür. Bir sölon, bir yatak odası ve bir de, sana evvelce bahsetti- Zim sarılı allı güzel bir tuvalet odasından !beret olan bu daire, konağın Envalid tarafındaki paviyonundadır, Konakla cadde arasmda, sarmaşıklarla örtülmüş bir duvar, bir de yukarı dal, ları caddenin kenarındaki ağaçlarınkine karışmış kara ağaçlar. Ja süslü bir yol vardır. Envalid'in yalârlı, mavili kubbesi, gri i (Devamı Bor) (4) XIV üncü Lui'nin başka bir gözdesi, (2) Aslında Griffith adı ve “cımak, hayvan tırnağı” mana. sına gelen fransızca griffe kelimesi de, türkçeye tercüme edile.