Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
14 —73— Beyoğlu - Sen Ben $: Gönderdiğiniz mektubu bu arada yazı- nızı tetkik ettim. Evvelâ şunu ehemmiyet- le söylemek islerim ki: Ya esasen dikkati- niz kuvvetli değildir veyahut bana yaz- dığınız sıralarda çok dalgın ve düşünceli bir halde idiniz. Eğer — dikkat zaafınız mevcutsa işlerinizde muvaffak olmak için bundan kurlulmanız icap — eder. Şahsi ve başkaları hakkındaki düşünce ve hisleri iyli ve sizin gibi bir zatın dikkat eksikliği kusuürunu gidermesi çok muvafık olür. Gönderdiğiniz meklup — sahibinin ka- rakterine ve hususiyetlerine gelince: ze- ki, esasında mütehakkim tabiatli, — genç (veya en fazla orta — yaşa yakın). Bir işi kolaylıkla kavramasını bilir ve kavradığı işi de pekâlâ idare edebilir. Biraz hodbin ve kendi menfaatine daha çok bağlı görün- mektedir. Görüşlerine kendisine — itimadı fazladı. Hodbinliği, belli başlı kusurları arasındadır. Hisst — meselelere de lâkayt değildir. Fakat bu nevi münasebetlerini istediği vakit kesebilecek bir yaradılıştâ- dır. Bu izahatla sizi tatmin edebilmiş oldu- 1 Ş L ür' a r | HABER — Akşam postası * — istediği- Bğuma kalim. Başkaca öğrenmek niz varsa ayrıca sorabilirsiİniz. —37i— İzmir L. M.: Genç ve narin yapılı denebilecek bir tip tesiniz. Hassas bir ruhunuz var. Ruhi bağ hlığınız çok kuvvetlidir. Başkalarının bil- mesini istemediğiniz şeyleri — saklamasını bilir ve bu gibi hallerde ihtiyata riayet e- dersiniz. Ruhen atılgan olmağa istidadınız var: Fakat ihtiyaltlı olmanız, âdeta bir fren vazifesini görmekltedir. — Düşündüğünüz şeyle bilhassa alâkadar zatın yazısını gön- derirseniz size istediğiniz malümatı ve tuü- tulacak hattı hareketi gösterebilirim. Şim- dilik aceleye lüzüum yok! sebebi malüm. ONÜ pggylıİNNN gggiT gyyr9MMAagagıaİMÜR ı gypayAİA y gc yyyyigülA NM oyggolaİFNM y gça MMyyyıpoASİRA oyggök AA gyiM N y yoyg UN ayıayoyıM AM aya oluyor bu kıza!.. Ve dirseklerinin üstünde doğrularak karısma baktı: — Dilinin altında bir şey olmasın? İyi ce yolkasaydın kızı! Artık küçük değil, on yedisine girdi... Kadın elle:iylğ yü*zünü kapayarak bir çığlık attı: — Ön yedisine mi? Vay bizim on ye- di yaşında kızımız mı var şimdi? Ah benim bir tanem aslanlar gibi olmuş ta benim haberim yok... Hemen yataktan fırladı, beyaz geceliğini uçurarak kızı- nın odasına koştu. Yorganı yere düş- müş, çırılçıplak yatan Neclânın göğsü- xm> Kapandı, öptü, öptü. . Ertesi gün mektepten dönünce Nec- Z, yatağının üstünde büyük bir şapka kutusu, irili ufaklı paketler buldu. A- cele ile sicimleri koparmak istedi. Eile- ri kanadı. Ve © akşam sofraya, çoraplarla indi, * 4 &* Neclâyı nişanladılar. Neclâ yatak o- dasında bir yaz akşamı, pencereler açık bir erkekle beraber yattı. O günden sonra her gece, amma her gece o er- kekle beraber yattılar. Kocası Neclâyı çok seviyordu. Güzel bir adamdı. İri iri elleri, kıllı bilekleri, simsiyah saçları vardı. Ut çalıyordu. Eve geldiğinin haftasında Neclâya bir kadeh rakı içirdi. Neclâ, ipek yerlerde duramıyordu. Neclânın koca- sı her sabah erkenden işine gidiyor, ak- şam geç vakit dönüyordu. Neclâ onu, öğle yemeğinden az sonra, beklemeğe başlıyordu. Saat beşe doğru yatak oda- sında rakı sofrasını hazırlıyordu. Turp salatasını öyle seviyördu ki? Akşam eve dönüp odaya girince ve masanın orta- sında çeşitli çeşitli mezelerin arasında, beyaz tabakta kar gibi salatyı görünce, Neclâyı kucağına alıyor, tavanidaki avi- zeye doğru kaldırıyor, bağrryordu: — Karıcığım! Benim bir tanecik karı cıml. « Neclânın kocası bir akşam bir ziyafet verdi. Sekiz on tane arkadaşımnı evin ar- ka tarafındaki büyük salona aldılar. Nec lâ ile.annesi o gün sabah karanlığından itibaren köleler gibi çalışmışlar, fev- kalâde bir sofra hazırlamışlardı. Gece yarısından sonra Neclânın ba- basiyle annesi müsaade istediler, çekil- diler. Herkes eğleniyor, şarkı söylüyor, gülüyordu. Neclâ o kadar sarhoş olmuş tu ki sandalyesinde dik oturamıyordu. Bütün misafirlerle ayrı ayrı, saatlerce dansetmişti. Gramofon durmadan bağ- rıyordu. Kocası ikide bir Neclâyı kucağına alryor, burada daha yüksekte olan aba- jora doğru kaldırıyor, karısının tül e- tekleri yüünde uçuyordu. O vakit bü- tün arkadaşları: — Yaşa! Varol!.. Diye bığınyorlardı Neclânın kocası çok içmişti. Hattâ bir defasında karısını kollarından ka- çırdı, fakat yere düşmeden tekrar tut- tu, tekrar kaldırdı. Neclânın etekleri sıyrılmıştı. Çırpınıyor, kocasının saç- larını yölüyor, abajorun altnda pırıl pı- rıl parlayan ipek diz kapaklarını örtmiye çalışryorı etrafına toplanan misafirlerin parlayan gözlerine korku ile bakıyor : — Bırak! Bırak artık! Diye yalvarıyordu. Kocası birdenbire kollarını kaldırdı. Neclânım elbisesi beline kadar açıldı Ba- şr arkaay düştü. Altındaki erkek bağı- rıyordu; — Bakın! Bakın! Bunun bir mermer | heykelden farkı var mı? Şimdi benim | saadetimi anlryor musunüz? İnanmıyor- dunuz! Şimdi anladınız mı?. Neclâ başının döşemeye çarptığını duydu. Gözlerinin önünden siyah bir dalga kaydı. Kendini kaybetti. * & & Neclâ, şimdi, aydınlık ve şarkılarla dolu bir sokakta oturuyor. Arasıra o geceyi hatırlatan çehreler geliyorlar, o- na rakı ikram ediyorlar. Sonra onun beyaz çarşaflı yatağında yatıyorlar. Yalnız kaldığı akşamlar lâmbasını söndürüyor. Burnunu soğuk cama da- yayarak, karşıdaki karanlık sokağı, ©o sokaktan gökyüzüne doğru uzanan si- yah gölgeleri, o sokağın kenarında uyu- yan bir tahta evi, bir küçük pencereyi, seyrediyor., a Ç di -vür el SUU n ÇAKISASI BU EVET /CADİMI AU)N DUN YAYA İC'İDINIZİ HARP * İÇİN DEĞİL SULHZ q_.' VOI.UNDA KULLAN. #MAK #PÇİN 15Ti- ' YORUM . - « (l 31 İKİNCİKÂNUN —- 1938 w%AN ©mü FAKAT BEN SiLiN BU ÇOK ! | S BDOKTOR r.qm ŞU.| D AzıŞTMEK i$-| RİM Kİ HÜKUME rıM wgıprıu NER HEML—_W İCADIMI ; UN'A JNANA; MİYORUM . DELİKAN ĞEL,BE- AYFAN OTOMO- BilLE BiR- BAŞLADIN DEUKA TBAK GARAİ NASIL KAL- — £TYOR e ll_-, Lf' -— ei z Ze ÂAnnesi sevincinden çıldırıyor, bir ——— M — 270 KAHRAMAN RKRITIZ ÇA mütemadiyen dolaşan iriyarı bir deli- kaniryı gördü. Kont dö Molüs'ü tanı- mamış olan Annais, Montaryolu derhal tanıdı. Hangi gizli bir tesir altında kalmıştı? Bunu söylemek imkânsızdır. Muhak - kak olan bir şey varsa, o da, Annais'in asla tereddüt etmeden, bu adamı çağır- masını, hizmetçi kadına söylemiş olma- sıytdı. Bir kaç dakika sonrar eskrim kalfası onurn önündeydi. Annais tatlı sesiyle sordu: — Müösyö beni tanıyor musunuz? Montaryöl de sert bir tavırla cevap verdi: — — Pek iyi tanıyorum! Sayenizde üs- tad mütemadiyen zayıflıyor. İçini ke- miriyor. Madam, size diyorum ki içini yiyor .Dün bir az hava alsın diye onu Kontun evine güçbelâ götürdüm. Yol- da, düşmemesi için onun koluna girmek mecburiyetinde kaldım. Bu ağlanacak bir haldir, madam! Bir aslan bu hale gelir mi?. Annais, bu adamım temiz yürekliliği- ne hayran kaldı. Fakat ona Liyona gön- derilecek bir adam lâzımdı. Göğsünü kabartan, iç çekişini güçlükle boğldu ve devam etti: — Mademki beni tanıyorsunuz, ma- demki Mösyö Trankavel size benim evi- min kapısını bekletiyor. . Montaryol kekeledi: — TD:n mi? Yemin ederim ki.. , Annais, tatlı bir tebessümle gülüm- siyerek sözünü kesti: — Yemin etmeyin! Sırf ben. koru- mak için sokakta bekliyorsunuz.. Bina- enaleyh sizi endişeye düşüren emniye- timi temin edecek bir hizmette bulun - mayı kabul etmelisiniz. Motaryol hayrette kaldı. Mutad ye- minlerinden bir kaçını mırıldandı Sonra sordu ; — aa Gi — g— — ue F A A L —.. — Ahırlarımda üç at var.. Bunlardan birini alrp Liyona gideteksiniz. Orada kardinali bulacak ve kendisine bu yü- züğü vereceksiniz. Montaryöl bir sevkitabilyle yüzüğü aldı. Hayretinden dona kalmıştı. Annais asabi bir heyecanla sorldu: — Canım! Kabul ediyor musunuz? — Demek Liyon'a gitmem lâzım!., — Hem de derhal, Mösyö Trankavele haber vermeden. . Eskrim kalfası yerinde âdeta sıçra- yarak: İ — Kimbilir gene neler kuruyor? Diye mırıldandı ve derhal yüksek sesle ilâve etti — Madam, buna imkân yok.. — Pekâlâ! Artık bundan bahsetmi- yelim ,Güle güle, mösyö.. Montaryol şaşkın bir halde orada du- ruyordu. Fakat bildiği bütün yeminleri sıraladığı halde, kararını bir türlü vere- miyordu. Sırf Annais'e hizmet etmek için oraya gönderildiği halde, genç kı- zın bu teklifini reddetse, kimb:lir Tran- kavel ne kadar kızacaktı! Fakat kabul etse bu seyahatin neticesi ne olacaktı? Mahcup bir tavırla: — Madam, dedi, gitmek isterim, fa- kat.. — Fakat, Mösyö Trankavele haber vermek istiyorsunuz, değil mi? Hayır, bunu yapmayın. . — Madam, şu halde, bu seyahatim - le size cidden büyük bir hizmette bulun muş olacağıma yemin edin!. . — Size bunu, bütün kalbimle temin ediyorum.. — Eh! Pekâlâ!. Esasen, üstadın e- mirlerine itaat etmekten başka bir şey yapmış olmiyorum: Derhal hareket e- diyorum ! Filhakika, Montaryol, hiddet için- de homurdanarak hareket etti. Seyaha- tinin yedince günü Liyon'a varldı ve derhal başpiskoöposun makamının yolus nu sordu.. İlhan TARUS KAHRAMAN KİZ 271 slı-:—i -J A *i Lüi dö Rişliyö, Paristen gelen bu yolcuyu derhal kabul etti. Motaryöl ona yüzüğü verdi ve kardinalin kendisine sorduğu sualler üzerinek sadece Ânnais le arasında geçen sahneyi anlattı. He- men ayni gün, başbakanın ağabeyisi ile Trankavelin kalfası tekrar Paris yolunu tuttular, Yolda, bittabi könüştular. Lül Gö Rişliyö, eskrim kalfasımın bu sert, fa- kat cidden mert ahlâkımı derhal anla- Ör ve takdir etti. Fakat onun bilhassa öğrendiği şey, Trankavelin aşkiyle, a- kıllara dürgunluk veren kahramanlıkla- rıydı. Lüi dö Rişliyö, Montaryölü dinlerken ve ona Sent — Âvuay sokağındaki, Es- yoldaki, Kurto sokağındaki ve Flörideki kahramanlık menkıbelerini tekrar et- tirirken, hayretler içinde kalıyor ve Montoryolun bunları anlatırken göster diği heyecana hayran kalıyordu. Böylece Liyon kardinalı ve başpis- koposu, altı günlük bir seyahatten sonra Parise geldiği zaman, Trankaveli mü- kemmelen tanıyordu. Lüi dö Rişliyöyla Montaryolu, Paris- te, bir inkisarı hayal bekliyordu. Birin- cisi, Annaisi evinde bulamadı; ikincicisi de, Trankavelle Kont dö Molüsü göre- medi. Fakat onların yerine Verdürü buldu. . Verdür bir masanın önünde koltuğu- na uzanmış, yeni alıştiğı upuzun bir çubuk içiyordu. Masanın üzerinde iki şişe duruyordu. Bu şişelerden birisi bir hayli boşalmıştı, ikincisi ise henüz a- çılmamıştı. Montaryol, Verdürün bur- nunun her zaman kırmızı iken bu defa, al renkte olduğunu gördü. Fakat böyle şeylerle kaybedecek vakti yoktu. Amira- ne ve sert bir tavırla sordu: — Üstad nerede? Verdür dişleri arasından mırıldandı: — Gitti! — Ya Kont?. Verdür gene kısaca tekrar etti — Gittil , Montaryol küfür ve yeminlerle berâ* ber bağırdı: — Gitti! Gâtti! Doğru dürüst konüşâ” cak misin, ayyaş herif? Gittiler! Nere” ye gittiler?. Ne zaman gittiler? . Verdür sayıklar gibi cevap verdi: — — Bilmem!. « Kalfa, endişe içinde ürpererek 59” du ha A , — Ne diye gittiler?. —- — İkisi de deli, tam mânasiyle delfrl Montaryol, hele şu şarapların tâa bakın, .Bunlâr son iki şişe, .Başka bü:_ . lamazsınız.. — Fakat'sen niçin burada kaldtnh — Şarapları bitirmek, için.. Montaryol, bu cevaptan hayf içinde kaldı. Verdür'ü isticvap w için, şarapların bitmesi lâzım Eeı anladı. Fakat sonra, dolu bir g!;"“n w ha bulunduğunu ve bunun Verid ', sarhoşluğunu uzatabileceğini d rek, bu şişeyi açtı ve içmeğe haşlö” Verdür kahkahalarla gülmeğt ; dı ve: W — Kalfa, dedi, aklını mrı oy Dur ben sana burada niçin kalM söyliyeyim.. M.y — Biliyorum.. Şarapları bi için.. — Evet ve ayni zamanda bif muhafaza etmek için.. — Neyi müuhafaza efmek için? M ayyaş, söyle diyorum, sana!. « T Verdür ayağa kalkarak bif 51?* _;—î | doğru yürüdü.. Çehresindeki pütün giler sevinç ve istihzayı ifadt du, Esasen 'dimdik duruyordu: yE ıgı? madiyen sanldığı yumrukluy'of At yordu. . aliV” — Neyi muhafaza etmek mi? " e kalfa da aklını aynattı. Neyi * dW Nıxırr MAALESER) | HOŞUMA c;i-mı-'of 4 Ne ü W t'lîn?" 1 A y Fi *_r g | "' F t