(Baş tarafı dünkü nüshamızda) Acaba sağ mıydı?. Beyni zonkluyo, biriken yaşlar göz- «€rini ağırtıyor, bulandırıyordu. Kendi- Siİ tutinasa, hemen bir yıkık duvar di a göm buçkıra hıçkıra. ağlaya- yerlere yuracaktı. O böyle mi düşünüyordu?. Kapıdan girer girmez ihtiyar ana- “ağıyla, uzun uzun sarılışacaklar, öpü- settkler, ağlaşacaklardı. Baba yadigârı bakır tepsi etrafında scak bir sorba i- Şetken ,anacağı, yaşlı gözlerle kendiğini *eyrederek, aytılık günlerini, çektiği s- kuntıları, o harp senelerinin yoksullu- Bunu, korkularımı anlatacak, ağlaya - aktı. .. Karanirk bir geceydi. Esen rüzgârda Yanık bir harabe kolumu vardı. Ömer, sata; bi zo: Si UM ae gibi zouklyan başını — Niçin sağ döndüm?. — işin gebermelimi, Diye söyleniyordu. . Kalın sopasını sürüyerek geçen bir Mahalle bekçisi onu gördü; > Hişt, arkadaş. Kimsin sçn?. Ömer evvelâ bir şey anlamadı. Şaşkın Sajkın baktı. Bekçi şekingen bir tar a yaklaştı. Omuzunu tuttu? > Hemşirem burada ne aryorsun?. Köye başında yanan ölgün ziyalı fe e #arı ışığında bakıştılar. Bekçi be. Her kalladı; > Allah Allah.. Sen bana yabancı #*lmiyorsun., Gözüm murıyor ammal, Bağrı vanık... — Halim aka tanımadım mı? Yazan: Reşat Enis ig İ j bulamadı. Senelerce süren bir ayrık. tân'sonra ayni şehirde, ayni havayı te- mellüş eden ana oğluri biribitini bulama .. Halim ağa, eski arka- | masr. garip tecelli; Uzun harp senele. daşı merhum tütün kolcusunun yadigâs tinin gönlüne yığdığı hasret acılan Ö- tını bağtına basarken gözlerinden yaş: | merin kalbini öyle eziyor kit lar boşanıyordu. — Ömer bu ne halt. Sen bitmişsin be evlddım?. — Bittik yat — Az kalsın tanmıyacatımn.. — Halim ağa, anam nerede, aram?.. Ana mı gördün mü? — Azan ımı? Onu büyük yangından sonra, geçen yıl gördüm. Amma, şimdi —5— Sıcak bir yaz alışamıydı.. Örer son cenazeyi gömdükten sonra kızgm bir güneş altında saatlerce kazma sellama- nin yorgünluğunüu gidermek iiçin, me- sarık yârundâki çeşmeye yanaştı. Ağsmı musluğa dayayarak kana ka na $u içti. Kollarını, yüzünü yıkâdı. Yslattığı mendilini, mengeneyle sıkılı » yormuş gibi sancıyan alnma koydu. nerededir, nerede oturur, ne yapar bil- ai seşme dibine çömelerek dinlen- mem. — Sen görülüğünde nasıldı? Koca mağ rm. — Onu senin hasretin, harbin yok- suluğu kocattı evlât... Bak bana. Ha- lim ağa pek te yaşlı sayılmaz değil mi? Amma, belim büküldü. Ayağım; sürü- yerum.. Hele sen genç yaştağızında kp- çamışsın ya. Ne yapalım evlât? Harp bu. .Seferberlile bız. Kolay ımı? Elbet gökeceğiz... Anan da kocadı elbet. Sağ olsun da... Harabelikte saatlerce konuştular. Ö- mer harbi, Halim ağa yedikleri süpürge tohumunu anlatir. Gün kararır kararmaz, etrafı hatif bir bulanıklık kaplamıştı. Sıcak yaz akşam- laram sessizliği. Çıt yok. Sade, hiç durmadan akan çeşmenin çağıltısı,. Ve, arada, şehre dönen sürllerin sıngırak; İri; araba tekerlekleri, nal sesleri... — Hekayi özeli — Ömer, asit me ve ini Ağır ağır iliki, İmam. Vacip. E- fendi senleniyordu. Yanında (dört beş kişilik bir cemaat ve yerde bir tabut yardı.. Yorgun yorgun yaklaştı. | az omuzunu okşuyordu: — Ömer.. Bağrı Yarık. Sen a. İmetli adamsın., Şu fakiri. defnedelim;.. Ömer mezarcılik yapıyor. Bu onun | Biçare hatunun Allahtan gayri kimse- eski sanatıdır. İşi olmadığı günler, sa» | ciği yokmuş. ;. tlerce sokakları olaşıyor, rastgeldiği | £ Sabahtanbeçi bu kaçıncı idi? Zaval. bildiklerine soruyor. . Fakat, harpten dönüşünün ikinci yılıdır ki hâlâ anasım ' diyor. 244 KAHRAMAN gız k millet, açlıktan, hastalıktan kırıkp gi: Ömer dalgın dalgın düşünürken, ©- muzları çökük bir ihtiyar; — Düşünme evlât, diyordu. Büyük sevap işleyeceksin.. Nasırir ellerine tükürdü, oğuşturdu. Kazmasına yapıştı. Anaçığınm has retinden zaten yüreği kanıyordu. Na“ sl reddedebilirdi?, O, bir servi dibinde çukur açmağa çakşirken, tabutun baş ucunda çömel- miş iki ihtiyar dısı fel konuşuyorlar. dr: Zavall: hatuncağızın kimsesi yokmuş. Allahtan başka.. Günlerce okursağına birlokma ekmek düşmediği olurmuş. Mahalleli, bu ihtiyar kadma arada yar- dım edermiş amma. Zaman malüm ... Herkes kendine bakmaktan âciz.. Biça renin bir tek evlâtcığızı varmış, Oda Çanakkaleden Me Ge Yİ ye Ömer, bu eski kefenli ölüyü çukuru- na indirirken yıkık mezar taşının dibi- ne diz çökmüş bir meczup kısık sesle Kur'an okuyordu. Ortalık kararmıştı... Çarçabuk, mezarın üstünü öçttüler., Ce- maat uzaklaştı. Ömer, biraz ilerideki! servi ağacınm arkasında bekledi, İmam Vacip Efendi, taze toprakların üstüne ayağını vurarak talkın veriyordu: — Yaaa Ayşe binti Mehmet.. mv şir <a 5 Ömerin kulakları oğuldadı. Dizleri tutuldu. Gözleri karardı. Boğazından Yerak bir hıçlerie fırladı. Sonra bir taş gibi olduğu yere yıkıldı. Kendi eliyle gömdüğü bu eski kelen- Wi ölü, onun uzun yıllar hasretini taşı i dığı ihtiyar anacağıydı. i Uzaktan acı acı bir köpek uluyor, i talkın veren imamın baş ucunda yârâ- : salar uçuşuyordu « j 1 Reşat ENİS —SON-— il Deniz fenerleri Sisli, fartınalı havalarda gemilere | sahili, denizdeki kayalık yerleri gös | termek için sahillerde, deniz ortami" daki kayakklarda yakılan fenerlerin icar ! dı çok eskidir. Eski devirlerde, kuleler üzerinde | , ateğler yakılır, işaret verilirdi, İsanın doğuşundan 900 sene evvel, | (Siege) burnunda bir fener'vardı, $ üncü yüz yılda, İskenderiye limanı öğ pündeki (Paros) adasında buluran fe nerin yüksekliği bin çude (dirsek urun İuğunda bir nevi eski ölçü) idi, Eski #enerlerde odun, odun kömü- rü, reçineli meşaleler, kocaman üne Jar yakilerdı. * Şimdi kullanılan fenerler, 1791 de Tölers ve Borda tarafmdan icat olun- du. 1667 de elektrikli denerlerin tec rübesi yapıldı. KAHRAMAN ZI» 21 ——————— "İse geliyor ve çılgın seslşrle inliyor. “55 “Evvelâ onu kurtarayım! Her şey- İn evvel onun bayasımıl., , Düşesin hareketinden bir saat sonra, önünde bir süvari dur- Yö At köpüürler içindeydi ve üzerinde #ndom'un hademelerine mahsus üni- Ona, düşesin gittiği haber verildi. “eye? Bunu bilmiyorlardı. Süvari âdeta yiyordu. Tam bu “rada, üstü başı toz içinde bulunan di- bir süvari de avluya girdi ve kendi- 4 doğru ilerliyen hademeye şöyle de- diş sadece şunu söyleyin ki, e memazel Lespar gönderdi; iş- kâdar dostum ben, bir iki saat bu avluya yerleşiyorum; sizin ası) man bin anlayacaktır. Siz. de tane aliya ki ben susuzluktan öilyo- lal bakarak >> Verdür; 5 y v Miyan. Kont dö Molüis'ün ada; ln ein haliyle gülümsedi. ne a — Gitti! Burada bir süvari daha var ve o da düşesi soruyor. Şale birdenbire donmüş gibi hare- ketsiz kalarak mırıldandı: Gitmiş! Ne- reye? Niçin?. Kendisine gösterilen sda» ma doğru döndü ve Vandom'un hade - sesini tanıdı. Hademe de şüphesiz onu tanımıştı. — Kon haşretleri, dedi; Madam lâ düşese bu mektubu getiriyorum Şale mektubu kaparcasına aldi ve aç- tı. Hareketlerinde âdeta bir çılgının hal- leri vardı. Bu hareket, onun Hilşesle 0- lan münasebetlerini samimiyetini açık- ça bir şekilde gösteriyordu. Fakat o, ne yaptığını bilmiyordu. Mektubu okudu? '— Herşey meydana çıkmıştır. Ka- çın ve Blüya gelerek bize iltihak &- din.. Oradan Nant'a gideceğiz. İcap &- derse" gidip Roşel'c kapanacak ve dahili bir barp çikaratağız. Derhal gelin,, Şale, yüzündeki teri silmeği düşün- meden bile, gayrişmüri bir halde sordu; — Düşes nerede? Ve cevabı beklemeden, sign, bir ü- mitsizlik jestiyle inledi: — Gitti? Nereye?.. Niçin gitti?, Bunun üzerine, Vandom'un hakleme- siz ; — Kont hazretleri, dedi, efendim dü- şese, büna benzer, üç mektup yazmış” tı. Bir tek mektubun varamıyacağından korkuyordu. Ben, üçüncü olarak hare- ket ettim. İlk haberci, doğru Val dö Gras'a, İlincisi be Giz'in ikametgilma gidecekti. Ben de beraya.. Belki bir yanlışlık oknuştur. Belki makam 14 dü- şen bımdan evvel de bir mektup aldı. * Düşesin hizmetçisi Marin de koşa- rak avluya gelmiş ve her şeyi duymuş- tu. Sırdaşlığın verdiği bir Jâübalilikle Şalenin yanma yaklaşarak fısıldadı ; — Mâdam, gayet garip bir vaziyette aldığı bir mektubu ökuluktan sonra, birdenbire hareket etti... On üçüncü Lui, ddeta sakin bir sesle: — Pekâlâ, dedi, sizi affetmemi isti- 'yorsunuz, evvelâ kardinaldin af dile- mekle işe başlayın. Dük d'Anju, kardinalm, Kendisine bü hicabı hiasettirmiyeceği tmidiyle ona doğru döndü. Fakat bireli mösa- ya daydumıy olduğu halde, hareketsiz ve dimdik duran Rişliyö de, bu tarziye- yi bekler gibi bir hal vardı. Korkunç bir ân geçti. Nihayet, hicâbından çilgin bir hale gelmiş olan Gaston, bir adım iler- liyezek boğuk bir sesle kekeledi: — Kardinal hazretleri, sizden alimı- 21 eca ediyorum. , Ozaman, şayanı hayret bir hâdise vuku buldu; Kağdinal, bu dehşetli sah- neye nihayet verecek bir kaç sözle ce- vap vereceği yerde, gidip kapıyı açtı ve kitap alarak masanın üzerine koydu. Sonra bu kitab: açtı ve nihayet, buy- nunda taşıdığı elmas işlemeli Kaçı çıka“ rarals, açık duran kitabın üzerine koy» du. Kral, devrinin en büyük komedya- <rs: olan bu adamın hareketlerini hay- retle takip ediyordu. Gaston ise £ titri- yordu, Son bir isyan hissiyle vakur bir hal almağa çalışarak kekeledi; — Mösyö, bir prens af dileyecek ka- dar izzetinefsini k ırmca.. Bişliyö. sözünü keserek; — O zaman, dedi, bu prens, bu af ri- caşma muhatap olanları kendi. fevkinc sıkaymış olur. O zaman onlar da. bir Paris iu olesyun, elinizi fricile koyarak bunu tekrâr edin! Aneik o zaman, sadece affıma değil, ŞEN e A ŞN fakat dostluğuma ve ümit ederim ki, ay- ni zamanda majestenin muhabbetinç müstahak olursunuz. , On Üçüncü Luiz — Evet, evetl » Diye bağırâr.. Dük d'Anju da Rişliyönün yazmış olduğu kâğrdı aldı ve okudu, sonra; — Hazırım! dedi. z Kral da şöyle dedi: — Şu halde, sizden istenen şeyi w. pini. Gaston elini uzattı ve, yüksek sesle, kardinal taralından hazırlanan yemini tekrarladı; “Tanız ve İncil namına, kral ve nasi» biatlerine sadakat göstereceğime yemin ediyorum. Kralı ve kralın sevdiklerini seveceğime ve hürmet edeceğime ye- min ediyorum, Krala, devlete ve devle- ti temsil edenlerin aleyhine duyacağım, bütün şeyleri, olduğu gibi krala tekrar edeceğime yemin ödiyorum.,, Cezalan o kurtulacağına tamamiyle emniyet getirmiş olan Gaston bu söz- leri kuvvetli bir sesle söylemişti, Bunu bitirince derhal krala dönerek ilâve et- ti: — Sir, bundan sonra kralı bir kardeş gibi sçvecek ve ona hizmet edeceğim! O zaman, On Üçüncü Luinin majı- zun çehresinde bir sevinç ifadesi belir- di Şüpheler içinde ezilen kalbi ferahla. dr. Gastona doğru yürüdü, ons kolları arana aldı ve iki yanağanklanı yerek, göyle dedi: — Her şey aftedilmiş, unutulmnştur. Eğer beni bir kardeş gibi seversen, ben de sana kendi oğlum nazariyle baka- Tim. — Sir, mademki majesteleri bu ka- dar büyük bir âliçenaplık lar, zavallı Ornanoyu da affctmenin kân: yok mu? O benim için halçikt bi dost, bir muallim, bir babaydı.,