kli ia) kkal HALİDE EDİB Se rm “Bahçivan çırağı nihayet da- matlığı elde etti.,, “Niçin öyle söylüyorsun, Rabia- cığım. Oğlan bir güzelleşti ki. Mihri hanım gene o Mihri hanım. Bilâl beye selâmlıkta oda hazırla” dık. Damat bey aşağı, damat bey yukarı... Oğlandaki kurumu gör- me.,, Şükrüye hanım dedikodu halin- de geçen Rabia - Bilâl macerasını bilmiyor değildi. Fakat bunları hiç de kıza nisbet vermek için söy” lemiyordu. Rabia kendi gibi fika ra, çalışan sınıfınm kızıydı. Onla- râ fena haber verilirken zaman kollamak, mukaddeme yapmak lâzım değildi. Sırf Rabia ile dedi- kodu yapmak için bunları söylüs yordu. ; Rabia gözlerini ateşten kaldır- madr. Kapanık yüzünden ne dü- sündüğünü anlamak kabil değildi. O, kafasmda Mihrinin kaçık çe- nesini, fersiz gözlerini, soluk ve porsuk dudaklarını düşünüyordu... Bilhassa dudaklarını... Onları Bi- lâl — kendi dudaklarını bir defa öptüğü — gibi öpecekti. Kuş gas gası gibi dokunup kaçan temas... İçi sızladı. “Babamı daha bırakamam, Şük- 'Yüye hanım, hanımefendinin etek-| lerinden öperim, kuzum darılma- sın.,, Sepetten bir tabağa yemiş koy- du, Şükrüye hanımın elinden, bir eliyle fincanı aldı. Acele acele yur karıya gidiyordu. j Akşama doğru Dede ile Pereg- rini hastayı yoklamağa geldiler. Dede yukarı çıktı, piyanist Şükrü- ye hanımın oturduğu iskemleye oturdu, gene kahve pişiren kızı eğ- lendirmeğe çalıştı. Çocuğun göz leri dalgmdı, yüzü solgundu. Kah'| ve pişice: “Sizin kahvenizi de yukarı çı- karayım mı?,, dedi. “Hayır, ben biraz daha burada otururum.,, Rabia onun fincanmı önüne bı-| raktı, tepsiyi aldı, Vehbi Dedenin kahvesini götürdü. Peregriri mangalm yanında uzanan Tekir kediyi okşarken, dükkândan sesler işitti. Akabinde Rakım, perişan gözlerle mutfağa) daldı: “Dün akşam Rabianın anası öl-| müş, senyör, kıza nasıl söyleme-| M2... “Ben söylerim.,, tuhaf tuhaf gülüyordu: “Ne kadar olsa papaslık ettik» ti.,, “Rakım amca, Vehbi Dede nar- gile istiyor. Dükkân kapısını ara- bk bırak da gel, götür, sen yokken üüşteri gelirse ben bakarım.,, Nargileyi hazırladı, Rakımın eline verdi. Yanakları kırmızı, gözleri parlıyordu. (Nakil, tercüme ve iklibos hakkı mahfuzdur.) İ elinde büyüyen bu çocuğun omuz- ! yor? Nihayet Rabia ağzımı açtı: i doğarlar.,, Piyanist, kızın biraz evvelki durgun yüzünün değişmesi için mutlak yen! bir şey olduğunu zan- nediyordu. “Tevfik çok neşeli, Vehbi De- de ile eskiz: gibi şaka etti. Siz ne vakit çıkacaksınız?,, Peregrini cevap vermedi. Göz” leri merhametle yaşarmış, kızın tâ gözlerinin içine baktı. Belki merhametten başka bir şey de var- dı, belki kendi de varlığından ha- berdar olmadığı bir hissini gösteriyordu. Her nedense kız sı- kıza kılmıştı, kirpiklerini indirdi, dizle- rinin üstünde duran ellerine bakr yordu. Bir an evvel Bilâlin hatı- rası nasıl i içini sızlattıysa Peregri- ni'nin bu garip bakışı da ayni tat- İn sizıyı yapıyordu. Bu ne demek- 1? Piyanist yerinden kalkınca kal bi şiddetle çarpmağa başladı. Ani bir korku ile yüzünü elleriyle ka- padı. Piyanist geldi, iki sert el Rabia- nın omuzuna dokundu, sonra kızın ellerini yüzünden çekti: “Annen ölmüş, kızım.,, ; Rabia, ağlamadı. Gözleri kup- kuruydu, fakat piyaniste bakışın- da öyle bir acı vardı ki... Niçin ağ» lamıyor? Niçin bir şey söylemi- yor. O, koskoca adam kendi yaşla- rını güç zaptediyor. Niçin, niçin larını okşamaya cesaret edemi- “Acaba Tevfik de ölür mü?, Fakat sen her halde bu kara haberi iyileşinciye kadar sakla. ma .. İçini dökmek istersen benim- “Niçin ölsün? Senin için zor am| le konuşursan, ben ana ne demek! bilirim, benim de memlekettimde bir anamı var...,, “Sahi mi?,, İ “Ya ihtiyar çalgıcılar anasız mi, “Siz ihtiyar değilsiniz ki...,, | Neden Rabianın onu ihtiyar bul. mamasından bu kadar sevinmişti? , Bunuyor muydu? Rabia derin xl tecessüsle soruyordu: : “Hiç annenizi görmeğe gitmez| misidiz ?,, Şimdi de bu tehlikeli çocuk eli, Peregrini'nin gömdüğü hayalle- İ rin kefenlerini yırtıyordu. On be İ senedir kimseye bahsetmediği ma- zisini bu çocuğa anlatmak, ona İ ne tatlı gelecek. Akşam, tamamen mutfağa inmişti. İ kınmağa meydan kalmadı. Oto * HABER — Aksam postası el İSHAK rerbiji, YA 23 SONTEŞRİN — 1985 İS kaçırılan <5 kaçırılan Türk kızı (Kızıl Otel ) in önünde durdullir; Arslan Turgu arkadaşının kulağına eğildi : “Haydutların hep de fiziyonomi mütehassısı değil ya... Minipe kin olduğumuzu nasıl anlıyacaklar ?!,, 2. 10.2 Aslan Turgud Ahmet pehlivan la Meksika hududunu sini şoföre sordu: | — Kızılköprüye kaç saat sonra varacağız? | Şoför gülümsedi: — Kaç saat mı dediniz? Yirmi dakika sonra, sorduğunuz köprü * | nün önünden geçşeceğiz.. Arslan Turgud şöfürün verdiği! cevaptan çok hoşlanmıştı. Yollar çok güzel olduğu halde Arslan| Bey otomobilde o kadar çok sar| sılmıştı ki., Ahmet pehlivana: | | — Eğer bu süratle bir saat da-! ha gidecek olsaydık, rüzgârm şid! detinden göğsüm çatiryacaktı. - Diye mırıldandı. Bindikleri otomobil saatte deki) san kilometro süratle . hem de hiç bir istasyonda durmadan gidiyor | du | O gün Arslan Turgudun içinde gittikçe artan bir sevinç vardı. Kendi kendine: — Kızılköprüde muhakkak bir | ip ucu yakalıyacağız. Diyordu, N Ba sevkine, dahihala. goyiyor ve Ahmet pehlivankendisine * ta- nıştığı gündenberi - büyük ümitler | veriyordu. Biraz sonra dağlık bir yoldan geçtiler. Ve şoför uzaktan görünen köp- rüyü göstererek: — İşte geldik.. Dedi. Etrafa uzun boylu bak mobil (Kızılköprü) den geçiyor - du. Arslan Turgud arkadaşına sor du: — Ahmet pehlivan! Nerede ine ceğiz? — Köprünün biraz ilerisinde. Arslan Turgud dağ sırtlarında | görünen büyük otellere bakarak: — Burası güzel bir sayfiye ma” Çamlıca! halline benziyor. Trpkı etekleri gibi... Ahmet pehlivan büyük bir ka- ya parçasının üzerinde kartal gibi İ kurulmuş binalardan birini gös * terdi: * / —İşte bu gece şu kırmızı otel de kalacağız — Bu otel neden kırmızıya bo- yanmış? — Kızıl köprünün iki başında” ki temeller ve kuleler kırmızı bo”) yalı olduğu icin, bu köprüye Mek- sikalılar (Kızılköprü) derler; Bu! otelin adı da (Kızıl otel) dir. İçin de büyük bir bar ve bri çok kumar salonları vardır. Bütün kaçakçılar i bu otele uğramadan geçmezler. Otomobil Ahmet pehlivanın i gaicu uzurme Olcum onumde dur muştu. Arslan Turgud yavaşça arka - daşının kulağıma eğildi: — Şu halde oteldeki müşteri * ler bizi de kaçakçı zannedecek - ler. — Onlar gelen müşterileri gö” zünden anlarlar. kıyafeti var mı? — (Kızıl otel) müşterilerini Kadınlara bir kaç model . -GDA: Spor şenliklerine ve eğlencelerine gitmek, sporcu görün mek için “Leopar,, derisinden kısa mantolar kadar güzel geyim ku- şam olamaz. Açık kahve rengi fötrden şapkanın kenarı da çepeçevre | Leöpar derisiyle sarılmıştır. Her şey gölgelsOLDA ÜSTTE: Kürkler bu sene yalnız manto ve ropları değil, şap- içinde, mangalın içindeki ateşler) kaları da istilâ etmiştir. Fakat şap kaya ustaca yerleştirildiği için göz- yumuşak karanlıkta kıpkırmızı,İlere hiç batmıyor. Bu şap'ta en yumuşak karaca ve İran kuzusu deri sinden yapılmıştır. Kıvırcık kara koyun kürkü de ön, iki yan ve ar- kaya dar birer şerit halinde dikil miştir. Yelpaze gibi açılan tepenin arkası tamamen kürktür. SOLDA ALTTA: Gemici biçimi şapka yeni modeller arasında çok “Sizi Vehbi Dede çağırıyor...| beğenilmiştir. Tepe düz ve yassıdır. Bombeyi saran kurdelâ, f#ötrün renginden mat ipektir. Geniş ağlı vual bu şapkalarını şıklığını büsbü- tün arttırmaktadır. yerde Tekir yavaş yavaş hırlıyor. Rakımın bası aralık kapıdan göründü: dedi. (Devamı var) | hepsi de fiznomi mütehassısı de : giller ya Benim kıyafetimden ! gözümden ne biçim adam olduğ mu anlıyabilirlerse, bu herifler | kikaten yaman kimselermiş di) ceğim. — Otele gidelim de o vak görüşürüz. Şimdi size ne söylese boştur. Otelden içeri girmişlerdi. İşte bir felâket. Kapıdaki garson: — Boş yeimiz yok... Diyerek, yolcuların ellerinde) çantalara elini bile uzatmamıştı — Şimdi ne yapacağız, Ahm pehlivan? — Merak etme Beyim! Ben o larm huylarını, hilelerini bilirim Garsona vereceğimiz bahşişteli bizim ne dereceye kadar parsl adamlar olduğumuzu anlamak # tiyorlar. Haydi, şu herife on dol uzatmız! Arslan Turgud dudağını büke rek güldü ve cebinden on delâ çıkardı... Kapıda duran garson uzattı, Hayret edilecek Yesim KEpnarı , deraı ardın kadar âğılivermişti. Direksiyonda fazla güçlük çek mediler.. Ahmet pehlivan orta kattak odalardan birini tercih ederek, # yataklı bir kabinede çarçabuk Y' Bizde kaçakçı! leşmişlerdi. 1 Arslan Turgud, Avrupanın bi k yerlerini gezdiği halde bu "dar enteresan bir otel görmemi Her kata dört beş merdivende | çıkılıyordu. Salonlara sayısız pılar açılıyor, koridorlarda bi sütunlar, loş dehlizler göze çar? yordu. Bu otelde bir adamı yakala mak cok güç olacaktı, Ve şüphe” ki, otel sirf bu düşünce ile bu kilde yapılmıştı. Ahmet pehlivan odaya yer** tikten sonra: — Hemen otelin barına ine lim, dedi, çünkü bu civarda &” iş görenler, geceleri (Kızıl o!* barına uğramadan rahat edem©”)| ler. Ahmet pehlivan, milyoner Ho kinsi Meksikaya kaçıran haydut ları burada kolaylıkla tanıyabi ceğini umuyordu. Giyindiler.. Tabancalarını ”) lerine taktılar.. Odalarmı kilit İ meğe lüzum görmeden alt k*' inmeğe başadıar. Arsan Turgud, merdivendi inerken: — Pehlivan! Kapıyı kiliti dik kaza olmazdı. Diye mırıldandı. Pehlivan * hususta daha bir çok tecrübe 8 müş bir adamdı: — Anahtarlar tek olduğunu" sanryorsumuz? dedi, açık b mız daha muvafıktır. Kihitle! i hem bize sezdirmeden od” araştırırlar. Hem de peşimizi la kovalarlar (Devamı Bi