23 Kasım 1935 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— -— ———.——————— HABER — A'kşam postası 23 SOÖNTEŞRİN — 1935 — Yazan: HALİDE EDİB Ce  WT “Bahçivan çırağı nihayet da- matlığı elde etti.,, “Niçin öyle söylüyorsun, Rabia- cığım. Oğlan bir güzelleşti ki.. Mihri hanım gene o Mihri hanım. Bilâl beye selâmlıkta oda hazırla: " dık. Damat bey aşağı, damat bey yukarı... Oğlandaki kurumu gör- me,,, Şükrüye hanım dedikodu halin- ' de geçen Rabia - Bilâl macerasını bilmiyor değildi. Fakat bunları hiç de kıza nisbet vermek için söy- lemiyordu. Rabia kendi gibi fika ra, çalışan sınıfımm kızıydı. Onla- ra fena haber verilirken zaman kollamak, mukaddeme yapmak lâzım değildi. Sırf Rabia ile dedi- kodu yapmak için bunları söylü: yordu. ? Rabia gözlerini ateşten kaldır- madı. Kapanık yüzünden ne dü- şündüğünü anlamak kabil değildi. - ©, kafasında Mihrinin kaçik çe- A nesini, fersiz gözlerini, soluk ve — pörsuk dudaklarını düşünüyordu... Bilhassa dudaklarınmı... Onları Bi- lâl — kendi dudaklarını bir defa öptüğü — gibi öpecekti. Kuş ga- — gası gibi dokunup kaçan temas... İçi sızladı. “Babami daha bırakamam, Şük- 'riiye hanım, hanımefendinin etek- İerinden öperim, kuzum darılma- sın.,, Sepetten bir tabağa yemiş koy- du, Şükrüye hanımın elinden, bir eliyle fincanı aldı. Acele acele yur karıya gidiyordu. j Akşama doğru Dede ile Pereg- rini hastayı yoklamağa geldiler. Dede yukarı çıktı, piyanist Şükrü- ye hanımın oturduğu iskemleye oturdu, gene kahve pişiren kızı eğ- lendirmeğe çalıştı. Çocuğun göz- leri dalgindı, yüzü solgundu. Kah: ve pişilce: “Sizin kahvenizi de yukarı çı- — karayım mı?,, dedi. —uzanan Tekir kediyi “Hayır, ben biraz daha burada otururum.,, Rabia onun fincanını önüne bı- raktı, tepsiyi aldı, Vehbi Dedenin kahvesini götürdü. Peregriri mangalın — yanında okşarken, dükkândan sesler işitti. Akabinde Rakım, perişan gözlerle mutfağa daldı: “Dün akşam Rabianın anası öl- müş, senyör, kıza nasıl söyleme-| KŞ “Ben söylerim.,, tuhaf tuhaf gülüyordu: “Ne kadar olsa papaslık ettik:" $t “Rakım amca, Vehbi Dede nar- gile istiyor. Dükkân kapısını ara- — hık birak da gel, götür, sen yokken — ömüşteri gelirse ben Dakarım.,, Nargileyi hazırladı, Rakımın eline verdi. Yanakları kırmızı, — gözleri parlıyordu. e İi petlklş a,/k%a// (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdur.) F Piyanist, kızın biraz evvelki durgun yüzünün değişmesi için mutlak yeni bir şey olduğunu zan- nediyordu. “Tevfik çok neşeli, Vehbi De- de ile eskizi gibi şaka etti. Siz ne vakit çıkacaksınız?,, Peregrini cevap vermedi. Göz- leri merhametle yaşarmış, kızın tâ gözlerinin içine baktı. Belki merhametlen başka bir şey de var- dı, belki kendi de varlığından ha- berdar olmadığı bir hissini kıza gösteriyordu. Her nedense kız sı- kılmıştı, kirpiklerini indirdi, dizle- rinin üstünde duran ellerine bakr yordu. Bir an evvel Bilâlin hatı- rası nasıl içini sızlattıysa P;regri- ni'nin bu garip bakışı da ayni tat- İxr sızıyı yapıyordu. Bu ne demek- ti? Piyanist yerinden kalkınca kal- bi şiddetle çarpmağa başladı. Ani bir korku ile yüzünü elleriyle ka- padı. Piyanist geldi, iki sert el Rabia- nın omuzuna dokundu, sonra kızın ellerini yüzünden çekti: “Annen ölmüş, kızım.,, Rabia, ağlamadı. Gözleri kup- kurüydu, fakat piyaniste bakışın- da öyle bir acı vardı ki... Niçin ağ- lamıyor? Niçin bir şey söylemi- yor. O, koskoca adam kendi yaşla- rını güç zaptediyor. Niçin, niçin elinde büyüyen bu çocuğun omuz- larını okşamaya cesaret edemi- yor? Nihayet Rabia ağzını açtı: — Aslan Turgud Ahmet pehlivan la Meksika hududunu geçerken şoföre sordu: — Kızılköprüye kaç saat sonra varacağız? Şoför gülümsedi: — Kaç saat mı dediniz? Yirmi dakika sonra, sorduğunuz köprü * nün önünden geçeceğiz.. Arslan Turgud şöfürün verdiği cevaptan çok hoşlanmıştı. Yollar çok güzel olduğu halde Arslan Bey otomobilde o kadar çok sar sılmıştı ki.. Ahmet pehlivana: — Eğer bu süratle bir saat da- ha gidecek olsaydık, rüzgârm şid” detinden göğsüm çatlryacaktı. : Diye mırıldandı. Bindikleri otomobil saatte dok- san kilometro süratle - hem de hiç bir istasyonda durmadan gıdıyor du O gün Arslan Turgudım içinde gittikçe artan bir sevinç vardı. Kendi kendine: — Kızılköprüde muhakkak bir ip ucu yakalıyacağız. Diyordu. Bu servimçle dahihela. geçiyur ve Ahmet pehlivankendisine-- ta- nıştığı gündenberi - büyük ümitler veriyordu. Biraz sonra dağlık bir yoldan geçtiler. Ve şoför uzaktan görünen köp- rüyü göstererek: — İşte geldik.. Dedi . Etrafa uzun boylu bak- a “Acaba Tevfik de ölür mü?,, “Niçin ölsün? halde bu kara haberi iyileşinciye kadar sakla. ma... İçini dökmek istersen benim- Senin için zor amr le konuşursun, ben ana ne demek: bilirim, benim de memlekettimde bir anam var...,, “Sahi mi?,, “Ya ihtiyar çalgıcılar anasız mı doğarlar,,, “Siz ihtiyar değilsiniz ki...,, Neden Rabianın onu ihtiyar hul—E mamasından bu kadar sevinmişti? | Bunuyor muydu? Rabia derin bir tecessüsle soruyordu: “Hiç annenizi görmeğe gitmez misiliz ?,, Şimdi de bu tehlikeli çocuk eli, Peregrini'nin gömdüğü hayalle- rin kefenlerini yırtıyordu. On be senedir kimseye bahsetmediği ma- zisini bu çocuğa anlatmak, ona ne tatlı gelecek. Akşam, tamamen | mutfağa inmişti. Her şey gölge içinde, mangalın içindeki ateşler yumuşak karanlıkta kıpkırmızı, yerde Tekir yavaş yavaş hırlıyor. 'Rakımın başı aralık kapıdan göründü: “Sizi Vehbi Dede çağırıyor.., dedi. (Devamı var) Fakat sen her | kınmağa meydan kalmadı. Oto - mobil (Kızılköprü) den geçiyor - du. ' Arslan Turgud arkadaşına sor" du: — Ahmet pehlivan! Nerede ine ceğiz? — Köprünün biraz ilerisinde. Arslan Turgüd dağ sırtlarında görünen büyük otellere bakarak: — Burası güzel bir sayfiye ma-! halline benziyor. Trpkı Çamlıca ! etekleri gibi... Ahmet pehlivan büyük bir ka- ya parçasının üzerinde kartal gibi kurulmuş binalardan birini gös - terdi; Ki Sİİ —İşte bu gece şu kırmızı otel- de kalacağız — Bu otel neden kırmızıya bo- yanmış? — Kızıl köprünün iki başındar ki temeller ve kuleler kırmızı bo" yalı olduğu icin, bu köprüye Mek- sikalılar (Kızılköprü) derler. Bu otelin adı da (Kızıl otel) dir. İçin de büyük bir bar ve bri cok kumar salonları vardır. Bütün kaçakçılar bu otele uğramadan geçmezler. Otomobil Ahmet pehlivanın i* şarcır üzerine Oleim öonümae dür" muştu. Arslan Turgud yavaşça arka * daşının kulağına eğildi: — Şu halde oteldeki müşteri * ler bizi de kaçakçı zannedecek - ler. ' — Onlar gelen müşterileri gör zünden anlarlar. Bizde kaçakçı kıyafeti var mı? — (Kızıl otel) müşterilerini | ( ( Kadınlara bir kaç model ..GDA: Spor şenliklerine ve eğlencelerine gitmek, sporcu görün mek için “Leopar,, derisinden kısa mantolar kadar güzel geyim ku- şam olamaz. Açık kahve rengi fötr den şapkanın kenarı da çepeçevre Leöpar derisiyle sarılmıştır. SOLDA ÜSTTE: Kürkler bu sene yalnız manto ve ropları değil, şap- kaları da istilâ etmiştir. Fakat şap kaya ustaca yerleştirildiği için göz- lere hiç batmıyor. Bu şapta en yumuşak karaca ve İran kuzusu deri- sinden yapılmıştır. Kıvırcık kara koyun kürkü de ön, iki yan ve ar- kaya dar birer şerit halinde dikil miştir. Yelpaze gibi açılan tepenin arkası tamamen kürktür. SOLDA ALTTA: Gemici biçimi şapka yeni modeller arasında çok beğenilmiştir. Tepe düz ve yassıdır. Bombeyi saran kurdelâ, fötrün renginden mat ipektir. Geniş ağlı vual bu şapkaların şıklığını büsbü- ( Kızıl Otel)ın onunde durdular Arslan Turgu arkadaşının kulağına eğildi : “Haydutların hep: de fiziyonomi mütehassısı değil ya.. Bızım kin olduğumuzu nasıl anlıyacaklar ? ! ,, hepsi de fiznomi mütehassısı de ğiller ya Benim kıyafetimden ! gözümden ne biçim adam olduğ mu anlıyabilirlerse, bu herifler ! kikaten yaman kımselermıı; d“ ceğim. — Otele gidelim de © vak görüşürüz. Şimdi size ne söylese! boştur. Otelden içeri girmişlerdi. İşte bir felâket, Kapıdaki garson: — Boş yeimiz yok... Diyerek, yolcuların ellerindel çantalara elini bile uzatmamıştı- — Şimdi ne yapacağız, Ahm! pehlivan? — Merak etme Beyim! Ben of larm huylarmı, hilelerini bilirim Garsona vereceğimiz bahşişterl bizim ne dereceye kadar pırlı adamlar olduğumuzu anlamak i! tiyorlar. Haydi, şu herife on dolâ uzatmız | Arslan Turgud dudağını büke rek güldü ve cebinden on dola çıkardı... Kapıda duran garsoni uzattı. Hayret edilecek şe Vtemn Kapıarı âernaı ard kadar açılıvermişti. Direksiyonda fazla güçlük ı;l'k mediler.. Ahmet pehlivan orta kattak odalardan birini tercih ederek, $ yataklı bir kabinede çarçabuk Yy* leşmişlerdi. Arslan Turgud, Avrupanın bi k yerlerini gezdiği halde bu İ“ "dar enteresan bir otel görmemişt Her kata dört beş merdivendt çıkılıyordu. Salonlara sayısız F pılar açılıyor, koridorlarda birç?' sütunlar, loş dehlizler göze çarP' yordu. , Bu. otelde hir adamı yıktıı_ mak cok güç olacaktı. Ve şüphes' ki, otel sırf bu düşünce ile bu ! kilde yapılmıştı. Ahmet pehlıvı.n oda.ya yerle tikten sonra: 4 — Hemen otelin barıma in* lim, dedi, çünkü bu civarda giz i$ görenler, geceleri (Kızıl otel barına uğramadan rahat eddm" ler. Ahmet pehlivan, mıl'yonıer Hd kinsi Meksikaya kaçıran İııîd'f' larr burada kolaylıkla tınıy&b'ı ceğini umuyordu. Giyindiler.. Tabancalarını bi lerine taktılar.. Odalarını kilitİ! meğe lüzum görmeden . alt ka inmeğe başadıar. . Arsan - Turgud, merdivend inerken: — Pehlivan! Kapıyı kilitler! dik kaza olmazdı. | Diye mrrıldandı. Pehli““ hususta daha bir çok tecrübe gi müş bir adamdı: - — Anahtarlar tek olduğunu ” sanryorsunuz? dedi, açık bırâ mız daha muvafıktır. Kılüll“. hem bize sezdirmeden od”“: araştırırlar.. Hem de peşimizi la kovalarlar —

Bu sayıdan diğer sayfalar: