Tefrika numarası: ii , Tefrika numârası:ii . ... Yazan:(Vâ-N&) Hızır Reisi vuracağı hançer, korsajının arasında saklıydi. Kabzayı bir demet Anadolu oyası örtü- yordu. Prenses, karanlıkta kocasının odasını kapatırken iğilince, oya demeti prensin odasına Yazan: (Vâ-N0) düştü ve genç kadın bunun farkına varmadı! Gecen tefrikaların hulâsası Prenses Anita Hısır — Reise (Barbarosa) tâbi olmağı nefsi - ne yediremediği için, onu, öldür mek üzere, geceleyin odasına gi diyor. Taraçanın parmaklığın - dan aşmıştır. Duvarın çıkıntı » ana basup sarmaşıklara tutuna rak ilerliyor. Esen rüzgâr, eteklerini bacak - larına sarıyordu. Çocukluğunu a- ğaçlara ve düz duvarlara tırma - narak geçirmenin verdiği bir me- lekeyle ve el yordamiyle, bu teh- likeli yolda ilerlyiordu. Sarmaşıklar arasmdaki yeşil elbiseli kadın, nöbetçilerin gö - zünden gecenin karanlığıyle ör - tünöbilecek miydi? Rüzgürm ke- rulukta çıkardığı hışırtı, onun yaprakları oynatıp ince dalları kırmasından doğan gürültüyü bo- ğuyor muydu? Bunu bilmediği için, yüreği oy- nuyor ve göğsünün içinden taşan w ie hile duvacaklarmıs sanıyordu. » Nöbetçilerin geri döndüğünü” farkedince çok ürktü. “— Ya görürlerse?...,, Bu endişeyle, önüne vardığı ve kocasma ait olan tuvalet odası - nın açık penceresinden içeri gir - di, Aşağıkiler tekrar uzaklaşınca, o da yoluna devam edecekti, Odada rahat bir nefes aldı. Fa. kat bu rahat nefes ancak bir «0 - luk sürdü. İrkilerek, arkasıma döndü. Odanın karanlığı içinden sesler aksetti: — Geldin demek?... Nihayet geldin demek?... Bayılacak gibi oldu. Eyvahlar olsun... Onu görmüş- ler miydi?... — Seni seviyorum... Yalnız 8e.| ni seviyorum... Bütün hayatımı iş- gal eden sensin... Kocasının sesi... Bu ahmak herif, prensesin ora- ya girdiğini görmüş de ne sarmış- t17... Tam da ilânı aşk edecek za- manı bulmuştu... “ — Şunu başımdan nasıl sava yım, buraya gelişimi nasıl tefsir edeyim?,, diye düşünürken, pren. sin müteakip cümleleri kulağına çalındı: —Seni ilk defa olarak kollarımın arasma aldığım ve nihayet göğ - süme bastırabildiğim için öyle mes'udum ki... Ah, benim beyaz gövercinim... Dudakların ne ateş- li, göğsün ne yumuşak... Ah... Prenses hayret içinde: “.- Maşallah... Metresi de var- mış... Hiç ummezdım... Fakat ar. tık bana musallat olmıyacağı için pek memnunum... — diye düşün- dü. — Ancak, metresi her kimse, onunla ilk defa olarak buluştuğu anlaşılıyor... Bu heyecanlı günü hemen akabinde buna muvaffak oluşunu nasıl izah etmeli...,, Fakat, hayreti büsbütün arttı. Zira, prensin şu cümlelerini vâzıh olarak işitti: — Anita... Amita'cığım... Niha- | yet benim oldun... Her gece rü K! yamda gördüğüm hayal, işte şim- di hakikat oldu... Seni, göğsüme istediğim gibi bastırabiliyorum... Genç kadın, kahkahasını zor| zaptetti: “-- Sayıklıyoru: — diye haki - kati anladı. — Gerçi onun böyle bir huyu olduğunu oda hizmetçi - lerinden duymuştum amma, sa - yıklamanm da bu kader fasihini ömrümde (tahayyül etmemiş - tüm... Birkaç adım ilerledi. “.- Tuvalet ve yatık odaları a- rasmdaki bu kapının kapalı dur - ması âdettir... Herhalde, bu gece kargaşalık içinde kaideye »iayet olunmamış...,, Kapamak üzere, topuzu tuttu. Yerde, küçük bir ayak dayama ileemlasinin kanat önüne konul - duğunu “onun yerini değiştirmek üzere iğildi. Bu mâ - nii ortadan kaldırdıktan sonra, kapıyı usulla örttü. Demin göğsüne iliştirdiği bir demet Anadolu oyası, bu iğiliş kalkış esnasında yatak odasma düşmüştü. Bunun farkına varma - dan pencereye yaklaştı. Nöbetci - lerin muvafık bir vaziyet aldığını görüp tehlikeli yoluna devam et - ti, Gazanfer reisin definesi Fakat bir endişesi vardı: Bir! durakta, yani nöbetçiler geri dön- meden, Hızır'ın penceresine vara- mıyacaktı. Daha, kocasına ait ya- tak odasm ve iki salonun önün- den geçmek icap ediyordu. An - cak ondan sonra hedefine ulaşa- caktı, Henüz iki salonun ortasına gel- mişti ki, nöbetçilerin geri döndük lerini görerek yapraklar arasına sindi ve bekledi. Acaba görecekler miydi? Bereket versin, nöbetçiler ara- larında muhavereye dalmışlardı. Pek yavaş konuşmalarına rağ - men, gecenin süküneti, seslerini Anita'ya duyuruyordu. İhtiyar ol- duğu halinden anlaşılan Türk, diyordu ki: — Alemde hüner, korsanlıkta İ Gazanfer Reis gibi yapmalı da, böyle başı sıkışınca, paraya muh - taç olmamalı... Bizim Hızır'ın eli o kadar açık ki, işte, kardeşine fidye vermek için bile birikmiş serveti yok... Gazanfer Reisin ise bir definesi vardı, aman Allah, bir definesi vardı... — Kim bu Gazanfer Reis?... Ben tanımıyorum... — Bizim Hızın babası yok mu hani... Yakup Bey... İste onun arkadaşı... O da korsandı... Bü - yük vurgunlar vurdu... Hem, nasıl çisinden tanımıyorsun, canım?... Sizin bu - radaki Zeytincioğlu ile de ortak giderdi... Gençsin amma, adını hiç işitmemen kabil mi?... — Evet, evet... Şimdi anladım.. Anita, durduğu yerden kulak kabarttı... İsmi geçen bu adam, annesinin babasıydı... Gazanfer Reisin de adını ailesi arasmda işit- mişti... Büyük babasına, ticaret hususunda çok yardım eden ve a- ile servetlerine sebebiyet veren a- dam diye adı geçerdi... Fakat yü- rünü hiç görmemişti... Türk nöbetçi, cevap almadan devam etti: — İşte, para, mücevher, kadın ondaydı... Korsanlığın bütün zev- kini çıkarttıydı... Ben, definesini bile gördüm... Nah, şu gözlerim - le... Garip tesadüf: Muhaverenin tam hararetli yerine geldikleri i- çin, Anita'nm bulunduğu sarma - şıklı duvarm altnda durdular. İhtiyar Türk, devam etti: —.. Daha o zaman bıyıklarım yeni terlemişti... Pek yeni, tecrü - besiz gemiciydim. Pusuladan, rüz- gârdan, Adalar denizinin nişanlı yerlerinden filân çakmazdım... Uzatmıyalım, Gazanfer'in maiye « tindeydim... Bir düşman karave - lâsı (*7 yakaldık. Merhum Ga - zanfer gemiyi olduğu gibi muha - faza etti. Evvelâ reisin yaptığı işin sebebini anlıyamadık: Görülme- miş şeydi bu: Kalyonun kürek - yelkencisine ve dü- mencisine kadar, bütün mürette - batını vazifelerinde alrkoydu. Lâ. kin, icap edenleri zincirletti. Ser- best kalması lâzımgelenlerin ba - şmda da bizi nöbetçi bekleterek karavelâyı harekete getirdi. Türk lerden hiçbir tecrübeli gemici al - mamıştı. Hepimiz de, benim gibi meslekte yeni türemiş delikanlı - lardık. Vazifemiz, esirler tepre - nirse onları gebertmekti... “Geminin ambarlarına, içinde ne olduğunu bilmediğimiz sandık sandık ağır eşya ve bir sürü kaz - Vahşi hayvanlar arasında ve Afrikanın balta girmemiş ormanla rında geçen aşk ve kahramanlık. heyecan. esrar ve tetkik romanı No io7mmma Yazan: Rıza Şekib mm Kan ve boş mideleri gıcıklayan taze et kokusu aslanlara gittikçe artan bir hırs aşılamıştı — O zaman da bunlara karsı kararmı değiştirmiyecek misin. — Nasıl? — Niyam Niyamlarla birleşe rek.. Ebululâ Monbitoluların kendi- lerine karşı yaptıklarına pek kız- mıştı. Onlardan intikam almak. bu vaptıklarının hesabını sormal:! için can atıyordu. Karşanın bu sözleri. içine bir| i sallana sallana, fakat kendilerin - serinlik ve sakinlik verdi, Sustular, Vakit epeyce geçmiş- ti. Neredeyse, fillerin gürültüsü nü işitebileceklerdi. — Karşa!,. Fillerin gelmesi yaklaştı değil mi? — Evet.. Bu kadar zamanda bu rada bulunmalıydılar bile. ma, kürek, demir çubuk ve taşçı. lık, dülgerlik alât ve edevatı yük- letmiştik... “Midilliden kalktıktan sonra üç gün üç gece yol aldık... Hey gi- di cahillik... Batıya doğru mu, yoksa cenuba mı, arka mı gittiği. mize bile dikkat etmedim... Bir - | takım adaların yanından geçtik... Sonra, kara pamına ortalıkta hiç birşey kalmadı... Dörtbir yan de- niz... Derken, ufukta bir karaltı görüldü... Meğer bir hali adaya gelmişiz... “Sahillerinde epeyce yemyeşil ağaçları filân var... Cennet gibi bir yerdi, cenret...Tâ tepesinde de kaleye benzer, yüksek kayalıklar göze çarpıyordu. Bunca yıldır, şu Akdenizde sağa sola volta vur - dum; bir daha o adaya rastlama - dım dersem inanır mısın?İşte, Ga. Karşa daha sözünü bitirmemişt: ki müthiş gürültüler arasında fil- lerin trampet çalan sesleri dalga landı. Karşa Ebululâya, Ebululâ Kar: şaya baktı. Artık kurtulmaları zamanı gel: mi — Karşa! Vahşiler bizi takip etmedi. Bundan ne anlıyorsun? Anladığım yaptıklarma piş- man olduklarıdır. £ Göreceksin. biz ormana döner dönmez, onlar dan gene elçi gelecek. Gürültünün gittikçe yükselme. si ve fillerin trampet seslerini diş- ler de tiz haykırışlara çevirmeleri bir fevkalâdeliğin geçtiğine de- Tildi. Karşa bumu anlamıştı. Fakat kuyunun içinde kapalı hulunma - larr olanı biteni gürültülerden an - İryabilmek için kafalarını yorma - ya sebep oluyordu. Karşa Ebululâya: — Aldanmış olacağım, dedi, zanfer Reisin hazinesi hâlâ orada saklıdır... Adaya rastlasam, kaya» larda gizli defineyi aramağa çı - kacağım amma, afsunlu kapıyı a- çamıyacağımı şimdiden biliyo - rum, Genç hıristiyan nöbetçi: © — Afsunlu kapı mı? — diye sordu, — Öyle ya.., Meğer o sandık - larda Gazanfer Reisin hazinesi varmış... Adada afsunlu bir kapı yaptıktan sonra, defineyi bir ma - ğaraya kapadık... Bir daha açabi - lene aşkolsun... O canım altınlar, pırlantalar, zebercetler, yakutlar hâlâ orada, metrük ve #ahipsiz duruyor... Hıristiyan, büsbütün şaştır — O adaya düşsen de gene ka- pıyı açamaz mısın? — Allah bilir amma, açamam... — Niçin? — Dur, acele etme... Sabaha kadar nöbetçiyiz... Daha vakti - miz var... Zaman nasıl geçer?.. Anlatacağım... — Haydi çabuk söyle kuzum... Hem, hazine nasıl oldu da sahip - siz kaldı?... — Onu da söyliyeceğim... (Devamı var) (*) Karavela, kalyon cinslerinden biridir. Yani çok güverteli, ve küre - ğinden ziyade yelkenle yürüyen ge - mâlerdendir. filler vahşilerle karşılaşmış ola » caklar.. — Neden anladm?. — Muhakkak böyle. Sustular ve dışarısını dinledi - ler. Filbakika filler kuyu başına yak laştıkları sırada uzaktan bir akın halinde gelen vahşilerle karşılaş- mışlardı. Vahşiler, bu iri gövdeli, kalm bacaklı, şahlanmış birer boğa yı- lanmı hatırlatan hortumlariyle den beklenmiyen bir çabuklukla koşup gelirlerken ne yapacakla «- rinr şaşırmışlar ve dağrirsışlardı. Bunlara başkanlık eden uzun boylu, çıkık çeneli ve basık bu runlu vahşi dağılmanm önünü x « labilmek için kendisini kalabalr « ğın önüne fırlattı ve haykırdır | — Neye dağılıyorsunuz? Bir « birinizden ayrılmanız fillere mağ lâp olmanız demektir. Onlarla bo- ğuşarak galip gelmemiz o lâzm. Biz elli kişiyiz, onlar on fil!, Reislerinin bu sözü üzerine to- parlanmaya çalışan vahşiler, bun- da geç kaldıklarını anlamışlardı. Fillerin ve birdenbire bunlar ara- sına karışan aslanların saldırışı pek amansız oldu. Hortumlara kendilerini kaptı ranlar kurtulamıyorlardı. Çok.kı- sa bir zaman içinde fırlatılıp atı-. lan vahşilerin adedi onu geçmiş, kalır. ayakları altında ezilenlerin yekünu on beşi bulmuştu. Vahşilerden hiç biri de silâh kullanmaya fırsat bulamamışlar. dı. Aslanlar kalabalıktan açıla rak silâh kullanmak istiyenleri ko) luyorlar ve ânide yetişerek pençe - leri arasına alryorlardı. Kan kokusu, deşilmiş karmlar- dan dökülen bağırsakların man « zarası iğrençti, Fakat bu manza- ra, aslanların açlıkların: kamçılı- yor, taze et kokusu midelerini gi: cıklıyordu. Kan, taze et ve mideleri gıcık. İryan bu manzara aslanlara gittik- çe artan bir hırs aşılamıştı. Şimdi onları tutmaya, atılışlarından alı- koymaya imkân yoktu. Karşa ile Ebululâ hiç bir şey görmüyorlardı. Yalnız kanl bir çarpışma, öldürücü bir boğuşm olduğunu, zaman zaman yükseler haykırışlardan anlıyorlar ve hay. vanlarmın manevi kuvvetlerini artırmak için bulundukları yer - den bağırıyorlar, teşvik ediyorlar- dı. Kısa bir zaman içinde elli ki. şilik kuvvetten kala kala beş on kişi kalmıştı. Fakat onların da el lerinde ne silâh kalmış, ne fil. lerle aslanlara karşı koyabilecek cesaret... Bulsalar iğne deliğine gire . ceklerdi. Kurtulabilmeleri için sihirbazlarının kendilerine kanat takması lâzımdı. (Devamı var) KUPON 250 219-935