Yazan: KADIRCAN KAFLI Hey...yy!. imdad.. imdad.. Açınız! Orada kimse yok mu? Frenk Süleyman — Antonyodan daha atik davrandır. Elini belin- deki kuşağa attı.. Oradan hançe - rini çekti.. Hançerli eli havaya kalktı ve ileri uzandı.. Yalın han - ger havada bir şimşek parıltısı çiz- di ve: — Türkler!.. Türkler, kaleyi... Diye haykırarak kapıya koşan nöbetçinin iki kürek kemiği ara - sına saplandı.. Asker yüzüstü düştü.. Mırıltıya benziyen bir sesle ye - niden haykırdı: — Türkler!.. Türkler!.. Türk « ler!. Ağzından burnundan kan bo - şandı. Bir iki defa olduğu yerde dep - rendi. .. Frenk Süleyman — Antonyoya döndü: — Bunların seslerini kimse duy- lim olacağına emindi. —Hüsmen Reisin kurtarılması işin, amirallık vazifesinin ağırlığı — altında pek maz. Bizim de vaktimiz dar.. Ça - | silik olarak bile göremiyordu. Ka - buk olalım. Haydi!.. — Hakkımn var, fakat bu kılık - le ve kaledekiler teslim olunca bu- nun da kendiliğinden olup bitece- la seni daha ileriye götüremiyece - | ğini önceden Frenk Süleymana gimi anladım.. — Neden?, R — Kim görse çığlığı basar.. — O halde sen git ve Hüsmen Reisi zındanından alarak buraya getir.. Ben beklerim. — Bunu da yapamam.. Hüsmen Reisin zindan kapısında çifte nö - betçi var., Bana vermezler. Çünkü Fernandodan böyle emir almışlar: dır. — © halde?. — Söyle! — Ben şimdi Hüsmenin zinda - Dışarıdan ayak sesleri geliyor - | aa değil, Fernandonun odasıma du. Antonyo kulak verdi... Frenk Süleyman da dinledi. Sesler onların bulundukları ye - re doğru geliyordu.. Antonyo yerdeki - ölüyü kolla. rmmdan tutarak odanın kuytu bir köşesine çekti.. Ayağiyle yeri e » şeledi ve kanları toprakla örttü .. Frenk Süleymana dönerek: — Kenara.. Kenara!.. Dedi.. Kapının ardını gösterdi . Ayak sesleri yaklaştı.. Bu, bir zabitle iki askerdi. Konuşa konuşa geliyorlardı.. Gürültünün geldiği tarafı iyice kestirebilmek için — biribirlerine danışıyorlardı.. Odaya girdiler. Antonyo kenara sindi ve Frenk Sülyemanın da kendisi gibi yap - ması için eliyle işaret etti . Zabitle iki asker o odayı da geçtiler ve gizli kapının bulundu- gu bölmeye gittiler, Tam o sırada Frenk Süleyman yerinden fırladı.. Aradaki kapıyı çekti.. Sürgüsünü sürdü. Öte tarafta kalan askerlerle za- bit, şaşırdıklarını anlatan bir ses çıkardılar. Frenk -Süleyman — Antonyoya döndü: — Gizli kapıyı bilirler mi? Aça- bilirler mi?. — Hayır.... — O halde bizi rahatsız ede - mezler.. İşimize devam edebiliriz. — Evet... Fakat zorluklar çoğa- İryor. Allah verede bundan sonra karşrmıza kimse çıkmasa.. — Çıkarlarsa kendileri görürler l Aralık kapısı yumruk ve mız - rakla alabildiğine vuruluyordu .. Çekiliyor, itiliyor, açmak için uğ- raşılıyordu. Zavallılar belki de o - nun kendi kendine — ve rast gele kapandığını sanmışlardı. Çünkü derinden derine birer inilti gibi ge- hlen sesler şunları söylüyordu: — Hey... yy!. Imdad.. İmdad .. Açınız! Orada kimse yok mu? zarar | gidiyorum.. Onun - elbiselerinden bir kıtı?ı alıp döneceğim.. — Sonra!.. — Sonrası o kadar. Anlayama - din. mi?. K Hiç anlamaz olur mu? İşte şim- di işin nereye varacağını Frenk Süleyman da hemen kestirmişti . — Şimdi anladım.. Ben Fernan- do olacağım.. Yani uydurma Far - nando .. Antonyo gitti. Frenk Süleyman onun ardından seslendi: — Çabuk gel! Yukarıda top ses» leri çoğalıyor.. Savaş kızıştı.. Piya- le Bey kaleye girmeden önce Hüs » meni kurtarmalıyız.. Yoksa hiç bi- riniz canınızı kurtaramazsınız! Antonyo bunların hepsini duy - madı bile.. . Frenk Süleyman da düşünüyor- du: — Doğrusu acık göz delikanlı.. Eğer bizim aramıza girse işimize yarayacak.. Öyle ya.. Fernando - nun elbiselerini giydikten — sonra benden kim şüphelenecek? Hüş - menin gardiyanları o zaman” her istediğimi — yapacaklar... Reisi kendi elimle zındandan çıkaraca - ğım.... Bir defa Salernodan dişarı çıkalım da ondan — sonra Piyale | Bey ablukayı ister kaldırsın, ister kaldırmasın.... Kuyumcuyu oğluna bağışladıktan sonra, — verdiğimiz sözü elimizden geldiği kadar yap- mış oluruz. Kapımın ardına sinmiş, elindeki palanın sapını sımsıkı tutarak ses « siz duruyordu. Eğer aralık kapıya hâlâ vuru » lan yumrukların ve belli belirsiz duyulan yardım isteklerinin ses - leri de olmasa buranın bir mezar- dan farkı bulunmıyacaktı.. e$ rerdin —R$8 <- BİR ÇIKIŞ? Piyale Bey yirmi dört saatten önce kaleye hücum etmeyeceğine söylemişti. Fakat aradan iki saat geçme- mişti ki Salerno kalesinin mazgal- larından Türk askerlerinin üzeri- ne sıkı bir top ateşi açılmıştı. Met- risleri kazmakla uğraşan askerler bu ateş karşısında biraz gerileme- Be mocbur olmuşlar, Piyale bey de metrislerin biraz daha geride kazılmasımtda bir mahzur görme - mişti. Düşman topları Türklere büyük bir zarar vermiyordu. Çünkü az zamanda bu toplardan sakınma - nın kolayı bulunmuştu. Fakat Pi- yale bey Fernandonun kabadayı- lığını cevapsız bırakamk isteme - mişti. Gemilerden bir kaçını iske leye en yakın olan kıyıya sürmüş, haştan kara etmiş ve o da - topla - rile ateşe başlamıştı. İş yalnız top ateşile kalsaydı, çok geçmeden iki taraf ta boş ye- re harcamaktan — vazgeçecek ve bütün — bunlar birer gösterişten ibaret kalacaktı. Fakat birdenbire iç kalenin ka- pısı açıldı. Fernandonun askerle - rinden üç yüz kadarı baştan aya- ğa kadar zırhlar içinde göründü. En önde duran yüz kadarı da atlı idiler, Asma köprü hendeğin üs - tüne indi ve düşman askeri ora - dan geçerek dört nal Türk asker: ri üzerine saldırdı. Piyale Bey çabucak karaya çık- fı. Atına bindi ve bir şimşek hi - zile emirler vererek Türk safları- nt bir anda, bir yalçın duvar gibi düşmana çevirdi. Şimdi Azaplar, Yeniçeriler, Si- pahiler ve akmcılar gükremiş ars- lanlar gibi düşmanın üstüne sal - dırmıştı. Manevra o kadar hızla yapıl - mıştı ki aradan on beş yirmi da - | kika geçmeden Fernandonun yüz | süvarisi — Türk askerlerinin or - tasında kısılıp kalmışlardı. Kalın ağızlı palalar, adi kılıçlar, balta, topuz, ok, mızrak birbirine karı - #iyor; silâhların zırhlara çarpma - | sından çıkan vert sesler, ara sıra patlıyan top ve tüfeklerin, piştov ların gürültüsüne karışıyordu. Şurada bir sipahi bir düşman zabitini bacağından tutarak yere indiriyor, sonra keskin palasını ağzından sokarak arkasından çı - karıyordu. Çünkü ilk bakışta zırh sız olan yeri orası idi. Ötede bir yeniçeri elindeki kocaman topuz- la her vuruşta bir kafayi kırıyor, bir düşmanı yere seriyordu. Saler no kalesinin önü korkunç bir dair verdiği kararı bozmamıştı ... | savaşla inliyondu. B uzaman içinde Fernandonun tes- (Devamı var) Feylesofane gülümsedi: — Ezeldenberi bu gibi şeyler o- lur... İlkönce sizin başmnıza ge: miş değildir. Maamafih, mes'uli- yetin büyüktür... Müsaadenle bu- nu derhal söyliyeyim... Doğrusu, yengemin annenizle ahbap olma- sından istifade ederek biraz ileri gitmişsiniz... Adnan, hakikt bir heyecanla: — Senin bana söylediğin bütün bu acı sözleri ben de kendi kendi- me söyledim... -dedi.- Hata işlen- di bir kere... Olan oldu... Şimdi, mesele, tamirdedir... Tamir ede ceğim... — Ben de senden başka - türlü| hareket beklemezdim, — dostum! Sen, gayet doğru, namuskâr — bir insansın, bunu yalnız ben değil, bütün dünya biliyor... Eğer bu dü- şüncem biran şüpheye uğrayarak sarsılırsa, cidden bedbaht olaca- ğım... — Şüphelenmeğe hacet yok.. Şundan emin ol ki, pek 'yakımda enişten olacağım... Sevgili hemşi-| ren benim sevgili zevcem olacak..| Bunun için sana'namusum üzerine söz veririm... Benim de en birinci emelim budur! — Öyle ise her şey unutulmuş.. Nafile yere biribirimize acı sözler söyplemiyelim... Rauf, Adnanın elini tuttu, sık- tı. Onu, hemşiresinin uzandığı ve bu muhavereyi alâkayla takip et- — Siz, bahtiyar olmağa hak kazanmış insanlarsınız. Mes'ut o- lunuz! -dedi.- Kardeşim, Adnan. Haydi, karımı karşımda öp baka.- krm... Bana gelince, buradan git- mem lâzımgeliyor. Zira pek çok işim var... Adnan: — Peki, peki... Bizim için na- hakyere işinden olma... -dedi.. — Allahasmarladık, Deniz... — Güle güle, aslan ağabeğci- ğgim! — Allahasmarladık, Adnan... El sıkışmalarından sonra, Ra- uf dışarıya çıktı. Fakat hemşire sinin bir fırsatını bularak göz kırptığını ve kutnaz kurnaz — gül düğünü gördü. Her iş mükemmel gidiyordu Deniz Hanım, âlâ bir manevra necekti ve onu parmağının ucun da ne güzel döndürecekti... Milyonlar onun olacaktı... Ve Rauf, şöyle düşünüyordu: — Bu milyonlar, benim de ola- | cak... Adnan müstakbel kayınbıra- derini kapıya kadar teşyi ettikten sonra, geri döndü. Yerine oturdu. Görseniz, Deniz Hanım, ona karşı öyple mülâyim, öyle müşfik davranıyordu ki... Kollarını işı-ı kının boynuna doladı. — AK, sevgilim! Bilsen seni ne kadar seviyorum... — Ben de... Ben de seni seviyo rum... Herhalde aklından başka şey geçmiyor, şüphelenmiyorsun, değil mi?... Seni seviyorum. — Nen var, kuzum?... İnsan, yüzüne bakınca bir derdin oldu- ğunu zanneder. _Biır îâşk]m Hikâyesi Hatice Süreyya Genç kadın, sanki daha iyi | görmek için, geriye doğru yas-I ÖL A0 Azeaia HAzüR ee - ——— ı Na, landı. Kaşlarmı çattı. -Adnana baktı. — Nen var? -diye tekrarladı Genç adam tereddüt ediyordu. Sonra, kararını vermiş gibi: — Dün akşam, anneme açılmak istedim. —E?... — Evet, açıldım... -diye genç erkek mırıldandı. — Peki, annen ne dedi? — İlk sözlerim, zannettiğim te- sirini bıraktı. Ah, ne yapayım, Denizciğim... Ne yapayım, sevgi- Tim... Annem seni hiç sevmiyor... Bir insan nasıl olur da hislerinde bu kadar aldanabilir, bilmiyoruna ki.. Bilh&ssa annem gibi hassas bir insan... Herhalde seni tanmıyor, hakkında yanlış hükümler veri- yor. Deniz, gözlerinde Bulunmıyatı yaşları, gizlice sildi. — Annem, doğru, namuslu, fa. ziletli bir kadındır. Onu, dolam- baçlı yollarda ikna edemiyeceği- me kanâat getirince, kendisine bü- tün olup bitenleri itiraf ettim. — Aman, ne söylüyorsun?... — Evet, söyledim. — Peki, ne dedin? — Uzun zamandanberi biribi- rimizi sevdiğimizi söyledim. Aş- kımızın bir de timsali doğduğunu haber verdim. Kendi ismimi BİZ:, letmemek için, adımı yavruma,, vermek mecburiyetinde olduğu- mu da bildirdim. Aman yarabbi... Bunları hep söyledin demek... — Evet.. — Peki, ne oldu?... Genç kadım, sapsarı Kesilmiş, alacağı cevabı bekliyordu. Oğla- nın heyecanı da daha az değildi. Deniz, bunu pek âlâ hissediyordu. Adnanın annesi, kendisinden nefret ederdi. Deniz, bunu da pek âlâ biliyordu. Oğlu üzerinde kadı- nın ne kadar nafiz olduğunun dx farkmdaydı. Acaba netice neye varacak« ti? (Devamı var) HABER akşam Postası ISTANBUL ANKARA CADDESİ Telgraf Adres': İSTANBUL HABER Talefan Yazı: 28872 — İdare: BiStO İTRBONE SARTLARI | İ Türkiye Eecnebi *1400 Kr. 2700 Kr.j 130 , 1450 4 j İğ aylık 400 , B00 1 aylık 150 ,, 300 İ iLÂN TARIFESi $ —— Tücaret ilânlarımın satırı 12,60 İ Resmi Hânlar 10 kuruştur. | İSenelik H aylık Üaneerenesunesacerannecani sahıbi ve Neşriyat Mhdürü: HASAN RASİM US Bazıldığı yeri IVAKTT> Mathaası IDARE EVİ *