Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
!_IŞBER — Akşam Pastası — Şahin Yavrusu BÜYÜK DENİZ ROMANI | .J. - | İlngilizce dersleri Yazan: Kadir Can No. 4 Habibeyi çalyaka götürerek denize fırlatıp attılar Sarsıntıdan sonra su sızmağa başlayınca diğer esirlerle beraber Habibeyi ve çocuklarını da yukarı atmışlardı. Üçü de bir tek insan gi bi baş taraftaki direğin dibine sin- mişler, yanıbaşlarındaki kalın ip- lere sarılmışlardı. Böylelikle güverteyi yalayan büyük dalgalarla beraber denize yuvarlanmaktan kendilerini koru- yorlardı. Valeryo'nun verdiği son emir- lezi anlamamışlardı. Fakat hemen o anda iri yarı tayfalar güvertede sağa sola saldırmışlar, zavallı Türk esirlerini sürükliye sürükliye geminin kenarma götürüyorlar, o- radan denize fırlatıyorlardı. Cığlıklar, yalvarmalar, ağala- malar, inlemeler para etmiyordu. “Annelerinin götürüldüğünü gören — genç kızlar, tayfaların üstüne sal- | “dırıyorlardı. Lâkin bir yumrukta geriye atılıyorlar, güvertenin kar- gaşalığına karışıyorlardı. O sırada gelen bir dalga bun- lardan bir ikisini de denize sürük- liyor. Sevgililerinin yanına götü- rüyordu. Ali ile annesi bunları gözleri büyüyerek seyrediyorlar, birbirle- rine daha çok sokuluyordu. Ayşenin hiç bir şeyden haberi yoktu. ba Bir aralık iri yarı bir tayfanın onlara doğru koşarak geldiğini gördüler. Ali yerinde doğruldu. Yavrularmı vermek istemiyen genc bir şahin gibiydi. Tayfa onu tutarak sağa doğru itti. Lâkin Ali bir yay gibi yerin- den fırladı, Tayfanm gözünün üs- tüne yaman bir yumruk attı. Tayfa yerinde sallandı. Acı bir ses çıkardı. Lâkin bundan ne fayda. vardı. İkincisi, üçüncüsü üzerlerine üşüş- tüler ve zavallı genç kadını kap- Ulkdarı gibi yürüdüler, Ayşeyi annesinin kucağından almışlar, yere fırlatmışlardı. Ali, denize götürülen annesine- mi, yoksa yerde yırtılırcasına ağ- lıyan ve bağıran kardeşine mi ko- şacağını şaşırmıştı. Evvelâ kardeşini kucakladı. Sonra annesinin arkasından koş tu: — Alçaklar!.. türüyorsunuz?7... Diye haykırdı. Mini mini Âyşe, mini mini ellerini uzatıyor: — Anne!... Anneciğim!... Diye bağrıyordu. İki tayfanm elindeki genç ka- dın, çocuklarını brrakmamak için alabildiğine çırpınıyordu. Lâkin kurtulamıyordu. İki tayfadan birisi kollarından, diğeri ayaklarından tutmuşlardı. Güvertede iki defa salladılar ve fırlattılar. i Genç kadın yeniden ve acı bir çığlık kopardı. Sonra köpüren, ku- duran ve haykıran denizin dalga- ları arasma düştü. K SŞahin yavrusu, kardeşini sımsı- kr kucaklıyarak annesinin atıldığı yere doğru saldırdı. Ne olursa ol- sun annelerinin arkasmdan gide- ceklerdi. Kısa boylu, basık burun- lu bir zabit güvertede sağa sola ko , OÖnu nereye gö- e: *'E_=-= du: — Şahin Reisin karısı nerede?... Çocukları nerede?... Ali, babasının adını duymakla onun ne demek istediğini anlama- mıştı. Fakat zabitin fena bir niyeti olmadığını sezmişti. Geminin yir- mi adım kadar ilerisinde çırpınan annesini gösterdi: — Onu kurtarın, siz iyi bir ada- ma benziyorsunuz!... Onu kurta- rın !... Diye yalvarıyordu. Yanlarına başka bir zabit gel- di. Basık burunlu adama: — Şahin Reisin karısmı mt arı- yorsun?... İşte... Banyo yapıyor!... Dedi. — Eyvah... On bin altın, gidiyor desene!... Yanlarından uzaklaşan ikinci zabit Ali ile Ayşeyi gösterdi: — Bunlar da çocukları!... Diye seslendi... Basık burunlu zabit bir denize, bir de Ali ile kardeşine baktı. On- ları direğin yanıma götürdü: —İpleri sımsıkı tutun, bırakma- yın, ben annenizi kurtarmağa ça- İrşaczağım!... Dedi. Ali bu sözlerin iyi mânada ol - duklarını anlamıştı. Zabit yeniden denize baktı. Gü- vertenin bir köşesine düşen ve di- rekten kopmuş olan bir — parçayı Habibenin olduğu yere fırlattı . Sonra Marki Valeryonun bu - lunduğu tarafa koştu. O anda müthiş bir dalga bütün güverteyi yaladı. İpleri ve kenarları iyi tüta- mıyan bir genç kızla iki çocuk de- nize yuvarlandılar. İki tayfa an- cak geminin bordasına tutunarak kurtulabildiler. Zaten herkes iskele — tarafına geçtiği için gemi de o tarafa yat- mış, sancak tarafındaki yara su kesiminden yukarıya çıkmıştı. Basık burunlu zabit te tayfalar - la beraber sürüklenmişti. Köpük - lere karıştı, bir an gözden kaybol - du. Bir daha görünmedi.. ÂAli yerinde doğruldu.. Marki Valeryo: — Esirleri kıç ambara atın!. Diye bağırdı.. Çünkü güvertede kalabalık ya- pıyorlardı. ÂAli basık büurunlu adamın . sa- yesinde annesinin kurtulacağını sanmıştı. Onun da birdenbire de- nize fırladığını görünce ileriye a - | tıldı.. Lâkin iki kuvvetli kol onu kar- deşiyle birlikte kucaklamış, çır - pınmalrama, bağırmalarına aldır- madan baş altına sürüklemiş, içeri atmış, kapısını da kapamıştı. Bir kaç saat evvelki esirden şimdi ancak beş on çocuk ve genç kız kalmıştı. Ali çılgın bir halde — ambarın kapısına saldırıyor, vüuruyor, bağı: rıyor, fakat birdenbire yatışmağa başlıyan fırtına ile, güvertede ma- neyra yapanların seslerindin baş ka bir şey duymıyordu. Mini mini Ayşe: — Anneciğim... Anneciğim ne oldu? Nereye gitti?. Diye Aliye soruyor, iri kara göz lanııden yı.glır doküluyor Müellifi: ömer Rıza —İ0— Bunların cemi şu şekildedir : Men, women, feet, geese, teeth, lice, mice, dormice, oxen, children. İngilizce, isimlere müteallik bir takım mühim kaideleri bırakmış- tır. Bunların birincisi — her ismin bir cins olması ,ona müzekker ve- ya müennes, yahut ne müzekker, ne de müennes olmıyan bir zamir ile işaret olunmasıdır. Meselâ Fransızca da masa mâ - nasında olan table kelimesi mü - ennestir. —Ona müfret gaip za - mirin müennesi ile işaret olunur. Fransızcada pencere, sandalye mânasında olan kelimeler de böy- ledir. —Fakat, duvar, kitap mü - zekker sayılır. Onlara müfredi gaip zamirin müzekkeri ile işaret olunur. Onun için — Fransızcada iki cins vardır. Yani müzekker ile müennes. Yunanca ile lâtincede üç cins vardır. Lâtincede kitap müzekker, pencere müennes, şarkı ne müzekker, ne müennestir. Ne müenhes, ne müzekker — olmıyan isimlere neuter (niyuter) derler di. —Bu kelime ne böyle, ne de şöyle, mânasındadır. İngilizce bu kaideleri bırak - mıştır. İngilizcede müzekker şa- hıslar bazı müzekker hayvanların isimleri müzekkerdir, müennes - lerin ismi de müennestir. Cansız olan şeylerin İngilizcede cinsleri yoktur. — İsterseniz bunlar hak - kında demin geçen neuter kelime- sini kullanabilirsiniz. Fakat dost, arkadaş mânasın - da friend (frend); bebek mâna - sında baby (bebi) ; fil mânasında olan elephant (ılıfonfh ka mânasında ant (ent) gibi hem müzekker, hem müennes cinslere kullanılan kelimelerin cinsi hak - kında common gender (komon cender) yani müşterek cins de - mek caizdir. Fakat sizin buna dair kaideler ezberlemenize lüzum yoktur. Prince (prins) prens, İion (layn) aslan gibi bazı müzekker kelimelerin sonuna ess ilâvesi ile müennes olur: prencess, İloness gibi.. Yoksa müzekkerlerin mu - kabili olarak bambaşka kelime - ler kullanılır: Baba, father (fazer) müzekker- dir . Müzekkere masculine gen - der (maskuyulin cender) — denir Bu kelimenin müennesi ana: mot- her (mazer) dir. Müennese femi- nine gender (femmın cender) de - nilir. Birader brother — (brazer) in müennesi - sister, hemşiredir. Efendi gentelman (centelmen) in müennesi lady (ledi) hanımdır. Bazan isme müzekker veya mü- ennes bir kelime ilâve edilir ve bu suretle cins gösterilir. He —goot erkek keçi; she — goot dişi keçi, man serwant erkek hizmetçi; maind — serwant ka - dın hizmetçi gibi. (Devamı var) kırk elli| 'll. habersiz, Venedik'e vardıkları za- man karısını ve çocuklarını kur tarabilmek ümidiyle küreklere ası- İryordu; Cezayir, İnebahtı, — korsanla.. Kör Ali, Tabansız Ahmet gibi yol- daşlar şimdi rüya olmuşlardı. Şahin Reisin kalbinde sanki bir hançer burkuluyordu. Vaktiyle çelik kanatlı, ufuk ta- nrmayan bir şahin gibi — dolaştığı bü denizlerde, bir kürek mahkümu olarak sürükleneceğini kim umar - Yazan: Aka Gündüz Savaştan önce ;çocuklarını o - kuttuğu babaların verdikleri eski kunduraları, daha eskittikten son- ra verdiği serseri bir adam var - dı.. Kürkçü dükkânından çıkarken görüyor.Artık o bir lutr postlu dev olmuş.. Yanında karabenekli, be- yaz tilki manto kuşanmış bir ka - dın vardır. Esoes bu eski dilencisine mer - haba demek için elini uzattı. Şimdi maliye — nazırının yakın döstu ölan bu eski dilenci Esoesin uzanan elini sadaka istemek için uzanıyor sandı. Kürkünün dış ce- binden bir kâğıt lira çıkarıp uzat - Esose, elini akrep sokmuşçası - na çekti..... — Beni tanıyamadın mı ? — Sen kimsin? — Yırtık kunduralarımnı, par - tal pantalonlarını sana veren fa - külteli! — Ben seni tanımıyorum.. Esoes, avma atılacak bir kaplan gibi geri çekildi.. Ve: — Deyyus! diye haykırdı, eski miskin.... Deyyus! — Bu orospuyu yanma aldırn diye, bütün insanlığı mı unuttun? Kahpe dölü! Karabenekli tilki — derisinden manto kuşanmış, suratı boyalı ka- dın, erkeğinin koluna sarılıp hay- kirdı: — Sakm öldürme! Bu bir de - lidir... Lütr paltolu ve her yanı pırlan- rincal| talr eski W& - İstasyonda ban ae nf nazının yakmn dostu ses çıkarama-| ta üğütladier b paine » dı. Esoes'i tanımış ve eski ceketi- nin her düğme iliğinde bir bağı - tırlık (kahramanlık) nişanının kor delâsmı görmüştü. Ödü tam patla- yacaktı amma, yanındaki, müste - şarın boyalı kadınından çekindiği için yarım putladı EİO“ m&dır“ l Eski dilenci, serseri ile yanın - daki metresi ve müsteşarın karısı geçtiler.. Esoes hızlı konuşl:ugu için sağ kalça kemiğindeki kurşun yarala - rının acısı tepreşmişti. Yüzünü bu- ruştura, buruştura yürürken: ma - liye nazırının yakın dostu ilk dük- kâna girdi ve polis müdürüne te - lefon etti: — Uuydurma zabit — ve yalan yaralı kılığında birisini gördüm .. Tahıyorum onu... Eski bir casus - tur. — İlerideki — polis noktasma telefon ederseniz tutarlar. Ben mi kim?... Ben.... Sesimden tanıma - dınız mı? Ben.. Maliye nazırının yakın akrabasından ve ordunun yiyecek ve içecek müteahhitle- rinden M. Telmel... — Başüstüne efendim! Şimdi!. Şimdi yakalatırım keratayı!.. Esoes'i yakaladılar.. İki lâf ettirmeden koynundaki bütün kâğıtları aldılar... — Yahu! Ben yedek zabitim . Yaralandım ,buraya raporlu gel - Yaralarını gösterdiği kalçası - na bir çivili tekme âttılar. Savaş siperlerinde tanrıdan üs- tün sayılan mülâzim, burada zağar ağzında yaralı ceylâna dönmüş - Bir saat sonra polis mahkemesi- ne verdiler.. Ülkenin en kötü yerine sürsün - ler diye.... 'R | ,,,ı,' w dı Tn F- OKN A A YAT aN YKDN ” H e LA Esoes, polis mahkemesinin soör - " AT L dt GLE A l üre ek Li Baz | | Alma ve başka diıle çevll'l' P 7 Bi Devlet vyasasınca koru'udu" | medi. Yalnız sormld karşı açtı ağzını, yumdu gö '_ — Bir ulus boğuşuyor. Bıı' e Ü açlıktan, bakımsızlıktan, , lelikten ölüp boğuluyer! İşi madı, kalmadı da dördü üç kurşun yemiş beni mi y4* dınız deyyuslar!!!! ?77.. Esoes'i, eşek sudan dek dövdüler.. Esoes, gık demedi.. ; Esoes, namuslu bir pvli’_e Ve for verdi. Namuslu bir Poı". ' for alır mı? n . Alır!..;. [3 ; Esoes gibisi verince alır | Namuslu polis; Esoes'in 1 anafor parayla — ve (bir y* » adı ile baş kumandanlığa ? grafı çekti: (Mülâzim Esoes, casus d"" seri diye, bir deyyusa, dej di diye, ve en son ülkeyi I" diye tuttular. Dövüyorlar. (* lis müdürlüğnün — bod dır.) ; Esoes ,otuz saat dayak yö” otuz birinci saat cevap geld" p (Yedek mülâzim Esoes'i #” bıraknız. Polis müdürünü E*(f nuz.. Dövenleri bağlayıp ba$ mandanlığa gönderiniz. * tam düzenli bir alayla size " yapacağım!.) Nah gitti, devlet merkeli" Polis müdürünü —polıtlh kaları ile hoş geçindiği ıçli') l yük bir vilâyete vali yaptılâ" (. , K Ve çt )'! Ve Esoes'ten rüşvet nld!v 4 ile telgraf çeken namuslu "? W Esoes'i dövdü diye baglıyı? 5, derdiler! Bi çe) neler görmüştü, neler.. » Yolda giderken hem © hem gülümsiyordu.. : Polis müdürü namuslu, * amma biraz sinirli bir a€ Halkın dirliğini sopada sâ” du. Karşısına birisini ye görsünler. Namuslu olsu sız olsun, uğursuz olsun, £ _ 4 sa olsun.. Polis müdürü © "f kâğıdının altına kırmızı * $ yazıyordu: İ — Elli sopa! Yüz değf yüz baston! Beş yüz vuru Müdür bunu samimi — samif emrediyordu, » am rumda işin özü değişiyor" komiser dayağı yıyecek | yaklaşıyor, kulağına: — / — Yazdığını işittin nt Budalaliğın sırası değil” için yüz elli sopa Anlayışlı isen anla!.. elhi lira kurtul.. Veıiyorlar, ve de e 'Müdür namuslu Müdür sopanın, diğini bilmiyordu. Yalnız müdür; idi. Kim ne ders€ ö — Benim adanlı“““ İ yapmaz!!.. “Der çıkardı.. Esoes, ı,oArumd öğrenmişti: ( işmar olduğunu- İ Halkın dili W İ idi. ,