BÜYÜK DENİZ ROMANI —) Şahin Yavrusu — Kadir Can No. 4 Habibeyi çalyaka götürerek Yazan: WHH_ — Akşam Postası rln gilizce dersleri .İ Müellifi: ömer Rıza ; T Bunların cemi şu şekildedir : azan: A ounduı Na 25 Men, women, feet, geese, teeth, lice, mice, dormice, oxen, children. Savaştan önce ;çocuklarını o -! “İ.ı"ı'ılıu;e isimlere mütcallik bir | Kuttuğu babaların verdikleri eski| takım mühim kaideleri bırakmış-| kunduraları, daha eskittikten son-| denize fırlatıp attılar Sarsıntıdan sonra su sızmağa başlayınca diğer esirlerle beraber Habibeyi ve çocuklarmı da yukarı atmışlardı. Üçü de bir tek insan gi | bi baş taraftaki direğin dibine sin- | mişler, yanıbaşlarındaki kalın ip- lere sarilmışlardı. Böylelikle güverteyi yalayan büyük dalgalarla beraber denize yuvarlanmaktan kendilerini koru- yorlardı. Valeryo'nun verdiği son emir- lezi anlamamışlardı. Fakat hemen © anda iri yarı tayfalar güvertede sağa sola saldırmışlar, zavallı ; Türk esirlerini sürükliye sürükliye geminin kenarma götürüyorlar, o- râdan denize fırlatıyorlardı. Cığlıklar, yalvarmalar, ağala- malar, inlemeler para etmiyordu. Annelerinin götürüldüğünü gören " genç kızlar, tayfaların üstüne sal- " dırıyorlardı. Lâkin bir. yumrukta geriye atılıyorlar, güvertenin kar- gaşalığına karışıyorlardı. O sırada gelen bir dalga bun- lardan bir ikisini de denize sürük- liyor. Sevgililerinin yanına götü- rüyordu. Ali ile annesi bunları gözleri büyüyerek seyrediyorlar, birbirle- rine daha çok sokuluyordu. Ayşenin hiç bir şeyden haberi yoktu. »» Bir aralık iri yarı bir tayfanın onlara doğru koşarak geldiğini gördüler. Ali yerinde doğruldu. Yavrularını vermek istemiyen genç bir şahin gibiydi. 'Tayfa onu tutarak sağa doğru itti. Lâkin Ali bir yay gibi yerin- den fırtadı, Tayfantn gözünün üs- Küne yaman bir yumruk attı. Tayfa yerinde sallandı. Acı bir ses çıkardı. Lâkin bundan ne fayda vardı. İkincisi, üçüncüsü üzerlerine üşüş- tüler ve zavallı genç kadını kap- tıkları gibi yürüdüler. Ayşeyi annesinin kucağından almışlar, yere fırlatmışlardı. Ali, denize götürülen annesine- mi, yoksa yerde yırtılırcasına ağ- lıyan ve bağıran kardeşine mi ko- şacağını şaşırmıştı. Evvelâ kardeşini kucakladı. Sonra annesinin arkasından koş tu; — Alçaklar!... türüyorsunuz?... Diye haykırdı. Mini mini Ayşe, mini mini ellerini uzatıyor: — Amne!... Anneciğim!... Diye bağrıyordu. İki tayfanm elindeki genç ka- din, çocuklarını birakmamak - için alabildiğine çırpınıyordu. Lâkin kurtulamıyordu. İki tayfadan birisi kollarından, diğeri ayaklarından - tutmuşlardı. Güvortede iki defa salladılar ve fırlattılar. f Genç kadın yeniden ve acı bir çığlık kopardı. Sonra köpüren, ku- duran ve haykıran denizin dalga- Tarı arasına düştü. .» Şahin yavrusu, kardeşini sımsı- kı kucaklıyarak annesinin atıldığı yere doğru saldırdı. Ne olursa ol- sun annelerinin arkasından gide- ceklerdi. Kııı hoykı basık burun- bit Onu nereye gö- ko | lerinden ya — Şahin Reisin karısı nerede?... Çocukları nerede?... Ali, babasının adını duymakla onun ne demek istediğini anlama- mıştı. Fakat zabitin fena bir niyeti olmadığmı sezmişti. Geminin yir- mi adım kadar ilerisinde çırpınan annesini gösterdi: — Onu kurtarım, siz iyi bir ıdı- ma benziyorsunuz!... Onu kurta- rın!... Diye yalvarıyordu. Yanlarına başka bir zabit gel- di, Basık burunlu adama: — Şahin Reisin karisını mı arı- yorsun?... İşte... Banyo yapıyor!... Dedi. — Eyvah... On bin altın, gidiyor desene!... Yanlarından uzaklaşan ikinci zabit Ali ile Ayşeyi gösterdi: — Bunlar da çocukları!... Diye seslendi... Basık burunlu zabit bir denize, bir de Ali ile kardeşine baktı. Ön- ları direğin yanma götürdü: —İpleri sırasıkı tutun, btrakma- yın, ben annenizi kurtarmağa ça- hşacağım!... Dedi. Ali bu sözlerin iyi mânada ol .- duklarını anlamıştı. Zabit yeniden denize baktı. Gü- vertenin bir köşesine düşen ve di- rekten kopmuş olan bir — parçayı Habibenin olduğu yere fırlattı . Sonra Marki Valeryonun bu - lunduğu tarafa koştu. O anda müthiş bir dalga bütün güverteyi yaladı. İpleri ve kenarları iyi tuta- mıyan bir genç kızla iki çocuk de- nize yuvarlandılar. — İki tayfa an- cak geminin bordasına tutunarak kurtulabildiler. Zaten herkes iskele — tarafma geçtiği için gemi de o tarafa yat- mış, sancak tarafındaki yara su kesiminden yukarıya çıkmıştı. Basık burunlu zabit te tayfalar - la beraber sürüklenmişti. Köpük - lere karıştı, bir an gözden kaybol du. Bir daha görünmedi.. Ali yerinde doğruldu.. Marki Valeryo: — Esirleri kıç ambara atım!. Diye bağırdı.. Çünkü güvertede kalabalık ya- pıyorlardı. Ali basık — burunlu adamın . sa- yesinde annesinin kurtulacağını sanmıştı. Onun da birdenbire de- nize fırladığını görünce ileriye a - tıldı.. Lâkin iki kuvvetli kol onu kar- deşiyle birlikte kucaklamış, çır - pınmalrama, bağırmalarına aldır- madan baş altına sürüklemiş, içeri atmış, kapısını da kapamıştı. Bir kaç saat evvelki — kırk elli esirden şimdi ancak beş on çocuk va genç kız kalmıştı. Ali çılgın bir halde — ambarın kapısma saldırıyor, vuruyor, bağı rıyor, fakat birden5ire yatışmağa başlıyan fırtına ile, güvertede ma- nevra yapanların seslerindin baş ka bir şey duymıyordu. Mini mini Ayşe: — Anneciğim... Anneciğim ne oldu? Nereye gitti?. Diye Aliye soruyor, iri kara göz ır dökülüyordu. — tır. Bunların birincisi bir cins olması ,ona müzekker ve- ya müennes, yahut ne müzekker, ne de müennes olmıyan bir zamir ile işaret olunmasıdır. Meselâ Fransızca da masa mâ - nasında olan table kelimesi mü - ennestir. — Ona müfret gaip za - mirin müennesi ile işaret olunur. Fransızcada pencere, sandalye mânasında olan kelimeler de böy- | ledir. Fakat, duvar, kitap mü - zekker sayılır. Onlara müfredi gaip zamirin müzekkeri ile işaret olunur. Onun için — Fransızcada iki cins vardır. Yani müzekker ile müennes. Yunanca ile lâtincede üç cins vardır. Lâtincede kitap müzekker, pencere müennes, şarkı ne müzekker, ne müennestir, Ne müenhes, ne müzekker — olmıyan isimlere neuter (niyuter) derler di. —Bu kelime ne böyle, »ne de şöyle, mânasındadır. Ingilizce bu kaideleri bırak - mıştır. İngilizcede müzekker şa- hıslar bazı müzekker hayvanların isimleri müzekkerdir, müennes - lerin ismi de müennestir. Cansız olan şeylerin İngilizcede cinsleri yoktur. — İsterseniz bunlar hak - kında demin geçen neuter kelime- sini kullanabilirsiniz. Fakat dost, arkadaş mânasın - da friend (frend); bebek mâna - sında baby (bebi) ; fil mânasında olan elephant ( d“df mânasında ant (ent) gibi — hem müzekker, hem müennes cinslere kullanılan kelimelerin cinsi hak - kında common gender (komon cender) yani müşterek cins de - mek caizdir. Fakat sizin buna dair kaideler ezberlemenize lüzum yoktur. Prince (prins) prens, İion (layn) aslan gibi bazı müzekker kelimelerin sonuna ess - ilâvesi ile müennes olur: prencess, lioness gibi.. Yoksa müzekkerlerin mu - kabili olarak bambaşka kelime - ler kullanılır: Baba, father (fazer) müzekker- dir : Müzekkere masculine gen - der (maskuyulin cender) — denir. Bu kelimenin müennesi ana: mot- her (mazer) dir. Müennese femi- nine gender (femının cender) de - nilir. Birader brother müennesi - sisler, Efendi gentelman (centelmen) in müennesi lady (ledi) hanımdır. Bazan isme müzekker veya mü- ennes bir kelime ilâve edilir ve bu suretle cins gösterilir. He —goot erkek keçi; she — goot dişi keçi, man serwant erkek hizmetçi; maind — serwant ka - dın hizmetçi gibi. (Devamı var) habersiz, Venedik'e vardıkları za- man karısını ve çocuklarını kur tarabilmek ümidiyle küreklere ası- hıyordu. Cezayir, İnebahtı, — korsanla.. Kör Ali, Tabansız Ahmet gibi yol- daslar şimdi rüya olmuşlardı. Şahin Reisin kalbinde sanki bir hançer burkuluyordu. Vaktiyle çelik kanatlı, ufuk ta- nımayan bir şahin gibi — dolaştığı bu denizlerde, bir kürek mahkümu dı?.. her ismin| Ta verdiği serseri bir adam vâr LA LA ı teka g bEci üD ceın di e n : ÜY |d Kürkçü dükkânından çıkarken görüyor.Artık o bir lutr postlu dev olmuş.. Yanında karabenekli, be- yaz tilki manto kuşanmış bir ka - dın vardır. Esoes bu eski dilencisine mer - haba demek için elini uzattı. Şimdi maliye — nazırının yakın dostu olan bu eski dilenci Esoesin uzanan elini sadaka istemek - için uzanıyor sandı. Kürkünün dış ce- buıılın bir kâğıt lira çıkarıp uzat - — Beni tanıyamadın mı ? — Sen kimsin? — Yırtık kunduralarmı, par - tal pantalonlarını sana veren fa « külteli! î açlıktan, bakımsızlıktan, lelikten ölüp boğuluyer! İ' — Ben seni tanımıyorum.. Esoes, avma atılacak bir kaplan gibi geri çekildi.. Ve: — Deyyus! diye haykırdı, eski miskin.... Deyyus! — Bu orospuyu yanma aldın diye, bütün insanlığı mı unuttun? Kahpe dölü! Karabenekli tilki — derisinden manto kuşanmış, suratı boyalı ka- dın, erkeğinin koluna sarılıp hay- kırdı: — Sakın öldürme! Bu bir de - lidir... Lutr paltolu ve her yanı pırlı.ı- talı eski dı. Esoes'i tanımış ve eski ceketi-| nin her düğme iliğinde bir bağı - tırlık (kahramanlık) nişanının kor delâsmı görmüştü. Ödü tam patla- yacaktı amma, yanındaki, müste - şarın boyalı kadınından çekindiği için yarım patladı.. !M’.” wp. w Eski dilenci, serseri ile yanın - daki metresi ve müsteşarın karısı geçtiler.. Esoes hızlı konuıhıiu için sağ kalça kemiğindeki kurşun yarala - rının acısı tepreşmişti. Yüzünü bu-| ruştura, buruştura yürürken: ma - liye nazırının yakın dostu ilk dük- kâna girdi ve polis müdürüne te - lefon etti: — Uuydurma zabit — ve yalan yaralı kılığında birisini gördüm .. Tahıyorum onu... Eski bir casus - tur. — İlerideki — polis noktasına telefon ederseniz tutarlar, Ben mi kim?... Ben.... Sesimden tanıma - dınız mı? Ben.. Maliye nazırının yakın akrabasından ve ordunun yiyecek ve içecek müteahhitle- rinden M. Telmel... — Başüstüne efendim! Şimdi!. Şimdi yakalatırım keratayı!.. Esoes'i yakaladılar.. İki lâf ettirmeden koynundaki bütün kâğıtları aldılar... — Yahu! Ben yedek zabitim .. Yaralandım ,buraya raporlu gel - dim... Yaralarını gösterdiği kalçası - na bir çivili tekme âttılar. Savaş siperlerinde tanrıdan üs- tün sayılan mülâzim, burada zağar ağzında yaralı ceylâna dönmüş - tü... Bir saat sonra polis mahkemesi- ne verdiler.. Ülkenin en kötü yerine sürsün - e tae '7 olarak sürükleneceğini kim umar -| ler diye.... plııııhh-ulnhıor— 7') ikinci teşrin İ93. 5000 Alma ve başka dıle çc"' » Devlet yasasınca koru'ud . medi. Yalnız — sorm karşı açtı ağzını, yumdll _v | — Bir ulus boğuşuyor. Bir#) | madı, kalmadı da dördi üç kurşun yemiş beni mi YAY dınız deyyuslar!!!! 222 | ğ Esoes'i, eşek sudan 5& 1 dek dövdüler.. Ö Esoes, gık demedi.. K Esoes, namuslu bir polist " ) > for verdi. Namuslu bir for alır mı? Alır!.... Esoes gibisi verince ılW Namuslu polis; Esoes'in V) anafor parayla — ve (bir adı ile baş kumandanlığa grafı çekti: M (Mülâzim Esoes, casus dif” 4 | seri diye, bir deyyusa, di diye, ve en son ülkeyi diye tuttular. Dövüyorlar. (- His müdürlüğnün — bodru! dır.) N Esoes ,otuz saat dayak YE PN otuz birinci saat cevap geldi 4P | (Yedek mülâzim Esoes'i ! brraknız. Polis müdürünü &' nuz.. Dövenleri bağlayıp mandanlığa gönderiniz. tam düzenli bir alayla size Ş yapacağım!.) Ş Nah gitti, devlet merkezİ” fi Polis müdürünü kaları ile hoş'geçindiği W yük bir vilâyete vali yaptılı İstasyonda bandsine. ei C Z e 720 ”| ha Ve... Ve Esoes'ten rüşvet aldığ' ' ile telgraf çeken namuslu y Ü, Esoes'i dövdü diye bağlayıP * ft4, derdiler! dığı uzaca ( çe) neler görmüştü, neler.. » Yolda giderken - hem hem gülümsiyordu.. Polis müdürü namuslu, * amma biraz — sinirli bir 8€ Halkın dirliğini sopada du. Karşısına birisini ye görsünler. Namuslu o sız olsun, uğursuz olsun, K? sa olsun.. Polis müdürü © "f kâğıdının altına kırmızı yazıyordu: — Elli sopa! Yüz deği! yüz baston! Beş yüz Müdür bunu samimi samii emrediyordu, rumda işin özü değişiyo komiser dayağı YW“& p yaklaşıyor, kulağına: / — Yazdığımı işittin 1 Budalalığın sırası değ!" için yüz elli sopa Kileytünüeen anlkli Vâ elli lira kurtul.. Müdür sopanım; dıgııî'“lml!m Yalnız müdür, HF" idi. Kim ne derse ©| b — Benim .dıılvl_ Ş , yapmaz!!.. 4 Vi 'Der çıkud'- dınııııııö (Polis) __