Yorgun bir halde eve girdi.. Her gece sokakları serseriler gibi dolaşr, sabahlara yakın uyıı-l mağa dönerdi.. Birikmiş hikâye- | leri, yarı kalmış romanları arasına (felsefei hayat)ımdan bazan üç beş satır daha katar, sonra, gelen yeisle her şeyi bir tarafa fırlatır, çok zaman kendi de dışarıya -fır- lardı., Yıllarca var ki uykusuzdu.. — Einstein zaman meselesini ele, benim gibi uykusuz anlarında almalı ! Diye söylendi.. Şapkasını kar- yolaya attı.. — Beni yaratan bana duygu yerine mel'anet vermeliydi mel'a- net!.. Yerde yıgın halinde yatan ki- taplara her akşamki gibi baktı.. — Yalnız olduktan sonra neye yarar bunlar? Ben ki binlerce in- sana heyecan verdim.. Sayısız ki- şinin ruhuma hitap ettim.. Buna mukabil ne aldım?, Kimler anladı beni?.. Bir kitap kabının arkasma, &- lindeki kalemle ihtiyarsız yazma- | ğa başladı: “Kâinatta ehemmiyeti nakısı namütenahiye varan bu yuvarla- Bin üstünde namuslu, —namussuz muvaffakiyet yolları tutmuş ser- serilerden kimi kime şikâyet ede- yim?.,, Bir aralık kapmın çalındığını duydu.. Küskün yıkıldığı yerden fırladı. Koridora çıktı.. Seneler- dir çalınmıyan bu kapr acaba ki- min ziyaret yeri oluyordu?.. Baktı. Dışarda öon yaşlarında kadar bir kız çocuğu duruyordu: — Ne istiyorsun çocuğum?.. — Annem hasta da.. —E?. —Yalnızız.. Korkuyoruz.. Y: | nızdaki komşuyuz biz... Saate baktı.. Sabaha çok şey kalmamıştı.. — Sen uyumadın mı hiç?. —Annem hasta.. Yalnız nasıl bırakayım?, Dünyada ilk istirap hissini du- yanlara bin bir lânet okudu.. Bu duygu onlardan diğerlerine yayı- lrvermişti.. — Beni mi çağrıyor?.. Mütereddit ses cevap verdi: — Evet.. — Peki geleyim.. Gittiler.. Yatakta genç bir ka- dın yatıyordu.. Kıza sordu: — Doktor çağırmadımız mı?.. Çocuk duyurmak istemiyor gi- biz — Paramız yok ki.. dedi.. Hastaya baktı.. Baygın bir hal- deydi.. — Kaç günden beri yatıyor?. — Sekiz gün oluyor.. Babamım manevrada kaza ile öldüğünü ha- ber verdiler.. O günden beri de annem hastalandı.. — Sizin hiç kimseniz yok mu?. — Biz yabancısıyız buranm e- fendim.. Kimsemiz yok.. Şemsi hastanm nabzmı tuttu.. Birden tekme yer gibi oldu.. Sap- sarı, kıza döndü: — Annen ne vakitten beri böy- le?.. — Akşamdan uyudu.. Ben bek- ledim.. Başını önüne eğdi.. Sonra ço- Yuğun ellerinden tuttu.. —Senin ismin ne?.. — Nesrin.. — Anmnen burada uyusun şimdi “Deli sevdalılar bizim eve gidelim Nesrin.. Şemsi, ölüyü ihtimamla örttü.. Dışarı çıktılar. . * Beş yıl geçmişti.. Şemsi, Nesrin birbirlerine kardeşlikten ziyade bir aşk hissiyle bağlanmışlardı.. Fakat Şemsiyi yakan ezeli bir dü- şünce, Nesrine olan muamelesini kardeşlik hududundan dışarı çı- karmryordu.. “Beni sevmesin.. Seymesin.. Ben ki mektepte muallim. tokatla- mış, timarhaneye girmiş bir insa- nım...,, Diye düşünüyordu.. Lâkin onun gittikçe güzelleşen vücudu, hari- kulâde gözleri, sevgide gördüğü sonsur. mukabele onu, Nesrine bağlıyordu., “Fakat ben.. Ben onu mes'ut yapamıyacağım.. Sevdiğim hal- de... Ben deliyim.. Binlerce insana heyecan verdim ama...,, Nesrin, sevildiğini bildiği hal- de şımarmamıştı.. Şemsi, seneler- ce evvelki faclayr ona pek çabuk unutturmuştu.. Lâkin şimdi de sı- kılmağa başlamıştı.. Geç geldiği bir akşam ona san- ki çıkıştı: — Bu, hep böyle mi devam ede- cek Şemsi?.. İlhammı geceden ziyade artık bu kızdan alan Şemsi birden şa- şırdı: Nesrin, hrrçm, biraz da mahzun devam etti: » — Beni neye hiç düşünmüyor- sun Şemsi?.. Şair, kitaplarında yaratamadı- ğı bir heyecan duydu.. — Nesrin!.. Nesrinim!. Onu ellerinden tuttu.. Sonra tapındığı başı göğsünde sıktı.. Sık- tr. Bir akşam boş sokaklardan sız” lıyarak dönüyordu.. “Çıdldırmazsam!... Allahım çıl- dırmazsam..,, Kulakları, saz sesleri, nağme- lerle doluydu.. Öyle sanryordu ki bu çılgımlığı, bu cümbüşü ile kâi- mat onunla alay ediyordu.. Gürültünün, eve yaklaştıkça arttığını hissetti.. *“Bu bitkin zamanımda eğlence- yi Nesrin yapıyorsa...,, Uzaktan evinin ışıklar içinde olduğunu hayretle gördü.. Her yerden renk renk dökülen ziyalar, ona bir facia oyunu karşısımda bu- lunduğu duygusunu verdi.. Şapka- sını yere attığmım farkında bile olmadan koştu.. Sayhalar, haykı- rışlar, âvazelerle içeri girdi.. Ev, bir tekkeye dönmüştü.. Ney ve saz sesleri arasmda “hul,, çekenler, ortada fırıl fırıl dönenler, “me- det!,, savuranlar, kucaklaşanlar içinde Nesrinji gördü.. Çıldırma- mak kabil değildi.. “Seni bu ak sakalir yobazlar mar okşıyacaktı mel'un?,, Yaralı bir hayvan narası saldı.. İleri atıldı.. Göğüsliyerek devirdi- ği dönenler arasından o eski sev- giliyi çekti.. Halkaladığı parmak- larıns onun boğazında gezdirdi.. Gene sıktı.. Sıktı., İki gün sonra gazeteler şu ha- vadisi verdiler: “...Büyük şâir çıldırmış ve...ilâh ilâh..,, Kalender haber veren adam ! Bu fevkalâde kabiliyete sahif olan adam bir Isveçlidir — Dünyada olacak ve olan şeyleri ) zamanda ona, Fransızca bilmedi bilmek bir insan için ne büyük kuvvettir. Aynı zamanda da ne müthiş bir şey.. Düşününüz bir ke- re, biliyorsunuz ki pek yakmda bir zelzele olacak, bütün bir diyarı mahvedecek.. Biradam öldü - rülecek, dünya alt üst olacak, Fa - kat elinizde buna mani olmak için bir kudret yoktur. İşte bu sırra sahip bir adam bu- gün mevcuttur. Yalnız bu adamın bu mazhariyetine mukabil bir baş- ka mazhariyeti de vardır. O da, Yalnız istediği zamanlar ve az çok kendisile uzak veya yakından alâ- kadar şeyler hakkında bu kabili - yetini kullanabilmesi, diğer za - manlar ise, sizin ve benim gibi ale- lâde bir adam olarak yaşamasıdır. Bu adam genç bir İsveçlidir ve ismi Palanderdir. Kendisiyle Ati- nada arkadaşlarımızdan birisi gö- rüşmüştür. Daha ziyade, Palan - der arkadaşımızla görüşmüştür, Bakınız bu mülâkatı, arkadaşımız nasıl anlatıyor. “— Beş gündenberi Atinaaa o- nu arıyordum. Gezmediğim yer kalmadı. Artık onu bulmaktan ü - midimi kesmiştim. Zaten daha u - zun müddet de bu neşeli şehirde kalamıyacaktırm. Otele döndüm. Odama çıktım. Biraz sonra telefon çaldı. Açtım: — Allo.. Evet.. benim., rica e - derim şakanın sırası değil.. ne di- yorsunuz? Sizi aradığımı his mi ettiniz? Bir yanlışlık olmasm?. pe- ki.. yarm sabah gelirim. Telefonu kapadım. Büyük bir hayret içinde idim. Beni arayan bizzat Palander idi, ve bana, er - tesi gün için adresini verdiği bir o- telde randevü veriyordu. O gece rahat uyumadım, desem, yeridir. Ertesi sabah sözleştiğimiz gibi tam saat onda otelde bulun - mak üzere bir otomobile bindim. Otele vaktinden beş dakika evvel varmıştım. Otelci, beni görür gör - mez: — Buyurunuz, dedi, M. Palan- der beş dakika evvel geleceğinizi görmüştü, sizi bekletmek istemi - yor. İkinci kata çıkınız. Garson si- zi odasına götürür. — Fakat daha evvel geleceğimi nereden biliyordu? — Orasımı kendisine sorunuz. Bana, sadece “yeşil bir otomobille birisi gelecek. Kendisine saat on- da söz vermiştim. Fakat o beş da- |" kika evvel gelecek bekletmeyiniz, yukarı alınız,, diye emir verdi. Yavaş yavaş “fevkalâde,, deni- z len şeylere alışıyordum. Sesimi çı- karmadan asansöre bindim, ikinci || kata çıktım. Bir garson bana oda - yı gösterdi. Kapıyı vurdum. İçeri girdim, Odada, iki kişi vardı. Durak - ladım. Herhalde yanlış olacaktı. Çünkü ikisi de genç ve neşeli in - sanlardı. Ben, sakallı, bir elinde baykuş, öteki elinde bir asa, esra- rengiz tavırlı birisile karşılaşaca - ğimı ümit ediyordum. Aldanmı - | | şım. Palander karşımdaki gençler- den birisi imiş. Yanındaki de İs - veçli akadaşlarından biri. Aynı du. Palander tercümanı vasıtasile dedi ki: — Niçin beni aradığmızı bili « yorum. Size kısaca haber vereyim ki, ben istikbali keşfedenlerden değilim. Ben yalnız maziyi keşfe - rim, Şu farkla ki, benim kanaa - timçe, mazi, tıpkı tarih gibidir. Bir tekerrürden ibarettir. Ve bu - nun için, kibrit kıralı Krögerin ö- lümünü on iki gün evvel İsveç mat buatma bildirmiştim. — Ne diyorsunuz? Akradaşı tasdik etti ve: — Müsaade ederseniz, dedi, si- ze Palander'in bir vakasını anla - tayim. Hem böylece bir sürü sual- lerden kurtulmuş olursunuz. Ge - çen sene, Palander, İstokholmda meşhur bir doktorun evinde bulu - nnyordu. Telefon çaldı ve çılgın gibi bir ses doktora derhal, ölüm, halinde bulunan bir hastasımım ya- nına gelmesini rica etti. Çılgın gi- bi, diyorum, çünkü sesin sahibi te- lefonu kapamış, fakat hastanm ne ismini ne adresini, ne de kendi is- mini söylemeği unutmuştu. Dok - tor da nazik bir vaziyette kalmış- tı. Palander doktora yardım et - mek istedi. Ve kendine mahsus te- fekkür âlemine daldı. Bir az sonra hastanm ismini, adresini görmüş - tü. Derhal gittiler, doktor hastayı tehlikeli vaziyetinden kurtardı. Bu hasta bir kontes idi, Şimdi Pa- Jandere ebediyen minnettardır. Palander hayretimi, — gülerek seyrediyordu, arkadaşına bir işa- ret etti. Arkadaşı kalktı, gözlerini kırmızı bir mendil ile bağladı. Sonra elime bir kâğıt vererek: — Buraya, dedi, istediğiniz li - sanda bir kelime yazınız, yahut is- tediğinz bir şekli çiziniz. Kâğıdı elime aldım. Düşündüm. Arap harfleri ile imzamı attım. Palander bir müddet durdu, son- ra kalemi eline alarak, başka bir kâğıda aynen imzamı attı. Dona kalmıştım. Tercümanlık eden zat dedi ki: — Bu bir şey değil. Üzerinizde hususi pek hususi bir şey.. bir mek- tup filân var mı? Cebimde, benim için çök sevgi- li bir vücuttan almış olduğum bir | lara satıldı. H - | telgraf vardı.. Onu uzattım; K | ği için, tercümanlık da yapıyor- | landere verdim. Aldı. DÜM Londra sakaklarında işliyen otabüslerin en ıüııtlı'ld_'i_ bir yarış yapılmış, resimde görülen ve karoserisi Jeii!"' nan otobüs saatte 180 kilometre süratle birinci gelmiştir: ğ Nihayet, tercüman vasıtasilt £ ları söyledi: M — Bir kadın görüyorum. bir kadın.. İnce.. Narin bir kadik Bir genç kız denebilir.. Ku; t rengi saçları var.. Ağzı çok çizilmiş.. Boyu uzunca.. Gö: ri.. Güldüğü zamanlar ıl-l")J var. Vücudunnu... Palander, bu kal vücudunun mahrem yerleri v; kında öyle tafsilât veriyordu Ki danmanm imkânr yoktu. GM rek tecrübeyi burada kestik. A daşı: j — Size, dedi, garip bir vakâ ha anlatayrm. Bundan üç ay ! Viyanada idik. Palanderin yetlerini duymuş çok zengin ile bizi davet etti, Gittik. Bir Yüksek tabakaya mensup ki: toplanmıştr. Tecrübeye başl Palenderin — gözlerini bağladi' | İ Kendisine, istenilen bir şeyin rilmesini söyledim. Ev sahibi M dam, drvardan küçük bir resimif dirdi, verdi. Bu iki elma ile bir * | « mut resminden ibaret bir yığlı'_ ' t ya resim idi. Palender bir müd " gee düşündü. Sonra “Bu, dedi, ıııî kulâde nefis bir tablo.. Büyük üstadın eseri,, Etraftan herkes | lüşüyordu. Ben de bozulmağa ladım. O devam etti: “Resi dedi, beş kişi görüyorum — A sla-yurttliyordu. F 'alander devam etti: “Re imzası David Teniers Jeune,, Gene gülüştüler. Çünkü rvesi: imaza yoktu. Palander de gül du ve son söz olarak “Yalnız, di, bu şaheserin üzerine kötü ressam iki elma ve bir armut yapmış,, ü Bu sözlere önce kimse înı" dı. Fakat hazırun arasında bult nan bir ressam tabloyu aldı, kazımağa başladı, altından, katen Palanderin dediği meşhur üstadın bir şaheseri dana çıktı. # Tercüman — sözünü bitirdi şunları ilâve etti: » — Bu tablo, şimdi, Amerik?|, zengin bir kolleksiyonun ..ıu'ü”, rafımdan satın almmıştır. Bin © |