” ikinci teşrin aa San'at bahisleri: Yaratıcı sanat ve sanatta muvazene TBu yuıtxc_ı-k_ıl;iliyelleıin müte- Bir mevzu düşünmek, onu bir sanat haline koyabilmek için kâfi olsa idi, herkes artist olurdu. Bir eserin sanat eseri olabilmesi için birçok özlüklere ve erdemlere sa- hip olması lâzım geldiğini bilmi- yen yoktur. Bazı kimseleri sanattaki ferdi- yet ve şahsiyeti örneksiz ve ben- zersiz eter diye tarif ederler. Bu, yanlış değil, fakat eksik bir anla- tıştır, çünkü resimde her elden çıkaniş, fena da olsa, kendine göre az çok örenği — yapılmıyan bir eserdir. Meselâ,adi bir kara- lamanım bile kusursuz bir örneği- ni yapmak göçtür. Bir çizgide, resimde, heykelde, bütün unsur- ların mütevazin, yeni — ve çekici bir şekilde ve her türlü sanat yön- demlerine üygün bir tarzda ter- kip edildiği görülmezse, o eserin bir sanat değeri olamaz alelâde- likteri ayrılması iktıza eder. San- at türeleri detabiat — kanunları kadar güçsüzlüğe karşı — merha- metsizdir. O da vakitsiz doğan çelimsiz yavruları siler, süpürür. Yaşamak için maddi kuvvete ne- kadar ihtiyaç varsa, bir sanat- kârı ve sanat eserini — yaşatmak için de maddi, manevi birçok bil- gi kuvvetlerine ihtiyaç vardır. Sanatin maddi kuvveti teknik | ise, manevi kuvveti de yaratıcı- | hıktır. Yaratıcı artist kimdir ve yaratıcılık nedir? Yaratıcılık san- atkârın hayalinde yaşryan âlemin konuştuğu muhtelif dilleri tercü- me ederek anlaşılır bir hale getir- mektir: Yani, sahst bir fntibar sanât İisaniyle neşrederek herke- sin zevle, hislerini ve duyguları- nt kabartarak anlıyacağı bir şek- le sokmak demektir. Bir Amerikalı muharrir: “San- atte yaratıcı bir gençliğin mev- cudiyetine iman etmek, zamanı- mızın yepyeni bir itikadıdır,, di« yor. Bu itikadım faydası gençli- ğe hayalini kullanmak “ fırsatını vermek ve ona yaratıcı duygulara giden yolu açık tutmak demektir. Yoksa gençliği lüzumsuz — yere alkışlamak değildir. Bu savaşta gençliğin de sağ- dıçlarından beklediği birçok hak- lar vardır. Meselâ: Muallimler her şeyden evel yaratıcı faaliyet prensiplerinin hakkına — tecavüz etmemelidir, çünkü kendi düşün- cesini tamamen kendine mahsus bir tarzda ifade etmek çocuğun en birinci hakkıdır. Şiddetli bir muhafazakâr — olan “Boibaud- rant,, bile sanatte şahsiyetin mü- him bir mevkii olduğunu itiraf et- miş ve “Sanat esas itibariyle şah- sidir. Salim bir düşünceya ve muhakemeye dayanan bütün ted- risat, sanatkârın şahst hislerini arık ve lekesiz bırakmalr, yalnız onu terbiye ederek mükemmel bir hale getirmelidir,, demiştir. Muallimin vazifesi talebesinin hayalini kuvvetlendirmeğe ve in- kişaf ettirmeğe çalışmaktir, çün- kü sanatin muhtelif idmanları a- rasında hayali — genişletmek ve kuvvetlendirmek de — mühimdir. Mekteplerde akademik bilgilerle talebenin teknik şuuru tesis edi- lirken yaratıcı kaynakları dai- ma korumak, hırpalayıp ezmeme- ğe gayret etmek de işin en can a- lacak noktasıdır. Umumi mekteplerdeki sanat derslerinin gayesi her türlü ko- laylıklarla çocukların — içindeki | kendini ifade ile yol göstermeyi, | etmek ve memlekette harsi rstifa- | bazıları tekniği tamamen inkâr madiyen meydana çıkmasını te- min etmek olmalıdır. Bu da, ta- lebenin nefsine olan — itimadını kuvvetlendirmek, kendi kudret ve arzularını ifade etmelerini ko- laylaştırmak ile kabil olur. Bu- nun için her şeyden evel çocuk- tan korkuyu kaldırmalr ve onda yapacağı işe karşı istekli ve neşe- li bir dilek uyandırmalıdır. Bazı yeni terbiye metotları re- sim derslerinde dokuz on yaşla- rına kadar çocuklara telkin ya- pılmamasına taraftardırlar. “On yaşmdan sonra yavaş yavaş tek- niğe girişmelidir,, — diyenler de vardır. Terbiyede büsbütün ra- dikal olanlar da muallimin karış- maasının tamamen aleyhindedir- ler. Bizce yeni terbiyenin vazi- fesini en doğru olarak anlamış olanlar hürriyet ile kontrolü ve hattâ icabına göre telkini de hale ve vaziyete göre idare etmesini bilen kimselerdir. Yeni terbiyedeki sanat dersle- rinin yeni —metotlariyle sanat mektepderinde artist yetiştirmek usulleri biribirine karıştırılmama- hıdır. Sanat talebesinin istediği- miz derecede yükselmesini temin nın süratle ilerlemesine faydalı o- lacak şahsiyetler yetiştirebilmek için talebenin daha henüz umumi mekteplerde iken sanat tecrübe- lerini geçirmiş olması — lâzımdır. Bu işi kendine meslek yapacak o- Tanların kabiliyetleri hocaları ta- rafından hakkiyle anlaşıldıktan sonra sanate intisap etmeleri teş- vik edilmelidir. İkinci mübim meşele de mem- lekötte pek yeni doğan sanat duy- gularını kürban vermemek — için modernizm cereyanlarının yanlış tefsirlere sürüklenmesine mey- dan vermemektir. Bir kısım yeni sanatçiler, “İlimde ve fende (Standarizasyon) arandığı hal: de sanatte bunu aramak - felâket- tir. Sanatte (Rutin) inhitat de- mektir. Sanat yaratıcı ve oriji- nal olmak için her şeyden evel serbestlik ister,, diyorlar. Bunla- rın hepsi doğrüudur. Yalnız cop- kun ümitler içinde bu tefsirlerin sade kendilerini alâkadar — eden taraflarmı alan bazı modernisler, kendi mesleklerinin bile teknik bahsine taallük eden kısmını hiç kale almadan geçiyorlar. Hele ediyor. Bu nasıl olur, şimdiye kadar hiç bir sanat eseri tekniğe hâkim olmaksızın meydana - getirilebil- miş midir? Teknik, sanatin tam manasiyle ifade vasıtasıdır. Yazı öğrenmeden şiir yazılabilir. mi? 'Teknik olmayınca hayalle, heye- can da, en ince buluşlar — da bu kubbenin boşluğunda — gömülüp kalan birçok emeller ve duygular gibi heba olup gider. Eğer birisi çıkar da, — “Sizin teknik dediğiniz şey benim elimi, kolumu bağlıyor, onu düşündük- çe ellerim titriyor, — şaşırıyorum, serbest hareketime mani oluyor,, derse, o da doğrudur. Bunun manası, o adam henüz tekniğine hakim olmamış demektir. Hatta böyle ellerde teknik bir düşman- dır. Sonra bir diğeri çıkar da: "“İşte ben bütün akademik bilgile- re hakim oldum, teknik benim | c . a— Poas'yeı eş binyıllık bir şehir Eski Türk medeniyetinin tesiri altında yaşıy? bulundu bir devletin merkezi bir tesadüfle Geçen senenin Ağustos ayın- da bir Fransız Suriyenin (Ebu- kemal) adıylae tanılan tarafların- da dolaşırken Hariri adını taşı - yan bir tepe üzerinde bazı yerli- lerin durduklarını ve büyük bir taşı kestiklerini görmüştü. He- men o tarafa koşan Fransız bu koca taşın Sumer'lerden kalma | bir heykel olduğunu anlıyarak a- lâkadar makamlara haber miş. Bunun üzerine Luvr müzesi - ver- | de bir keşif heyeti hazırlamış ve hemen bu civara göndermişti. Bu heyet geçen yılın son ayın- da işe başlıyarak aylarca devam eden çalışmalardan sonra — cok mühim neticeler elde etti ve Ma- ri devletinin merkezini meydana çıkardıktan başka hiç umulmı- yan bir medeniyeti bütün vesaiki “ile keşfe muvaffak oldu, Gerçi daha eskiden Mari hane- danı diye bir hanedan bulundu- gu biliniyordu. Ve onun anlı şan- kr, muazzam bir medeniyet sahi « bi olduğuna dair de bir takım kayıtlara tesadüf olunuyordu. Fa- kat eldeki bilgi bundan ibarettir. Halbuki yapılan son hafriyat neticesinde çok mühim — şeyler keşfedildi. Meğer bu Mari dev - leti Fars körfezine kadar uzanan bir devletmiş. Son keşifler neti « cesinde onun Milâttan 2700,2800 yıl evvel bir çok mühim muhare- beler yaptığı, kendini kral Sargo- nun hamlelerine karşı koruduğu, daha başkalarile muharebe ettik- | ten sonra yavaş yavaş tedenni et- tiği anlaşılryor. Burada Bulunan &n mühim şey, bollük ve çokluk ilâhesi İştar namına inşa olunan ve aşağı yu- karı mahfuz bir halde kalmış ©- latı bir mabettir. Bu mabet, yine bu civarlarda bulunan ve ayni ilâ-| heye ittihaf olunan mabetlere çok | benziyor. Uzun bir yoldan geçi- |"elimde evire çevire kullanabile- ceğim bir âlet haline geldi, ilmt malümatım da az değildir. Bü- yük üstatların sanat hakkmmda yazdıkları bütün kitapları oku- dum, hatta ezberledim, fakat gene orijinal bir şey yaratamıyo- rum,, derse, o da doğrudur. Bu zat da birincisi gibi sanat muva- zenesini denk getirememiş, yara- tıcr kabiliyeti — nemalanmamış demektir. Ressamlıkta izah etti- Brmız bu iki haslet biribirini ta- mamlıyan iki mühim kabiliyettir. Sanat ne sade teknikten, fikirden ve histen, ne de eski bir ruhiyat tabirine göre iradeden doğar. O, bunların hepsinin bir araya top- lanmasından meydana gelir. Yeni terbiye üstatları bu mü- nasebetlerin bütün incelikleriyle takdir ve idare edilebilmesinin adeta fizyolojik bir hadise oldu- ğunu iddia ediyorlar ki, doğru- dür. Zira bir sanat eserini teşkil eden muvazene unsurlarınm yek- diğerine olan bağdaşma ve kay- naşmalarında zuhura gelecek kü- çük bir noksan bütün emekleri mahvedebilir. Bu misal bir san- at eseri hakkında varit olduğu kadar bir sanatkâr hakkında da varit olabilir. Bir sanatkâr da sanatin muhtelif unsurlarını şah- siyetine —istinat edecek bir kuvvetle biribirine bağlıyamaz ve onunla kendine bir sanat mu- vazenesi temin edemezse, ayni suretle yıkılır. Ressam Ali Sami (Ülkü) Mari'de bulunan bir eser lerek mabedin sahanlığına varıl- dıktan sonra burada bir mihrap ile karşılaşılıyor ve mihrabın ya - nmda kurban merasimi için hazır olan sular, yalaklar, ve saire bu- lunuyor. Buradan daha ilerifleki odaya girilince asıl mabede varı- İtyor ve burada duvarlar etrafım - da oturulacak yerler yapıldığı görünüyor. Mabet, güneş harareti ile kuru- tulmuş kerpiçlerden yapılmıştı. Kerpiçlerin bozulmaması için üze- Ti sıvanmıştır-Bu sıvalar üzerin - den 5000 yıl geçtiği halde, henüz olduğu gibi duruyorlar. Mari halkı bu mabette topla - narak ilâheye hediyeler tekdim ederlerdi. Bu hediyeler arasında küçük heykeller, vazolar, mücev- herler bulunuyordu. Fakat bütün bunlar, buranın halkı ile cenup şehirlerinin halkı arasında vuku bulan muharebelerde parça par - | ça olmuştur. Ihtimal ki, bu mabet evvelâ Sargon tarafından, Milâttan 2700 yıl evvel soyulmuş, daha sonra Hamorabi de Milâttan 1950 sene evvel ayni hareketi tekrar etmişti. Fatihler mabedi tahrip ettikten başka içindeki eşyayı parçalaya - rak intikam almışlardı. Bu kıy - metli eşya, pek darma dağınık bir balde bulunduğundan bunları top lamağa imkân hâsıl olmamıştır. Bununla beraber o zaman sanat- | kârlarının pek ince işler yaptıkla - rı anlaşılıyor. Hattâ bunların i- çinde şaheser sayılacak bir çok şeyler var ki, onların bir kaçın - dan bahsetmek gerektir. Bunların biri ilâhe İştar'ı temsil eden bir heykelciktir. İlâhenin gözlerindeki ifade çok kuvvetli, ve gözleri çok güzel olduktan baş- ka yüzü pürüzsüz ve dalgalı saç - larla çerçevelenmiştir. Diğer bir heykelcik bir zabiti temsil ediyor. Zabitin ismi sırtı - na yazılmıştır. Bugün bir elbise giyen zabitin elleri biribirine ka- vuşmuş olduğu için onun ibadet vaziyetinde olduğu anlaşılıyor. Hekellerden — bir diğeri saç- ları ve Üüst dudağının kıl - ları traş edilmiş kıvır - tık sakallı bir adamı temsil edi - yor. Önce gözlerin bebekleri de bulunduğu halde bunlar kaybol - muştur. Bu eser, Mari halkının sanatlarındaki yüksekliği göster- meğe kâfidir. Bu şekilde bulunan e$ sında kırıksız altı heykel, 17 tür. Sonra bir mozayik —üf bir harp resmi görülmüştüf" | simde çırıl çıplak e rine bağlı bir halde sürük? hükümdar Naibinin huz! türüldükleri görülüyor. N: süslüdür. Onun etrafında | lardan her birinin elinde de balta bulunmaktadır. Bu m! | parçasının güzelliği, parlak niği harikülâde denilecek bi ziyettedir. Bilhassa mozayik de görülen ve elinde bir öldü mi taşıyan bayraktarın hali, çok munis gelmektedir. Bütün bu izahları verö şudur; j Mari halkı neydiler? Sün den midirler, yahut başka tan mt idiler. İhtimalki buranım halkf | lerden değildiler, Belki mensuptular, Fakat me ri, Sümer medeniyetinin ziyetleri — meslesi münakaşalara nihayet bu meseleyi halle yardım | mahiyette görülüyor. ret eden M. Andre Parrot seleyi mevzuu bahsedi sözleri söyliyor: Sümerlerden mensuptur kendileri | Sâmi — irka kat —medeniyetleri medeniyetinden de Burada yapılacak uıkikı’". merlerle Sâmilerin miln'“w meselesini halletmelerini man fazla bekliyoruz. fort Marideki me serlerinin — Sümerlerin a nız küçük şeylere münhas' gi yarak büyük şeylere 4€ lunuyor,, demektedir. lerin Sâmileri medeni ile altına alarak onları nimsemiş olduklarıdır. bisesi deriden yapılma hınJ a) z0 Mari de yapılan hnfri!’uğ “Marilerin kitabelerin* aJ ” p irleğ a Kat'i olan bir şey "':_aıv";: fa, 21 kafasız heykel, buldtf” lerin Vi sonra sorulacak en mühim | y si/ Bu son keşifler Samiler İl_'" merlerin M:xepotunyı)lv'” f 4i $ # Irakta Sümerlerin mt€ ” Ççsf : ni ortâya çıkaran prof"’&r Bi dentiy (| niyetine çok benzediğ qî!"l detikten sonra “bu ben? VI:; jl il S n e mzz n ç