mak”' oldu. Eskiden, herhangi bir eş- yanın üretimi, uzun yıllar boyunca süren bir usta-çırak ilişkisi aracılığıyla edinilen bir hüner, bir tecrübe biriki- mi gerektiriyordu. Sanayileşme -fab- rika üretimi-, bu tecrübe birikiminin yerini, bir iki saat içerisinde edinile- bilen mekanik bir beceriye bırakma- sını sağladı. Artık herkes herşeyin üretim sürecine katılabiliyordu, çün- kü herkes, potansiyel olarak, bir üre- ticiydi. Ama bütün ürünler bu sanayileş- me sürecinden eşit derecede pay al- madı. Belki de en başta geleni yük- seköğrenim kurumlarında edinilen türden akademik, bilimsel, teorik bil- giler olmak üzere, bazı şeyler sana- yileşmedi. Bu tür bilgi üretimi, ancak yine uzun yıllar süren ve geleneksel zanaatkârların usta-çırak ilişkisini andıran bir çerçeve içinde mümkün oluyordu. İşte bilgisayar devriminin yaptığı, bilginin bu ayrıcalıklı konumunu or- tadan kaldırmak oldu. Özellikle kul- lanışlı (user friendlIy) dillerin gelişme- siyle birlikte, artık bu tür “yüksek' bilgilerin de üretimi, basit bir tekni- ğin edinilmesi sorununa indirgeniyor. (Bu noktada, bazı okurlar, bilgisa- yarcılığın hâlâ bir uzmanlık alanı ol- duğunu söyleyip, programcılarla sı- radan kullanıcılar arasındaki farkın, bu söylediğimi yanlışladığını düşüne- rek itiraz edebilir. Bu itiraz doğru ol- masına doğru da, bu farkın bile nis- beten önemsizleşebileceğini gösteren işaretler yok değil. Örneğin, makro dillerin gelişmesi bu yönde bir işaret sayılabilir. Gerçi dBase IJI bir “hazır program'dan(!) daha çok zor bir programlama diline benziyor ama yi- ne de hazır program kullanma ile programlama arasındaki farkın, san- dığımız kadar mutlak olmayabilece- ğini düşündürtmeden de etmiyor.) BİLGİNİN “TİCARİLEŞMESİ”' Kuşkusuz, sanayileşme modernleş- menin berisindeki süreçlerden yalnız- ca biri. Ötekisiyle ticarileşme... Baş- ka bir deyişle, üretimi kolaylaşan ürünleri, bütün toplum için ulaşılır kılacak mekanizmaların keşfedilmesi. Bugün bütün dünyada bilgisayar devrimi ile ilgili olarak yaşanan en sancılı sorun, sanırım, bilgi için, özel- likle de bilgi işlem bilgisi için bu me- kanizmaların keşfedilmesi. Program- cılar, haklı olarak, emeklerinin mev- cut piyasa koşullarında yeterince de- Berlenmediğinden yakınıyorlar. Gele- neksel telif hakları yasalarına benzer yasalar tarafından korunma altına alınmak istiyorlar. Ama yine de, bana kalırsa, prog- ramcılara edilmekte olan haksızlık, her teknolojik devrime eşlik eden ve büyük ölçüde kaçınılmaz olan haksız- lıklardan biri. Selim Esen'in de dediği gibi, “bilgiye gümrük vergisi uygulanamayacağı ” gibi, fiyatlandı- rılması ya da kotalar altına alınması da son derece güç bir şeydir. Özellikle de bir önceki bölümde söyledikleri- miz doğruysa... Yani, bilgisayar dev- rimi bilgi üretme mekanizmalarını herkes için ulaşılabilir, kolay bir tek- nik haline getirdiyse... O zaman, ne kadar “sıkı' kilitler geliştirilirse geliş- tirilsin, kullanıcılar o kilitleri kırma bilgisine sahip olduklarından, kırma yeteneğine de sahip olacaklardır. Ama tabii, programlar, herhangi bir diğer mal gibi disketler halinde dükkanlarda alınıp satıldığı sürece, programcıların itirazları çok daha haklı görünecektir. Dükkanlarda sa- tılan bütün malların üreticileri hak- larını, hiç değilse kısmen alırken, on- larınki neden farklı bir işlem gör- sün!?.. İşte Selim Esen'in sözünü ettiği bilgisayar-iletişim ağlarının önemi bu noktada ortaya çıkıyor. Çünkü bun- lar, modern (bilgisayarlı) bilgi üretim sürecine uygun, onunla tutarlı bir değiş-tokuş mekanizması oluşturu- yorlar. Neden mi? Geleneksel olarak bizim için bilgi, daima birilerinin bilgisidir ( o kadar ki, bilgiden hareketle “bilgin”” diye bir insan cinsi bile türetebiliyoruz). Bilgi hep bir kişi tarafından ya da bir- likte, aynı laboratuarda, aynı fakül- tede çalışan, içiçe geçmiş birkaç kişi tarafından üretilir. Oysa bir bilgisa- yar ağı çerçevesinde, elektronik sin- yaller aracılığıyla buluşmuş birtakım yabancılar sözkonusu olduğunda, hangi bilgileri kimin ürettiğini sor- mak bile abes kaçacaktır. Çünkü böyle bir ortamda bütün bilgiler her- 31