İR denizle ne vakiş baş- B» aşa kalsam, hayalim ekiş rda gezer; hiçleşir ek. , bence macera vasat, o © 5 © düşünmek ve gönül boşaltmak için denize koşarlar. Çünkü enginler, «İnsan» ve «İdeal» hakikatinin tam görülebildiği, hür ve beyaz aynadır. Biz işte iki kardeş, 1936 yılının güzel Eylül günlerinden bi- rinde, kucaklarımızda çiy renkli hayat hakikatleri, bir kıyıda olurduk ve düşündük. stanbul sağımızdaydı kurşuni bir koyuluk halinde yüzüyordu. Rüzgâr Selimiye” den : — Çök ! Kalk! Çök! Kalk' Sesterini getiriyordu. Uzan- güneşliyen . dar ik bir öğle 8 RE a 2.0 g5 Mz e) ax re Be m» <- e ce Su m > p$ Şa > e 5 kadından baska, kimse görünmüyordu, Güneş eye nm Düşüncelerimi- sade. fında gezinen arsız bir çatana çığlığı aksatıyor ığı düşünceleri kadar oynadığı çukuru da derinleş- tiren kardeşim : Farkında mısın, Hedik kuş ne ni ıslık çalıyor — Cidden, çe fakat ne kuşudur acaba? — Sarıs alı — Tanıyorsun ! Nasıl bir ? şey ? sığırcık kadar ve sarı... Danimarka'lı bir mü- hendise bir liraya vuruverir- dik bunu Çankırı'da... Yağlı olurmuş.. — Yaz Te dedim; çok yan- liş! Çünkü sitliş güzel ses.. — Fazilet kesildin yine 1 iy ve küskün bir eda ile elindeki sopa çiviyi fır- larttı. Hiç çocuk aklı, ses, mes tanır mı? Kuşbu! Ni- ayet bir sarı kuş! Fakat çoc rağ tabii., atlerdenberi otürüyer ve Gniüfer her konuyu şi bir hava içinde, isteksiz ve küs- kün geçiyorduk. Yüklü bir (Akav)ın boğuk sesle yoruuuum!» der gibi uzaklara seslendiği anda, birden doğ- «gelis ruldu. Elleri dizlerinde ke- netli, bütün bir taşralı dik- katiyle önümüzden geçere Köprüye yönelen vapuru sey- rediyordu. Haydarpaşa dal- gakıranından martiler hava- lanıyor ve oturduğumuz tüm- birleşen noktası hafif İL yükseliyordu. nbul'a geçmek için ne ie bu vapur? ilmiyor musun, Yalo- va'dan Köprü'ye indiğini söy- lemiştin bana. O halde Hay- arpaşa'ya nasıl geçtin? — Vapurla, fakat parasız... — Nasıl olur ? — Basbayağı!.. Yaşlı bir denizci: <Haydlirhaşat ya se çecekmiş bu garip... Yokmuş parası.- Alın bir bilet > dedi bir adama; ve bindim aaa! — Yalova yolculuğumu da o kapattı esasen. Önce aklına pütür falan geldi gibiydi; fa- kat bir bana, bir de elim kitap bohçama baktı ve sor- du: «Niçin geldin oğlum İs- tanbul'a?» Dedim : var mı?» diye sordu; sen ledim; «bir ağa dim, muallim Eli ensesinde bir müddet dü- ş e ta ada iske- leden ziller çalınmağa baş- ladı. Saonra.-hızla kolumdan çekti; bir vapura seğirttik «Haydi delikanlı, dedi; o du olacak geç karşıya da! Ağabeyin, tâ ilerdeki büyük binada. Haydarpaşa'da soran olursa Naci Kaptan bindirdi dersin, beni.» — Yalova' m 2 aeriyi ? — Bursa'da Binbir siözelekt eğik Bursa Belediyesi yüz kuruşu çok gördü bana!.. Meğer yol altmış bilsey- dim yürürdüm de Asıl ne oldu biliyor musun ; Beni yol- culara bir biletçi tanıttı b yavru- cuğa hayredecek babayiğit Mk Yolcular oralı olmad e eli / — Otobüs biletimi bir Fran- sız madam aldı... — İnegöl'e kadar yürüye rek... — Evet? — Sonra halk şiş ayakları- acıdı, aralarında para top- ladılar; fakat birisi : «İstemez para mara! dedi; ben götü- rürüm!..> — Zengin birisi mi? -N6 canım, bir şoför 1.. insan o- kuyan bir görmüş adam; kalb- li bir adam!.. Böyle geldim işte. HEP ğer derin bir is- tihza ve nefri et api ek, düşünmek istediğini dum. Koca gündenbetri kuyordu bize... İstanbul'u bu kadar ruhsuz, bu kadar sağır bulacağını ummuyormuş me- er; tasavvurları onu aldat- mıştı. — Artık gitmeli!.. — Nasıl olur, Turgud'um! Hangi parayla?.. — Hangi parayla geldimse Burası Anadolu ya- küs değil midir, o kadar! Bu- radan da pek âlâ Çankırı bu- eli gibi konuşma ! Mâ- . Markopolo'nun bile neresidir buradan, biliyor musun? İyi bilirim! Sokakları insan dolu bir şehir — Bırak geniş lifları... fat topla!.. Ka- Akşam serinliğine kadar ar- tık hiç konuşmadı. Geceyi, komek ardındaki mutfak bah- inde, odun , kütüklerinin mirleri arkasından Marmara'yı seyrettik! gün sabah sekizde ei üne geçtik. Yolda sordu! — Nasil olacak? — Gideceğim ! Kitap bohçası elinde idi ve gözlerine âsi bir parlaklık gelmişti. — Karar? — Sadece iki somun ve bir Yalova bileti! Çelimsiz bir kayıkçıya sır- tımdaki lâcivert yeleği yetmiş beş kuruşa sattık. Bindi! Ak er rsai saha sala iler- liyen vapura uzun zaman ba- ama Gördüğüm şey Sa- dece, duman salan bir karal- tı e işeme; küçük hayaldi. Ağlıyan beni somunlariyle se- lâmlıyan ve tam vapura atlı- yacağı sırada lan Üzülme ağab ya bizimdir! Henüz büyük zelai lerde meramımızı anlatacak hale gelemedik Diyen büyük e e kuvvetinden eminini Gürültülü şökikler çelik ka- hayalim büyük konularda ge- zer. Bir fıskiyedir ki Alevde bir pervane gibi Nedir bu? Bilinemez! Aşk değil, Açılmış rüyaya, ne liman var, ne de sahil... er ân maviliğine dokunmada ruhumuz, Bir şarkıdır ki, sessiz, bir şey ki, mevcut değil. PERVANE Mevsimler aydınlanır; gülen bir yüz “haydi!,, der; Bizi çağırır büyük aşkların ötesine. Ve gönlümüz, bir şarkı gibi uyar sesine, Bir çiçek veya ateş dudağımıza değer. öyle sonsuz; il Belki öyle başıboş, belki gönül dolusu, i bu, duyarız Nerden bu arzu, gelip kalbimize oturur yağmur, yağmur... yanmak arzusu. Hüseyin ULAŞ