SON ÇEYREK ASRIN MUHASEBESİ Yazan: Mabil Âdem PELİSTER çi arr Yirmi senelik belâ «— Süründürüyoruz ya! Ko, ok masın! Böyle sürünsün, dursun! >» Yunus Nadi, hâlâ sağ olan Ödemiş- li Ammigil torunu Muammer Cahid'e böyle söylemişti. Aklıllarınca, Musa”. larını Tih sahrasına sürdürmüş, 1ssız çölde aç, çıplak gezdiriyorlar; ken- dileri de Karun hazineleri içinde dünya sefalarını sürüyorlardı. Fakat, bizim gibilere «kudret» helvasi geti. ren Ebabil kuşları akıllarına bile gelmiyordu. le ya... Ne Barut İnhisarı dala- verecileri arasına karışmıştık, ne Bel. lanlar listesinde idik, ne beş yüz milyonluk şimendifer maceracılarıyla birliktik, ne Sinyüs oğlunun varisçi haleflerinden sayılırdık, ne Arslan Fabrikasının İzmir, İstanbul işlerinin vasıtacıları arasında ismimiz vardı, ne hazine parasıyla alınmış beleş matbaaların sahiplerinden bulunuyor- duk, ne gizli kâğıt vurgunculuğu ya- piyorduk, ne yüz binlerce liralık dövizlerle Avrupaya gidip paralarına emin yerler arayanların kafilesine karışanlar arasındaydık, ne faşist İtalyanın Madellâ teşkilâtını, bilerek, bilmiyerek idare eden (oportünist). lerden bulunuyorduk, ne de siyasi nüfuz, himaye ve vasıtalığın karşılığı olan bir âtıfet piyangosunu kazanan- lar listesinde yer almağa tenezzül edenlerdendik!!! Evet. evet, para, aparlıman, köşk, mevki temin eden, zahmetsiz; bilgi, ihtisas ve digerpe- festlik istemeyen daha binlerce işle- rin, işçilerin arasına karışmamıştık. Şüphesiz ki, kötü temennilerinden başka bir Ai imiz olamazdı. Mareşal Fevzi Çakmak. servet sandalyalarınının taksimi âyinine işti- rak etmediği, halk arasında halktan bir fert gibi insan haklarını, hürriye- tini istediği için, bir dahili düşmandı, Ya tımarhaneye gidecekti, ya dara- acını boylayacaktı. Bana da böyle bir âkıbet hazırla. mak sevdasına düşmüşlerdi. Mürteci, İnkılâp düşmanı diyemiyorlardı. Fil- hakika, cahil diyemeyince, hain; hain diyemeyince cahil mek de müf- terilik-silâhlarındandı Fakat, bunları da söyleyemeyimce, (Engizisyon) papas- larr gibi, «şüyuu, vukuundan müthiş» bir iftira atmak zilletine düşmüşlerdi: «İngiliz (o Entelicens (Servisi'nin baş casusudur!» iftirasını ortaya çı. karmışlar, arkama da dört çeşit po- listen ayrı ayrı yaverler takmışlardı. Evet. ne bir masal söylüyorum, ne de bir efsane naklediyorum, Yal. nız, emniyet müdürlüklerindeki boyu- mu geçen dosyalarla ve binlerce şa- hitlerle sabit olan bir hakikati söylü- yorum. Ankara Emniyet Umum Mü. dürlüğünde, İstanbul Emniyet Müdür- lüğünde hangi siyasi âmir, siyasi po- lis, yövmiyeci (endikatör) vardı ki, bu facia ile bir müddet uğraşmamış, ve daha doğrusu da, uğraştırılmamış ol. sun Bu takip usulü de pek kabaca ya- pılıyordu : Evimin önüne birer ikişer Son çeyrek asrın temiz EMA ferdi, Maraşal Fevzi ÇAKMAK diziliyorlar, kar, tufan beyini bekli. yorlar, komşulardan da sözüm ona, ip ucu elde etmek için. malümat topla: mağa başlıyorlar, söz. arasında da: «Casustur, takip ediyoruz.> iftirasını basarak. hem mahalledeki haysiyet ve şerefimi yıkıyorlar, hem de ailemi, akrabalarımı, dostlarımı ıztırap içinde bırakıyorlardı. Gündüzleri ise, hemen hemen bir (abluka) içinde geziyordum. Her konuştuğum adamı sigaya çekiyor- lar, hepsine de, «kendisine, sakın birşey söylemeyiniz, yanarsınız!». cümlesin- deki korkuyu aşılıyorlardı, Bir gün, dostlarımdan avukat İrfan Emin, bana heyecanla dedi ki: — «Birinci Şubeden iki komiser, Habil'le sık sık ne konuşuyorsunuz; biz onu takip ediyoruz» dediler. Aramızda bir anlaşma yapalım. Eğer Habil Âdem, ka- leme aldığı bu müt- hiş tetkikinin en can- lı safhasına bu yazı- sından itibaren gir- miş bulunuyor ! mem mile mağ bir şey sorarlarsa, şu dâvayı görü- şüyorduk, diyelim, Fakat, herkesde Onun gibi ce- sur değildi. Akrabalar, tanıdıklar, dostlar, matbaacılar. kitapcılar, hat- tâ müstecirler ve günlük tanıdıklar bile benden uzaklaşıyorlar, ben de onlardan ayrılıyordum Korkunç bir yalnızlığa gidiyordum! Bu vaziyeti, olduğu gibi kabul ede- cek kadar cesur olmasaydık, İttihat. cılar, İtilâfcılar ve Mütarekeciler de. virlerinde de siyasette maruz kaldığım bu muamelelerden kurtulmak yolunun, mutlak süküt ve düşünmekten, birşey bilmekten, bilinen şeyi söylemekten, her şeyden feragat olduğuna hük- meder, ya «hınk deyiciler veya med- dahlar» sırasında yer alır, şeytanlar âleminin zadegânlarından birisi de ola. bilirdik. Fakat, bu,(Galile)gibi elden gel- miyor, ne ber şeye hayır diyebiliyor, ne de işleyen kafanın işlemediğini söyliye- biliyorduk, Fakat, benden gayrılarına, Türkiye Cumhuriyetinin bütün teşki- lâtında pek yüksek mevkilerdeki dört, beş yüz kadar yakınlarıma bir zarar dokunmasından. ürküyordum, Kardeş- lerim de dahil olmak üzere, hepsiyle görüşmeyi, mektuplaşmayı, hattâ yolda selâmı bile kesmek mecburiye- tinde kalmıştım Çünkü. bu kadar sistematik. siyasi tâkibin ister iste- mez, birçok yalan yanlış raporlara, meselelere, tahsisatından faydalanmak için de düzmece vakalara yol aça- çağı, anlaşılmaz bir şey değildi, Bu çıkmaz yolu kapatmak için, yeni veçheli bir Kadrıye hanım veya bir Ali Saip dâvası düzmekten başka çareleri de kalmamıştı ! Bu; bir günlük, beş günlük mese- le değil, on beş senelik belâ idi. Yal niz) hakikaten de Hâlikten gelir gibi içimden gelen enerjiyi kurutarmıyor- lardı. Kitaplarımı, basılmamış yazı. larımı neşrettirmemek için her tedbiri almışlardı, Bir nahiye müdürü, Hüs. nütabiat matbaaası sahibi Salih'ten kitabımı tab'etmemek taahhütnamesi alıyor, başkaları da emirler veriyor, imza topluyordu, Meslekten beni menetmişlerdi. Cemiyetle alâkamı kes: meğe uğraşıyorlardı, Elimdeki para da bitmiş, tükenmişti. Hakikatende vazi- yet, fecaat halini ahyordu, Fakat, faaliyetime yine engel olamıyorlardı. Bu sıralarda idi ki, Abdülhamid devrinden kalma bir dostum olan Avukat Halil Yaverin imzasını kulla- (Devamı 16 da)