TR LEMSN 4 el AA YXA Kad 0) 7 NAZ SADİ : (Mağrip) diyarında bir mektep muallimini gördüm. Suratsız. acı sözlü, ters, adam incitici. dilenci tabi- atlı. Tanrıdan korkmaz bir kimse. Yüzünü gören müslümanların işi rast git- mezdi (Kur'an okuması insanların gönüllerini ka- rartırdı. Erkek ve kız ço- cukları. onun cefası altın- da ezilirken;. yavrucuklar ne gülebilirler. ne konuşa. bilirlerdi. Birisinin sağ ya- nağına tokat atar, ötekinin Gi De bacağına işken- önüne “geleni Gaz ne Nihayet işittim ki, çocuk velileri onun hainliğini bi- raz anladılar. Onu dövdü- ler, kovdular, mektebi iyi bir adama verdiler Bu ikinci muallim, âbid, zâhit, halim, selim, iyi adam, . İktiza etmekdikçe söz söylemezdi. Kimseyi incitecek bir söz ağzından çıkmazdı. Çocuklar bu mu- allimin melek gibi ahlâkını gördüler. Eski muallimin “ bırakmış olduğu heybet, kafalarından gitti. Birbiri. nin şeytanı oldular ve muallimin hilmine itimatla. çalışmayı bıraktılar, Çok vakit oyun için toplanır, ellerinde bulunan yazı tah- talarını birbirinin başında kırarlar Muallim, kendini saydır- mayı, sırasında azarlamayı bilmezse, çocuklar pazarda uzun eşek oynarlar, İki hafta sonra yine o mescide uğradım; baktım ki, eski muallimin gönlünü oş etmiş, tekrar yerine getirmişler, Pek müteessir oldum ve <İblisi yine meleklere boca yapmışlar» dedi Cihan görmüş ihtiyar bir kimse sözümü işitti, güldü ve: cİşittin mi ki ne demişler» dedi; şu be- yitleri okudu : «Bir padişah çocuğunu mektebe gönderdi; üzerine 10 “ yazı dersini yazmak için ona bir gümüş levba verdi. O levhanın baş tarafına altın ile şöyle yazılmıştı : «Hocanın eziyeti, cefası. babanın O muhabbetinden iyidir.» #** Bir padişah, oğlunu edip bir zata verdi: «Çocuk benim değil, senindir; ken: di. evlâdını: nasıl . terbiye ediyorsan bunu da öyle terbiye et» dedi. Edip birkaç Sene çöcuğu terbiyeye çalıştı, Fakat ça- lışması boşa çıktı, Halbuki edibin kendi çocukları fa- zilet ve belâgatte son de- receyi buldular. Padişah edibi muahaza etti: «Sözünde durmadın» dedi. Edip : «Malümu şahane- leridir ki, terbiye müsavi, fakat istidat Müirteliftir$ cevabını verdi. Altın, gümüş. her ne ka- dar topraktan çıkıyorsa da her taşta altın.. gümüş bu- lunmaz. Süheyl yıldızı âlemin her tarafına ziya verir; fakat bir deriden, bir yerde da- ğarcık, bir yerde sahtiyan yaparlar; her deri süheyl. den kendi istidadına göre renk alır. *#* Bir o pirin müridine şöyle dediğini işit. tim : «İnsanlar rızka bağlan- dıkları kadar rızkı veren Hakka merbut olsalardı me- leklerin fevklne yükselir - lerdi.» Sen ana karnında akılsız fikirsiz bir damlacık koyu su iken, Hak o halde seni cemal. nutuk, rey, fikir verdi. - Elinin üzerine on parmak dizdi. Omuzuna iki kol yepıştırdı. . Ey haris insan! Hak senin rızkını unutacak mi sanıyor- sun GÜLİSTA N Kilisli Rifat yetiştirdiği EFLÂTUN: Sözünü bitirince, SOK- RATES ayağa kalktı; yı- kanmak üzere başka. bir odaya geçti. (Kriton) bize kalmamızı tenbih ederek onun arkasından gitti, Ara- mızda konuşulanları, mevzu dışına çıkmaksızın, tekrar tekrar gözden © geğirdik. Hem de, içine düştüğümüz felâketin büyüklüğü üze- rinde konuştuk. Gerçekten babasız kalmıştık ; bundan böyle öksüzler gibi yaşa- .yacaktık, Yıkanma bittikten sonra, onun yanına çocuk- lârını getirdiler. İkisi küçük, biri büyük, üç çocuğu var- dı, Bir takım: akraba ka- dınlar da geldi. SOKRATES, gelenlere öğütler © verdi. Sonra kâdınlarla çocuklara, çekilip gitmelerini söyledi. .Sonra bizim yanımıza geldi. Güneş batmak üzereydi. #i& Uşak. «hâkimlerin buy- xzuğu. SORATES, dedi, ze- hir içeceksin!» Ve sonra devam “etti: «Bana kızıp gücenmediğine eminim. Sen onları, bu işe sebep olan- ları, pek iyi tanırsın! Hay- di Allaha ısmarladık, alınya- zın neyse o elur! Elinden geldiği kadar tahammüllü oll» Uşak geriye döner dönmez, gözlerinden yaşlar boşandığını gördük. O za. man SOKRATES, ona ba- karak mırıldandı: «Sana da Allaha ısmarladık, dediğini yapacağım |» Ve bize dö- nüp ilâve etti: «Ne ince konuşmağa geldi. İnsanların en-iyisiydi o; şimdi de ne kadar iyi yürekle benim için ağlıyor ! Haydi baka- lim, sözünü dinliyelim onun! (Kriton). ezilmişse zehiri getir, değilse ez'» ik «Zehiri biraz daha geç ribaeğilm. 4 sanırım, kazanaca- 2bb yi e —— a « iv gb 02,961. Ru Elnar 97 ğım hiçbir şey yok. Böyle. ce son dakikada hayata bağlanmak, artık hiçbir şey kalmadığı anda 'onu koru- mak ve esirgemek, beni gülünç eder, Haydi artık konuştağumuz yeter, de- diğimi yapl» Sükünetlerin en eşsizile, titremeden. beti benzi at- madan, SOKRATES zehiri aldı. O meşhur boğa bakı- Şiyle, gözlerini adama dikti. #kk «Benim duam'iştel Tanrı kabul etsinl» Ve bunları söyler söylemez, durmadan, irkilmeden, tiksinmeden, ze- hiri dibine kadar içti. LL Ben de meğer boşu bo- şuna kendimi zorluyormu- şum. Gözyaşlarım, birden, seller gibi boşanıverdi. Yü- züm örtülü, iki büklüm, ağ- uyordum, Muhakkak ki ona değil, kendime ağlıyordüm; böyle bir arkadaştan mah- rum olacağım için kendime, kendi felâketime ağlıyor- dum: — #** O zaman SCKRATES bağırarak «ne yapıyorsu- nuz, dostlar, dedi. n Gdür de tuhafsiniz | Ben kadınları, işte bu manzarayı görmemek için yolladım. Onların bu gibi ölçüsüzlük- lerini önlemek için... Ölür- ken, sakin ve uğur! öğ sÖZ- lerle ölmek gerektiğini bil- mez 'misi e Soğutlak » sırası kalbe ge- lince, SOKRATES, ölece- ğini söyledi. Karnının altı çoktan soğumüştu. Örtülü yüzünü açar açmaz, şuson kelimeleri söyledi: «Ask. lepyos'a bir horoz borçlu. yuz! Parasını ver, unütmal» SOKRATES'İN Ü M Ü .— FEDON — Salih Zeki AKTAY —