| .Bir sis bulutu gibi dağıldı, IŞA çalan ilkbahar ha- valarında, birkaç gü- nüm Ankarada geçti: Ankara havaları, vakit vakit (isteri) geçiren bir insanın yüzü kadar deği- «şik... Bir saniyesi öbür sa- niyesine uymuyor. Şimdi bir ihtiyar gibi dalgın, bi. razdan bir çocuk gibi neşeli, peşin- den bir deli gibi korkunç, sonra bir âşık gibi mahzun, çok geçmeden bir katil gibi sinsi, derken bir ibtilâlci gibi isyanlı, Gün oluyor, yirmi dört saatte “bütün mevsimler ve şekillerle içiçe, bütün ruh baletierini ve anlarını yaşıyor. Denebilir ki e, içindeki son- suz hasret ve ihtirasın şeklini arayan, bütün şekilleri asabi parmaklariyle karıştıran; kuran, yıkan, beğenmiyen, titiz ve mecnun bir sanatkârın hum- masına tutulmuştur. Tabiatın dört mevsimiyle mecburi alâkası, devamsız bir mektep çocu- gunun ayda yılda bir sımfta görüme- sine benziyor, O çocuk sınıfı nasıl zorla ve sürüklenircesine geçerse o BAHAR GELİYOR Virân kalbimden elem daşıyor Beynimde kurşun a, Sessiz odamda gölgem yaşıyor Dışarda bahar hazırlığı var. Kalmamış artık g vi ii Belim bükülmüş, elleri Asıl benliğim haykırı ai rel er, Beynimde kurşun ağırlığı var. Bulanık sular berraklaşıyor, Hasret çekenler adalaşıybe. Ruhum cismimdean uzaklaşıyor. Dışarda bahar hazırlığı var. Cevdet MAT ÜRPERTİ Göklerin seylâbı dindi, Son ışıklara elveda. Beklenenlerin huzuru başlasın, Bu sefer ufuklar arkasında. Gölgeler bu süküna hayr. ALLAH zi efâüneleyin man: yeli UĞURLU BİZ Sürü halinde ih “e Gölgesinden korkan adam ? İçimizdeki keder. e pürneş'e çocuklarımız, Dünyadan bihaber. Uğraşmak, didinmek, eri Her şey kendimiz için.. Koşmak değil hüner, gemi azıya alıp, Ardında bir hiçin... Nuri TARHAN Ankarada rüzgâr da vel ye bir mevsime öyle geçi hi büyük, coşkun, olgun bir rüzgâr, Gobi çölünden geçen bir katar ihtişamiyle semasından geçiyor. Tepemizde teker- lek seslerine benzer bir tarakanın çelik yapraklarını uçu- manzarası başlıyor. ei mi, gökten ereden püs- kürtüldüğü belli Geli bir toz du- mani; duman mı, bulut mu, dağ mı, ne olduğu m bir toz heyu- lâsı; heyu dev mi, ejder mi nedir Eklem bir toz canavarı Köşeniz TAHASSÜR Neşe ve ümit dolu yaşayış, Yeniden başlıyan her heveste. zgün hatıraları anış, Rubu mahzun eden birer beste, Gün geçtikçe çoğalan an Duyguları dolduran de Bilmeden geçip gider ünür ; Ve ertesi günü, bekleyişimiz... -Fuat MURADOĞLU MİNARELER Bir, iki minaresidir gönlümü çeken, Ufukta kaybolan şehir. Bütün güzellikleri alın içinden, Yeter ki, minareleri bırakıverin. Hüsnü KÜÇÜK İLK MEMURİYET Ben artık Ağır başlı bir memur, Kendini bilen insan... Ne gün ortalarında sinema, Ne olur olmaz zamanda park. Özlememeliyim eski ha Bu, her gün böyle devam isüaelii Saat dokuz. daire: Saat beş, Eve dönmeliyim. Bilmeliyim gidip geldiğin yeri, Âşık değilim nihayet Bu başka şeye benzemez dostlarım, Bu ilk memuriyet !.. Mahmut KURU DLŞİ2İİ TOyl Kısakühek , şaha kalkıyor. Asfalt kına- sı çekilmemiş Yollardaki halis toprağın benek benek görünmesine, iki: kaldırım taşı arasındaki boşluğun nakarşı, gök ufuk ve cadde kayboluyor. Toz seli tari- hin bilmem hangi devrinde medeniyet timsali Bağdadı talan eden tatar akınları gibi ortalığı kasip Myo taş taş üzerinde birakm:- lid kapayıncıya Okadar odanızın içi bir sabraya dönüyor. Sokakta giderken iki adım ilerinizdeki adam, denizaşırı denecek kadar uzak- lara gidiyor, Kendinizi dağ başında, kimsesiz, yardımsız ve tesellisiz far- zediyorsunuz. İçinizde! en yatağa girip yorganı başınıza çekmek, bir koltuğa gömülüp tavana bakmak gibi garip ve kasvetli bir meyil geçiyor. Bir anda duyuyorsunuz ki tabiatın silâh- ie karşı başımızda kuvvetli bir müeyyede biçiminde yükselen şehir artık bir vehim haline gelmiştir. Ta- biat o kadar galip, insan o kadar zayıf, eser o kadar ai tedbir o kadar fanidir. Böyle bir duygu içinde, misafir sinir gi evin sedirine uzanmış, dü- şündüm Güzel olsun, çirkin olsun, istidat- sız ve yalçın bir toprak ortasında insan iradesini, insandaki yapıcılık hummasını temsil etmesi gereken Ankarada, in- san, tabiatın, damarlarına alay bu 0 ET esirin- den zıt bir hisse taş ia hissin aksülamelini o arayabilir, Boyumuzu ten aldığımız tesire canlanabilir. Mücadelenin meydanını biatın davetinde, birbirine zıt iki emir seziyoruz : — Ya uyuş, ya şahlan! biz ne yapmış pim al Tr mu, şahlanmış mı ? er hangi bir Amerikan sinema am birkaç ay içinde ku- rabileceği bu şahsiyetsiz madde inşası pilânında, kuvvetli bir ruzgârın iskam- bil kâğıtları gibi devirebileceği kâğıt helvası mimarisinden meskenler içinde; ve bir ucundan bakılınca öbür ucu görünen, fakat hiçten yola çıkıp hiçe giden yollar üstünde, her şeyi yap- mış olmak gibi büsbütün mahrum edici bir teselliye dümüş bulunuyoruz. Bu, uyuşmaktan da beter değil mi? ki 1 ye