26 Temmuz 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6

26 Temmuz 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

(AYNSTAYN) BİZE Ne KAZANDIRDI? Prof. Mustafa Şekip TUNÇ aa itibaren, (Nuy- ton) un tamamladığı zannedilen kâinat yapısının tekrar gözden geçi- rilerek bunun üzerine aşılanması iktiza eden yeni bir kâinat yapısı deneme- lerinin baş göstermesi, bu hususta bir inkilâbın o başlangıcı . sayılmaktadır. Çünkü (Aynştayn), insan ruhunun muhkemce yerleşmiş iki temel mef- humu sayılan zaman ve mekânı yeni- den ele almak ve bu mefhumları tadil etmek suretiyle.şimdiye-kadar hiç kim- senin el sürmeğe cesaret edemediği bir şeyi ilmi bir nazariye derecesin- de tekevvün ettirmeğe muvaffak ol- muştur. j Evvelâ zamandan başlıyalım: (Nüy- ton) un zannettiği ve bize tanıttığı zaman, ne başi ve ne sonu olan; ezel- den ebede doğru, bir nehir gibi, dai- mi ve sürekli bir surette akıp giden mutlak bir zamandır. Eski (fizik) ilmi- nin asl olarak tanıdığı zaman da bu zamandır. Birde içimizde yaşadığımız bir zaman var ki, hiç bir vakit mut- lak olmuyor; aynı müddeti ruh halle- rimize göre kâh uzun, kâh kısa duyu- yoruz. Burada (fizik) ilminin mutlak zamanına bir nisbilik, bir izafilik ârız olduğunu görüyoruz. Fakat (Aynş- tayn)ın teklif ettiği zamanın izafiliği hiç de bu tarzda basit olan ruhi ve > (sübjektif) bir izafilik değildir. Buna göre zaman ve mekân müstakil ve başlı başlarına birer (realite) olmayıp - ancak «mekân -zaman» birliği halinde olarak müstakil bir mevcudiyet muha- faza edebilirler. Biz umumiyetle eşya- nın biribirlerinden mekânda ayrıldık- larını ve vakaların da birbirlerini za- manda takip -ettiklerini idrâk ediyo- ruz. Fakat (Aynştayn)ın nazariyesi, zamanla mekânın biribirlerinden tefrik edilerek ayrılamıyacağını göstermiş bulunuyor. Zamanla mekânın bu. su- retle biribirlerine kaynaştırılmasından hâsıl olan bu yeni mefhum bakımın- dan kâinatın yapısı da yeni bir şekil alıyor. Evvelce düpedüz ve sonsuz olarak tasavvur edilen kâinat yerine, yamık (münhani) ve sonlu bir kâinat fikri vücut buluyor; aynı zamanda yeni bir cazibe kanunu olmak icap ediyor, ski düpedüz ve sonsuz mekân telâkkisinin (Öklit) hendesesinden gel- , diği ve bu hendesenin başlıca müte- 6; — ZAMABİİNN NE EE arifelerinden biri «muayyen bir hatta muayyen bir noktadan ancak bir mu- vazi resmedilebilirr olduğu malümdur. Bu hendesenin esaretine karşı, (Öklit) ci olmıyan hendeseler tarafından da- ha geçen asırda karşı konduğu da malümdur. (Öklit) hendesesi ne kadar mantıki ise bunlar da aynı derecede mantıkidirler. Birisindeki düz mekân tipi yerine, digerinde, münhani bir mekân tipi kaim olmuştur. Riyaziyeci olmıyanlar için bu tam bir lâtife gibi gelir. Fakat mesele yalnız mantık ve riyaziye sahasında kalmıyarak (Aynş- tayn) ın nazariyesiyle, kâinat yapısının da münhani bir çevre ile mahsur ve mahdut olması hakikaten sabit olu- yorsa, ayrıca mekân mefhumumuzda da büyük ve mühim bir değişiklik hâsıl oluyor demektir. (Aynştayn) nazariyesinin, cazibe kanunu telâkkimizde de değişiklik yaptığını söylemiştik. Bunu anlamak için bu husustaki eski telâkkileri ha- tırlamak lâzımdır: o Hâdiselerin ilk (unimist) izahlarına göre alışılmamış bir hâdise vâki olduğu zaman bunun sebebi ruhlara atfolunurdu. (Nuyton)- dan evvel de seyyarelerin hareketleri bunlar tarafından idare olunuyor sanılırdı. (Nuyton) bu fikri insan ze- kâsının en muhataralı bir tâmimi ile reddetti. Ona göre, seyyafelerin ve kâinattaki bütün cisimlerin hareketle- rine sebep, daha gayri şahsi bir âmil, bir «kuvvet» vardır. Ve : bu kuvvet, mevcudatı hareket ettirmeğe muktedir zekâ ve iradeden mahrum oldukça, ruhsuz bir (espri) dir. Bundan evvel harekette bir değişiklik hâsıl olduğu zaman: «Hahl İşte bak, o kuvvetin işil» deniyordu. Fakat bu kuvveti hiç kim- seler görmüyordu. Sadece mevcudat- taki hareketlerin niçinine ait olan boş- luk, bu kelime ile doldurulmuş olu- yordu. Bununla beraber çok geçmeden kuvvetlerin de mevcudat kadar ha- kiki olduğu tanınmıştı. Buna rağmen, (Aynştayn), cazibe- nin bir kuvvet olmasını inkâr etti. Ona göre cazibe, madde üzerine tesir « eden bir kuvvet olmayıp, madde tara- fından husule getirilen bir netice, me- kânda bükülme, yahut mekânın bir eğrilmesidir. Bir yerde ne kadar çok madde olursa, bükülme o nisbette arttığı gibi, cazibenin çekici kuvveti de o nisbette büyür. Buna göre, bir hattı müstakim halinde intişar eder gibi görünen bir ziya şua! (Aynştayn)ın dünyasında düz gitmeyip -kıvrılacak, uzun, pek uzun bir mesafe katetitikten sonra tekrar geri. dönecektir. Bu takdirde mekân, eski telâkkinin aksine olarak kapalı bir (sistem) oluyor, kâinat da vw sonsuzluktan çıkarak mahdut bir ma- hiyet alıyor. Aynı zamanda müthiş bir merak uyandırıyor, Çünkü mahdut bir kâinatın (ötesi) olmak icabediyor, İşte yine filozoflarla din ve ilim adam- larını düşündürecek mesele... Her nazariye gibi bu nazariyenin de kat'i olmıyan tarafları olacaktır. Nitekim (Aynştayn) ı tasdik edenlerin yanında, yaptığı hesaplarla gösterilen, delillerin kifayetsizliğini iddia edenler de vardır. Fakat evvelce de söyledi- gimiz gibi, bu nazariyeye rakip ola- bilecek kuvvette bir nazariyenin he- nüz mevcut olmadığı da meydan- dadır. (Aynştayn)ın getirdiği yeni cazibe telâkkisiyle, cazibenin izah edil- miş olduğuna kimse inanmıyor; sadece cazibeyi tasvir etmek için yeni bir (metod) bulmuş olduğu teslim ediliyor. Fazla olarak, (Aynştayn) ın nazariyesi yeryüzünde yaşıyan biz fâniler için ( Nuyton ) un nazariyesinden daha kıymetli değildir. Güneşin. etrafında kendi mahreki üzerinde dönen Arzı- mıza nisbetle bu iki nazariye arasın- da dişe dokunacak gibi bir fark da yoktur. Bizim bu dünyadaki gündelik işlerimiz için (Nuyton) nazariyesini takip etmek ve zaman ile mekânı sonsuz bir surette uzanan mahiyetler gibi anlamak daha sade ve elverişli- dir. Ameli hayat bakımından mün- hani bir mekân tahayyül etmenin mânası da yoktur. O halde izafiyet nazariyesine bu kadar kıymet vermek neden icap ediyor? Şundan icab edi- yor ki, ilim, hakikate doğru olan yürüyüşünde gündelik tecrübelerimi- zin hududunu çok aşmış ve hattâ idrakin en ilerilerine kadar uzanmış bulunuyor. İki nazariye arasındaki fark ancak bu ileri idfak sahaların- da, yâni çok büyük süratlerle çok şiddetli cazibe sahalarında ve çok ince ölçülerle felsefi mefhumlar ala- nında görülebilir. Ancak bu alanda- dır ki, insanlar kendi hasselerinin fevkine çıkıyor. Elhasıl, bu yeni cazibe kanunu ileride ne mahiyet alırsa alsın, tabia- tın yeni tarzdaki tetkik usulleri ve bulunan yeni mefhumlar, uzun zaman kıymetlerini muhafaza edeceklerdir. Şurası da muhakkak ki, kontrol edil- miş birkaç vâkıaya/dayanan bu na- zariye ile, dünyanın şimdiye kadar asla görmediği en şaşılacak fikir âbidelerinden biri kurulmuş, ilme ve ler getirilmiştir. O halde ki, bu naza- riye, mevcudatın görünüşü arkasında, bunların büyük (realite) lerini tetkik etmek için insanın kullanabileceği en yeni ve en iyi bir âlet olmuştur.

Bu sayıdan diğer sayfalar: