26 Temmuz 1946 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12

26 Temmuz 1946 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

PŞİRDENBİRE yorganın altında ürperdiğini duydu. Bu ılık battaniyeli yataktan dışarısı pek mi soğuktu? Masanın üstün- deki çalar saat ters dön- düğünden ona bakmak için kolunu çıkarıp da pijama- sından dirseklerine kadar sıyrılan kolu buz gibi bir havaya değince odanın pek soğuduğunu o zaman far- ketti. Bir saattir yatağın sıcaklığında düşünüyordu. Akşama kadar bu sıcaklı- gın içinde, kurmak... Bazan dakikalar güç geçerek, ba- zan yarım saatleri, bir sa- atleri birer saniye içinde geçerek; hele saat beşi bulsaydı... Ortalık elektrik- lerini yaksaydı... Saat on ikiyi çeyrek geçiyor, «Kalk- sam bir ıhlamur kaynatıp içsem, ekmek canım istemi- yor. Dolapta bir portakal vardı; yesem, bir gazete aldırsam» diye düşündü. Kalkamiyordu ki... Dışarida kar olacağını tahmin etti. Perdeyi çekip baktı. Kar tipi halinde yağıyor, apar- tıman tepelerinden duman- larla beraber, bu yatak ılıklığı ona büsbütün saa- detleştiren bir tarzda üfle- nip duruyordu. «Evlenmiş olsaydım, Yarabbi! Bir kadın şimdi çoktan kalk- mış olurdu. Hiç olmazsa bir mangal; taze, kırmızı. Hiç olmazsa çinko bir ibrik; küflenmis, ihtiyar, kırçıl. Belki bir sahan olurdu. dışarıda, mis kokulu.» de- meye kalmadı; birçok şey- ler çü hissetti. «Uyu- yor muyum?» diye kendi rt sordu, Uyuduğunu uyanınca anladı. Saat bir buçuktu, Şu kendisine üç saniye gibi gelen bir saat on beş dakika zarfında ne halt karıştırmıştı? Galiba; dışarıda lâpa lâpa kar ya- gan bir işsiz kış günü bir ılık sinemaya dalmış; bir yaz günü bir ormanlık, bir su kenarı, bir harman yeri, bir köylü kızı görmüştü. İçine pelte pelte bir şeyler çöküyor; yine içinden bir şeyler, kar taneleri gibi savruluyordu. Tekrar uyu- muştu. Uyandığı zaman saat dörttü. Yine kalkamadı. Perdeyi aralık edip yine baktı. Kar, şimdi rüzgârla savrulmuyor; tane tane, döne döne, benek benek düşüyordu. Birden dışarısı- nı bu sefer arzuladı. «Kalk- malı artık, dedi. Üşürsem bir kahveye girerim, Bir iki insan yüzü gö » Yataktan fırladı. Aman, oda ne soğuktu! Bu bekâr odasının ona göre en gü- zel şeyine koştu, Bu bir radyo idi; açtı. Kalın bir erkek sesi çok uzaktan ko- nuşuyor. Bir istasyondan da düğmenin sonunu çe- virdiği halde ancak işidile- bilir keskin sesli bir kadın, bir opera parçası söylü- yordu. Radyonun ışığında ısın- mış gibi idi, Çabucak gi- yindi. “Açık bıraktığı ince “kadın sesli istasyondan, şimdi, bir takım yastık yorgan altlarından fırlamışa benzeyen boğuk bir keman sesi geliyordu. Radyoyu kapadı. Kendini sokakta buldu, Ekmek vesikam ya- nımda mı acaba? te- lâşla ceplerini aradı. Eli, karneden evvel bir banko- notun kâğıdına değdi. Fe- rahlamıştı. Ekmek karnesi- ni de buldu. <Tararat tat tam - tarara- rat tam tam tam> dedi sonra «Peki... Ya ekmek vesikam yanımda olsaydı da param olmasaydı? Ya. hut da, param olsaydı da ekmek karnem yanimda olmasaydı ?.. «Aynı. şeyde- gildi. Birincisini ele alırsa mesele hakikaten mühim- dir. Hattâ korkunçtur. 'Ti- piyi karşısında donmuş bir adam şeklinde, bıyıkları dimdik, karlı, gözleri mavi, donuk gördü. Bir yerde okumuştu : o Napolyonun Rusyadan ricatında bir or- man kenarında mola veren bir alayın nöbetçilerini, sabahleyin, birer “ağaca dayanmış; dimdik bir va- ziyette, donmuş bulmuşlar. Alayı canları bahasına kur- taran bu nöbetçilerin pos - bıyıkları, büyük * burunları, kaskatı boyunlarını gözü- nün önüne getirdi. Nöbet- çileri odünyada yapılmış, yapılacak heykeyllerin en korkuncu haline döndüren soğuğu karşısında canlı görür gibi oldu. Bunun üzerine ikinci ihtimale omuz silkti, Düşünmeğe bile değ- mez, dedi. Evinde bir damla erzak yoktu: İyi biliyordu ki, koca şehrin zenginleri, sandık sandık şekerleriyle, bulgür- ları, pirinçleri, odun kö- mürleriyle bu büyük taş evlerine kapanmışlardır. O- radan, Bodos efendinin apartımanının kilerindeki sucuk kangallarından ge- len yazın, Yasef efendinin şeker sandığından sızan ilkbaharın, Sacit Yurtseverin (Koket) apartımanının peynir tenekelerinden gelen sonba- harın farkında olsa bile içini bedbahtlık dolduru- yordu. Odasından müthiş karlı bir pazar günü sokağa fırlayan bekâr adam, ben iyi bir adamım, diye düşün- dü.. Bir beyaz karanlığa varıyor, bir beyaz karanlık daha önünde açılıyordu. Yavaş yavaş ışıklarını ya- kan çarşılarda ayakları buz kesmiş, kulağını buz gibi iğneler odidikleyen adam 9 kaşkolunu boynundan çıka- rarak kulaklarını sardı. Kaşkolu çenesinin altına sımsıkı bağladı. İnsanların - arasına karıştı. Bir rüya, bir sevimli rüya gibi bi Birdenbire önündeki be- yaz karanlığın sıyrılıp geri geri uçtuğunu, çabuk çabuk re a gördü : Caddenin bir kilometre ötesinde bir çocuk koşuyor. Şurada bir genç kız bir b rem topuna tutuyor ki de kar toplamak üzere * açmıştı. İçindeki saadet his- si artmıştı, Biraz sonra bir işkembecide bir çorba e ocaman ekmek ONA çorbaya oi İşe k. Oh! İçi ısınacak... Bel- ki de iki bardak turşusuyu içecek, Hava, gece yatağa girerken, belki de lodosla- acak... Çorbayı ve turşusuyunu içip evine koştu. Radyosun- dan güzel bir ses: «Sulh, anlaşma, çok ya- kın gözüküyor, Bütün ta- raflar, hemen hemen, karara varmışlardır. İnsan- oğlunun hür günleri, mesut günleri kapımızı çalıyor. Ne galip, nede mağlüp vardır. Yalnız; yalnız, in- sanoğlunun hür düşüncesi, temin edilmiş istikbali, is- tismarsız çalışması garanti edilmiştir. Yaşamak, seviş- iyor. Düğmeyi çeviriyor, Bir tatlı, meçhul, garip, şimdiye kadar işitilmemiş, birdenbi- re anlaşılan, insanın içine yığın yığın ümit, hayat yı- ye bir ses odanın içini olaşıyor. Şimdi radyosunun düğ- mesini kapamadan uyuyu- verecek. Yarın lodosla 1sin- mış odada saatin sekizi çalmasını beklemeden rad- yonun. sesiyle uyanıp he- men yataktan EEE İşine koşacak. m -— Azizim A; hayır B, iy it balinden aa Artık mesele yoktur, diyece İtiraz edecekler; kızacak. Ama il bu korkunç gidişine rağmen umutlu, paltosunun yakasında kar- lar, ayakları buz gibi, bo- yun atkısını ku aklarına dolayarak bekâr odasının yolunu tutacak...

Bu sayıdan diğer sayfalar: