PŞİRDENBİRE yorganın altında ürperdiğini duydu. Bu ılık battaniyeli yataktan dışarısı pek mi soğuktu? Masanın üstün- deki çalar saat ters dön- düğünden ona bakmak için kolunu çıkarıp da pijama- sından dirseklerine kadar sıyrılan kolu buz gibi bir havaya değince odanın pek soğuduğunu o zaman far- ketti. Bir saattir yatağın sıcaklığında düşünüyordu. Akşama kadar bu sıcaklı- gın içinde, kurmak... Bazan dakikalar güç geçerek, ba- zan yarım saatleri, bir sa- atleri birer saniye içinde geçerek; hele saat beşi bulsaydı... Ortalık elektrik- lerini yaksaydı... Saat on ikiyi çeyrek geçiyor, «Kalk- sam bir ıhlamur kaynatıp içsem, ekmek canım istemi- yor. Dolapta bir portakal vardı; yesem, bir gazete aldırsam» diye düşündü. Kalkamiyordu ki... Dışarida kar olacağını tahmin etti. Perdeyi çekip baktı. Kar tipi halinde yağıyor, apar- tıman tepelerinden duman- larla beraber, bu yatak ılıklığı ona büsbütün saa- detleştiren bir tarzda üfle- nip duruyordu. «Evlenmiş olsaydım, Yarabbi! Bir kadın şimdi çoktan kalk- mış olurdu. Hiç olmazsa bir mangal; taze, kırmızı. Hiç olmazsa çinko bir ibrik; küflenmis, ihtiyar, kırçıl. Belki bir sahan olurdu. dışarıda, mis kokulu.» de- meye kalmadı; birçok şey- ler çü hissetti. «Uyu- yor muyum?» diye kendi rt sordu, Uyuduğunu uyanınca anladı. Saat bir buçuktu, Şu kendisine üç saniye gibi gelen bir saat on beş dakika zarfında ne halt karıştırmıştı? Galiba; dışarıda lâpa lâpa kar ya- gan bir işsiz kış günü bir ılık sinemaya dalmış; bir yaz günü bir ormanlık, bir su kenarı, bir harman yeri, bir köylü kızı görmüştü. İçine pelte pelte bir şeyler çöküyor; yine içinden bir şeyler, kar taneleri gibi savruluyordu. Tekrar uyu- muştu. Uyandığı zaman saat dörttü. Yine kalkamadı. Perdeyi aralık edip yine baktı. Kar, şimdi rüzgârla savrulmuyor; tane tane, döne döne, benek benek düşüyordu. Birden dışarısı- nı bu sefer arzuladı. «Kalk- malı artık, dedi. Üşürsem bir kahveye girerim, Bir iki insan yüzü gö » Yataktan fırladı. Aman, oda ne soğuktu! Bu bekâr odasının ona göre en gü- zel şeyine koştu, Bu bir radyo idi; açtı. Kalın bir erkek sesi çok uzaktan ko- nuşuyor. Bir istasyondan da düğmenin sonunu çe- virdiği halde ancak işidile- bilir keskin sesli bir kadın, bir opera parçası söylü- yordu. Radyonun ışığında ısın- mış gibi idi, Çabucak gi- yindi. “Açık bıraktığı ince “kadın sesli istasyondan, şimdi, bir takım yastık yorgan altlarından fırlamışa benzeyen boğuk bir keman sesi geliyordu. Radyoyu kapadı. Kendini sokakta buldu, Ekmek vesikam ya- nımda mı acaba? te- lâşla ceplerini aradı. Eli, karneden evvel bir banko- notun kâğıdına değdi. Fe- rahlamıştı. Ekmek karnesi- ni de buldu. <Tararat tat tam - tarara- rat tam tam tam> dedi sonra «Peki... Ya ekmek vesikam yanımda olsaydı da param olmasaydı? Ya. hut da, param olsaydı da ekmek karnem yanimda olmasaydı ?.. «Aynı. şeyde- gildi. Birincisini ele alırsa mesele hakikaten mühim- dir. Hattâ korkunçtur. 'Ti- piyi karşısında donmuş bir adam şeklinde, bıyıkları dimdik, karlı, gözleri mavi, donuk gördü. Bir yerde okumuştu : o Napolyonun Rusyadan ricatında bir or- man kenarında mola veren bir alayın nöbetçilerini, sabahleyin, birer “ağaca dayanmış; dimdik bir va- ziyette, donmuş bulmuşlar. Alayı canları bahasına kur- taran bu nöbetçilerin pos - bıyıkları, büyük * burunları, kaskatı boyunlarını gözü- nün önüne getirdi. Nöbet- çileri odünyada yapılmış, yapılacak heykeyllerin en korkuncu haline döndüren soğuğu karşısında canlı görür gibi oldu. Bunun üzerine ikinci ihtimale omuz silkti, Düşünmeğe bile değ- mez, dedi. Evinde bir damla erzak yoktu: İyi biliyordu ki, koca şehrin zenginleri, sandık sandık şekerleriyle, bulgür- ları, pirinçleri, odun kö- mürleriyle bu büyük taş evlerine kapanmışlardır. O- radan, Bodos efendinin apartımanının kilerindeki sucuk kangallarından ge- len yazın, Yasef efendinin şeker sandığından sızan ilkbaharın, Sacit Yurtseverin (Koket) apartımanının peynir tenekelerinden gelen sonba- harın farkında olsa bile içini bedbahtlık dolduru- yordu. Odasından müthiş karlı bir pazar günü sokağa fırlayan bekâr adam, ben iyi bir adamım, diye düşün- dü.. Bir beyaz karanlığa varıyor, bir beyaz karanlık daha önünde açılıyordu. Yavaş yavaş ışıklarını ya- kan çarşılarda ayakları buz kesmiş, kulağını buz gibi iğneler odidikleyen adam 9 kaşkolunu boynundan çıka- rarak kulaklarını sardı. Kaşkolu çenesinin altına sımsıkı bağladı. İnsanların - arasına karıştı. Bir rüya, bir sevimli rüya gibi bi Birdenbire önündeki be- yaz karanlığın sıyrılıp geri geri uçtuğunu, çabuk çabuk re a gördü : Caddenin bir kilometre ötesinde bir çocuk koşuyor. Şurada bir genç kız bir b rem topuna tutuyor ki de kar toplamak üzere * açmıştı. İçindeki saadet his- si artmıştı, Biraz sonra bir işkembecide bir çorba e ocaman ekmek ONA çorbaya oi İşe k. Oh! İçi ısınacak... Bel- ki de iki bardak turşusuyu içecek, Hava, gece yatağa girerken, belki de lodosla- acak... Çorbayı ve turşusuyunu içip evine koştu. Radyosun- dan güzel bir ses: «Sulh, anlaşma, çok ya- kın gözüküyor, Bütün ta- raflar, hemen hemen, karara varmışlardır. İnsan- oğlunun hür günleri, mesut günleri kapımızı çalıyor. Ne galip, nede mağlüp vardır. Yalnız; yalnız, in- sanoğlunun hür düşüncesi, temin edilmiş istikbali, is- tismarsız çalışması garanti edilmiştir. Yaşamak, seviş- iyor. Düğmeyi çeviriyor, Bir tatlı, meçhul, garip, şimdiye kadar işitilmemiş, birdenbi- re anlaşılan, insanın içine yığın yığın ümit, hayat yı- ye bir ses odanın içini olaşıyor. Şimdi radyosunun düğ- mesini kapamadan uyuyu- verecek. Yarın lodosla 1sin- mış odada saatin sekizi çalmasını beklemeden rad- yonun. sesiyle uyanıp he- men yataktan EEE İşine koşacak. m -— Azizim A; hayır B, iy it balinden aa Artık mesele yoktur, diyece İtiraz edecekler; kızacak. Ama il bu korkunç gidişine rağmen umutlu, paltosunun yakasında kar- lar, ayakları buz gibi, bo- yun atkısını ku aklarına dolayarak bekâr odasının yolunu tutacak...