SMANLI tarihinde bazı padişahla- rın geceleri (tebdil) gezmekle, her halde büyük bir isabette bulun- duklarına kanaat getiriyorum. Malüm ya, çok doğru bir söz var- dır. «Saraylara, hakikat giremez!» der- ler. Gariptir ki, bu sözün hikmetine, -en (müstebit padişah) diye tanınan - Sultan Abdülhamid bile kaniydi. Mese- lâ kendisine mühim bir jurnal veril- diği zaman, onun tahkiki için ayrı ayrı adamlar gönderirdi. Hakikati ancak o suretle öğrenirdi. Osmanlı hükümdarlarından ikinci Osman, dördüncü Murad, üçüncü Se- lim, ikinci Mahmud ekseriya. derviş kıyafetine girerek halk arasında teb- dil gezerlerdi. Böylece, umumi ahvali gizliden gizliye * kontrol ederlerdi. Bunlardan ikinci Osman ile dördüncü Murad, pek kıyasıya davranırlardı. Menettikleri şeylerin yapıldığını gör- dükleri anda, onun mütecasirinin der- hal kafasını koparırlardı. Garibi şurasıdır ki, son derecede şefkat ve hassasiyet, bilhassa ahlâ- kının halimliği ile meşhur olan üçüncü sultan Selim bile, bir kadına musallat olan bir kalyoncuyu, şiddetli bir han- çer darbesiyle yere sermiş, kendisin- den hiç umulmayan bir celâdet gös- termişti. Halbuki annesi, sultan Selim'i çok severdi. Onun, hiçbir suretle üzülme- sini istemezdi. Etrafındakilere : Sakın arslanıma, uygun ai abi Saltanat par halel getirilmesin ! Diye sık sık haberler gönderirdi. Bundan dolayı bir çok hakikat padi- şahtan gizlenirdi. Fakat sultan Selim, annesinin bu mudahalesini öğrendik- ten sonra âdeta onu tekdir etmiş; li ve Aldatılanlar kendisinden saklanan. şeyleri öğren- mek için, tebdil gezmeyi âdet edin- mişti. Sarayın ahengini bozmamak için aldatılan padişahlar da vardı. Meselâ, sutlan İbrahim devrinde Avustralya- lılar Bosna hududuna âni bir baskın yapmışlar; (Kilis) kalesini almışlardı. Sadrıazam Ahmed paşa bu hâdiseyi padişahtan gizledi. Onun zevk ve sa- fasını halel getirmek istemedi. Fakat günün birinde sultan İbrahim meseleyi işitti. Hattâ o sırada Akdeniz Boğa- zını zorlıyan frenk gemilerinden de büyük bir ürküntü hissetti. Fena hal- de hiddetlendi. Dan derhal huzuruna getirtti — Bire li 1. Kilis kalesini düşman almış. Frenk donanması da Boğaza dayanmış. Niçin beni haber- dar etmezsin ?.. Diye izahat istedi... Ahmed paşa, pişkinliğine halel getirmedi : — Padişahım!.. Kilis dedikleri bir kale değil, bir kilisedir. Boğaz da, İstanbul'a bir aylık yoldur. Diye cevap verdi. Çünkü padişah, ne Kilis'in ne olduğundan ve ne de Akdeniz Boğazı ile İstanbul arasında ne kadar mesafe bulunduğundan ha- berdardı |.. . bul'un her tarafında, Ziya ŞAKİR Abdülhamid, hal'edilerek evvelâ Selânikteki âlâtını köşkünde ve son- ra da Beylerbeyi sarayında mahpus bulunduğu esnada, kendisi ile temasta bulunan bazı zevata kendi idare sis- temi hakkında bir hayli malümat ver- mişti. Bu arada, jurnalcılıktan da bahsederken; Bana : verilen : jurnallardan, vükdü” doksan dokuzunun yalan ol- duğuna kanidim. Ancak, bunlardan belki bir tek tanesinin doğru olması itibariyle, takdim edilen jurnalları ka- bul ederdim | Demişti. Son Osmanlı hükümdarı olan . (Vahdeddin), sultan Hamid'den daha ziyade jurnalcılığı terviç etmişti. İstan. saray adamla» rından mürekkep bir hafiye şebekesi tesis ettiği gibi, İngiliz istihbarat ser- visini kontrol eden vasıtalara da ma- likti. Fakat garibi şurasıdır ki, artık saltanat yıldızı sönerek firara hazır- landığı zaman, etrafındaki bazı kim- selere : — Ah, beni aldattılar. Vaziyetin vehamete doğru yürüdüğünü, benden sakladılar ! Demişti. Halbuki, vaziyetin ve- amete doğru yürü- Fikir adesesiyle geçmiş gün : Tayyareciliğe bundan tam 30 yıl evvel başladık ve ilk kurbanlarımız dik. Sonra, her başlangıçta hızlı, fakat neticede yavâş meşhur Fethi ve Sadık eyleri aramızdan çıkarabil. olmak hususundaki an'anemiz icabı, yaya kaldık !.. düğünü, herkesten evvel onun bilmesi lâ- zım gelirdi. Çünkü, ikinci halife Hazreti Ömere dert yanan ka- dının dediği gibi, iba- dullahın umurunu üze- rine alanların, her şeyi duyması, bilmesi ve ona göre düşünerek hareket etmesi lâzım gelirdi. Devirler boyunca, bilmek isteyip'de alda- tılmak ve bazan hiç de 'bilmeğe talip ol- mamak şeklindeki ge- lişimiz ne hazin|..