Ag ie MET VEE AŞAR EZ . j4 Hizir KİKATE en yakın tahminlere kabul edildiği takdirde, Anadoluda ““aynı ismi taşıyan arabaların, ne de- rin bir mazi ve tarihe malik olduğu- nu kabul etmek lâzımgelir. CengiZin istilâ ordularında, bü- yük araba kollarının bulunduğuna dair birçok kayıtlar vardır. Netekim, bizzat Cengizin de 70-80 at tarafın- dan çekilen gayet büyük bir araba ile sefere çıktığı bâzı tarihlerde yazılmaktadır. Ancak, Türklerinde harplerde Romalılar, Bizanslılar ve hattâ İranlılar gibi (cenk arabaları) kullandığına dair mevsuk malümata tesadüf olunamamaktadır. Hattâ İstan- bulu fetheden Türkler, Bizanslıların birçok şeylerini aldıkları halde, ne- dense, - o devrin harplerinde büyük işler gören - cenk arabalarına rağbet göstermemişler, : atı, arabaya tercih etmişlerdir. Hattâ şehir dahilinde, Bizanslılar gibi (tahtırevan) denilen nakil vastasına da iltifat etmemişlerdir. Âdi bir tahta çatısından ve iki yuvarlaktan ibaret olan kağnının, dört tekerlekli arabaya nasıl ve neza- man tahavvül ettiğini bilmiyoruz. An- “cak, büyük Türk fatihlerinden |. Sul- tan Süleymanın, son sefgrlerine araba ile iştirak ettiğine dair tarihi kayıt- lara rastgeliyoruz. Malüm olan bir hakikat vardır ki bu büyük hükümdar, son defa olarak yaptığı (Sektuvar) seferine, üzeri me- şin örtülü ve meşin perdeli bir ara- baya binerek gitmiş; o harp sonunda vefat ettiği zamanda cesedi, yine araba ile İstanbula nakledilmiştir. Yeniçerilerin korkunç bir isyanıyla tahtdan indirilen 1l, Sultan Osman, (Orta Cami) den bir hasta arabasına bindirilerek Yedikuleye götürülmüş, orada öldürülmüştür. Vakit vakit İs- tanbulu: tehdit eden veba, kolera ve saire gibi sâri hastalıklar esnasında, hastaların bir yerden diger yere nakli sırasında, bu hasta arabalarını kul- lanmaya lüzum görülürdü. I, Sultan Ahmet devrine kadar, İs- tanbulda binek arabası mevcut değil- di. Şehre sadece ot ve erzak arabaları girerdi. O tarihte, (koci) denilen - ve Rumeliden geldiği rivayet edilen - bi- nek arabaları taammüm etti. Bu kocı arabaları büyük dört te- kerlekli idi. Bugünkü arabalara naza- ran bir hayli yüksekti. Dört tarafı, yarım metre irtifaında tahta kaplan- “mış, iki tarafında birer kapı bırakıl- mıştı. Üzerinde, eğri denilen yarım . çenberler vardı. Bunlara da meşin ör- tüler kaplanmıştı. İçi, minderler ve yastıklarla döşenmişti, Erkeklerin bin- Bizde dikleri arabaların etrafı, meşin per- delerle kapatılırdı. Kadınların araba- larının her tarafi tahtalarla çevrilerek yalnız yanlarda kafesli pencereler bı- rakılırdı. Bu arabalar, saraya ve devlet erkânının konaklarına da kabul edil- mişti. O zaman bu basit arabalar da- hili ve harici şekillerini değiştirmiş; içleri, gayet kıymetdar kumaşlarla dö- şendiği gibi, dışları da boyalı ve altın yaldızlı nakışlarla süslenmişti. İstanbulun sokakları dar ve do- “lambaçlı olduğu için bu hantal ara- baların sür'atle hareketi mümkün de- gildi, Buna binaen bunların cer vası- taları at değil, sadece öküzlerden ibaretti. iskin ve tembel, o nisbette de sinirli olan Sultan İbrahim attan hoş- lanmazdı. Ekseriya şehirde, ya tahtı- revan veyahut kocı ile dolaşırdı. Bu cevelânlar esnasında, birkaç defa kar- şıdan gelen arabalar yolunu kesmiş; yarım deli Padişahı fena halde sinir- lendirmişti. Bunun üzerine «Arabalar, şehre girmesin, ve şehirde, bir ferd arabaya süvâr olmasın. İstanbul içre, bir dahi görmeyeyim. diye irade et- mişti... Halbuki birgün Davutpaşa semtinde kendisini okutmak için bir tekke şeyhine giderken, birdenbire yine bir araba ile karşılaştı. Hemen orada idurarak Sadrazam Salih Paşayı çağırttı. Adamcağız gelir gelmez «Ben arabalara yasağ etmiş iken niçin be- nim tenbihim tutulmaz? Ben Padişah değil miyim ?... Tez, boğunb diye bağırdı. Çarçabuk, cellâd bulunamadı. Hemen, oradaki evlerden birinin ku- yusundan ip koparıldı. Zavallı sadra- zamın yalvarıp yakarmasına rağmen boğazına takıldı. Derhal. boğularak, biruh cesedi, yolun kenarına atıldı. İstanbulda arabanın taammüm et- mesine rağmen kadınların çoğu atla geziyorlardı. Ve tıpkı erkekler gibi ata. bindikleri için ekseriya baldırla- rını gizliyemiyorlar, bu yüzden bir takım dedikodulara sebebiyet veri- yorlardı... Bunun önüne geçmek için, kadınların ata - binmeleri menedildi. Ve arabaya binmek hakkı münhası- ren onlara verildi aba adedi artmaya ve sarsılmaması için yaylı r kadınların / L ÜZüM Ellek Araba Ziya ŞAKİR arabalar yapılmaya başlamıştı. Bunla- rın en ında, dört kişilik (talika) ile altı kişilk (kâtip odası) denilen arabalar vardı. Bunlar, tek ve ya- hut çift atla çekiliyorlardı. Avrupada, uzun yolculukta kulla- nılan geniş ve yaylı arabalarda ka- bul edilmişti. Bunlara (Hinto) adı ve- rilmişti. Maamafih, Il. Sultan Selim ve II. Mahmut devirlerinde, bu hintoların küçükleri de yapılmıştı. Bilhassa sa- ray kadınları, seyir yerlerine bunlar- la gidiyorlardı. Tanzimat devrinde, alafranga- lık modası arttığı zaman, Avrupadan evvela (lândon), sonra (kupa) ve da- ha sonra fayton da getirtildi. Lândon, İstanbulda pek okadar rağbet gör- medi. Buna mukabil, Bursa ve İzmir şehirlerinde çarçabuk taammüm etti. Üzeri açılıp kapandığı için, zenginle- rini başlıca nakil vasıtası oluverdi. (Talika) ile üzeri tenteli (uzun araba) nın kullanıldığı yerler Kadı- köy, Üsküdar ve havalisine münhasır kaldı. İstanbulda da, (kupa) lara karşı rağbet arttı, (Fayton), pek güç taammüm etti. Meşrutiyetin ilânına kadar bu tip ara- baya kadınlar binemezlerdi. Sultan Hamit devrinin son yılla- rına doğru İstanbula (bato) sistemin- de birkaç araba getirtildi. Bunların tekerlekleri lâstikli idi. O devrin meş- hur saray adamlarından Fehim Paşa- nın, içi al atlas döşeli bir (bato)su var- dı ki, şıklık ve zerafeti itibariyle bir haylı zaman İstanbul halkının hoşuna gitmişti. Meşrutiyetin ilânını müteakip, Fehim Paşanın Bursada parçalanması üzerine, eşyaları satılırken bu araba- yı Bursalı Kasap Hacı Ahmet Ağa isminde bir zengin aldı. ardan * maada hasırlı, yarım hasırlı, (brik) arabalar da vardı ki bun- larda daima seyfiyelerde kullanılırdı. Taşra arabaları, başlıca iki şekle inhisar etti. Bunlardan biri, üzeri me- şin kaplı binek arabalarıydı ki bunlara sadece (yaylı) denirdi. Digeri de (ta- tar arabası) yahut (vurgun) denilen yük arabaları idi. Sivas taraflarında, dört at ile çekilen büyük vurgun'lar da görülmeye başlamıştı. Bunlar da (barhana) adını aldı.