AVCI id- $ dianamesini okudu : — «Fikirler baş- lıca iki noktada top- lanıyor: (Birincisi, Yahya Kemal'in kı- sırlığı... Bilhassa 1918 den evvel söylenmiş sözlerde bu nokta israrla tekrarlanmıştır. O zamandanberi kitab neşretmemekle beraber Yahya Kemal'in pek çok şiir söylediği göz önüne alınınca kısırlık iddiası kendiliğinden sukut eder. Kaldı ki, (berceste) mısra kâfi değilse bile, mahkemeniz, şiirde keyfiyeti ke- ii nokta, Yahya Kemal'in sanat telâkkisini tefsire istinat edi- yor. Çoğu ölmüş bulunan şahitlerin düşünüşleri bu hususta bazan birbi- rine tamamiyle zıd mevkilerde kaldığı için leh veya aleyhte bir kıymet tem- sil edemedikleri kanaatindeyiz. Bu hu$us, bize, Yahya Kemal'in iç yapısı itibariyle hâlâ birçoklarına meçhul kaldığını isbat ediyor. İtiraf edelim: En çoğu, kendisine kulaktan hayran oan kimselerden ibarettir. Bunlar Yahya Kemal'i ne anlamışlar, nede tatmışlardır. Derhal bir misal vermiş olmak için Bay Cemil Sena Ongun'un verdiği örneklere bakalım. Bu zat: Mahzun hudutların ötesinden akan sular Bin mağra ağzı açmış ulurken uzun uzun Mısralarını tenafür örneği diye gösterdi. Birinci mısrada (u) sesinin tekerrürü (O (mahzun) kelimesindeki hüznü devam ettirir. (Mağra ağzı) kelimelerindeki (o (ağ) heceleri ise takaddüm eden sesleri; kelimeleri de “bizzat ulumayı basit bir hünerle tak- lit eder. Keza, (vokabüler) darlığına misal diye verdiği üç mısradada tekrarlanan (sebü) kelimelerinin her biri mânaca öbüründen farklıdır. Böylece şair, kelimeyi mânaca zen- ginleştirmiş olur. Şahitlerden yalnız genç bir (doçent) meselenin özüne, bir cepheden, genç bir talebe de şek- line, diger cebheden temas ettiler. Yahya Kemal, evvelâ tarih şartları ortasında, sonra kendi tekâmülü içinde mütalâa edilmeliydi ki dünya çapında ne olmadığı, kendi ölçümüz- de de ne olduğu meydana çıksın. Tarihi şartları ele alırken, Yahya Kemal'i genç yaşta Parise gitmiş görüyoruz. Orada (Alber Sorel)in tarih derslerine devam ederek yâralı Türklük izzeti nefsinin bir yabancı ağızda dile gelen ilim sahasında şu- urlandığını anlıyor. Bu ândan itibaren Şarka dönüyor. Bütün umumi efkârın 4 hükmüne uyarak biz de ona Şarkı anlamış diyoruz. Fakat ne ölçüde? Şiirinde Şark dünyasını yerinden sar- san Tasavvuf, <Seyfiye Refakat, «Hâmide gazel ve son zamanlardaki rubaileriyle biraz hissediliyor, Fa- kat bu alanda Yahya Kemal'in bütününü saran ve sarsan ke- malli imanı bu- lamayız. Bir ba- kıma da Yirminci Asır şairinde Ta- savvuf zevki ol- mayacağı ileri sürülebilir. Buna rağ- men, bazılarının dediği şekilde, «bü- yük beşeri duygularla kendini yor- mamış» değildir. Bilâkis, büyük duy- guların yalnız beşeri olanlariyle ken- dini yormuştur. Yukarıki misallere ondaki milli tarih şuurunu aksettiren tamamen beşeri şiirler de ilâve edile- bilir: (Itri, Yeniçeriye gazel, Rindle- rin ölümü, sene 1140, Tanburi Ce- mil'in ruhuna gazel, Üsküdar vasfında gazel) ilh.. Demek ki şair, Şarkı bir zihni oyun içinde ve tarihindeki kıy- metleriyle almış, o şekilde de vermiştir. Onun Batıyı anlayış ölçüsü: Bu evvelâ. tam bir (plâstik) güzellik ifa- desi olan (klâsik) şekil ölçüsüdür. Sonra şiiri ifadelendirişindeki husu- silik gelir. Onda (plâstik) güzellik var; şekil itinası var, bir dil ve üslüp yenileyiciliği var ; (Helenizm), (Neo- Klâsisizm) temayülleri var. Bütün bun- lar zaman içinde bir tekâmülü temsil ediyor. O, (Realite) yi bir fotoğ- rafçı gibi çalışarak değil, zihni süre- içinde, hâtıra halinde naklederek (Bergson)u şiirimizde tatbik ediyor. Bunlar hep Batıyı anlayış derecesini gösterir. Bu anlayış, büyük muhte- tevada olmasa bile zevkte, en ileridir. Anlaşılıyor ki, Yahya Kemal, ta- rih şartları ortasında Garbla Şarkı zevken anlamış, fakat bu anlayış eserinde mahdut bir akis bulmuş; hakiki şiire gerek şekil, gerek (este- tetik) muhteva pilânında. ulaşmış; muasır edebiyatımızda ilk defa bir şiir dili kurmuş, ilk defa şiire (bütün) telâkkisini getirmiş, ilk defa şiiri şiir olarak terkibe girişmiş; mukallit mu- asırları içinde (orijinal) kalmış, men- sup olduğu milletin asırlar çerçeve- 22 Zabıtları tutan: Zahir GÜVEMLİ sindeki yekpareliğini şiirine muvaffa- kiyetle sindirmiş hakiki bir san'at- kârdır. Fakat yaşadığı cemiyetin tek- mil ihtiyaçlarına içtimai mânasiyle ve bu mânanın istıraplariyle eserinde cevap verdiği elbette iddia olunamaz. O, (estetik) pilâ- nın dışına çıkma- wi mıştır ) Şiirlerini tarih deniz» e rastlarız. Bu şiirde kendini esir bissetmektir. Maddenin esiri... (Şairin sofra zevklerini hatırla- yalım). O şiirde gaye, sonsuz hürriyet ve ebedilik aşkıdır. «Deniz» şiirinde de dar varlığının istırap verici hendesesi, o çenber temeli teşkil eder. Şairde deniz, ölüm, düşünce ilh.. gibi, (plâs- tik) güzellikle taban tabana zıt ve şekilsiz, yale yayılıcı mevzuların büyük tutması, bizzat ebedilik iştiyakiyle fânilik çenberinin, ruhla bedenin korkunç tezadını gözle gö- rülür hale koyan bariz bir ifadedir. Bu noktada şairi «Açık deniz» de ver- diği hükmün kaderine esir buluruz: Bedbinlik... Ondaki sonsuz hasret, en şâd ve hürrem ânlarında bile bir bed- binliğe, sebepsiz gibi görünen bir (spleen) e götürücüdür. Bu mânada, Yahya Kemal kuvvetli bir ferdiyetçi, dış şeklin şenlikli (jovial) görünüşü altında korkunç derecede muztarip bir sima gösterir, Bu eyi onun kadar üstâdane duyuran pek azdır diyebiliriz. Bu müthiş asil nereden geliyor? Tek kelimeyle: Muvazenesini bulamamış bir iman yarasından... «Vuslat> gibi bazı şiir- lerinde insana, tabiata, yaşamak mu- cizesine, insanın ve her şeyin üstünde devam edecek olan hayat cevherine karşı imanı var gibi görünürse de, bu, satıhtadır. Onda, yalnız içtimaf kütlenin asırlar içinde devamından kalan haşmetin delil olduğu bir cins itimat ve iftihar görülür ( Durkheim'den naklen Ziya | Gökalp e jisi). Şair, dini Si o o ürdardi biraz emniyette