Oktay AKBAL ENİŞ yapra| ye Asi göl- k iyor. Tıramvaylar geçmediği za- man otomobiller, atlı arabalar, yonlar, güneş altında men- dili ile terini kurutarak yürüyen şişman kadınlar, küçük çocuklar, erkekler, genç kızlar ve delikan- lılar... x e Gölgeli durak yeri; iki genç kız geldi. Daha bal ora- da dur bahriye teğmeni ile al sevgilisinin yanı sira durdular. Üzerlerinde birer ipek (rop) var. İkisi de birbirine benziyor; sade- ce saçlarının rengi ve şekli de- gişik... Rüz; gör, saçlarını uçurmak, vay geldi, geçti, hiç aldırış et- mediler. Deniz subayı ile sevgi- lisini7bir tramvay aldı, götürdü. Dünyayı ve insanları, kirli di “durak yerini, bekleşen insanları, üzerlerine”gölgesi vuran. çınarı, saçları uçuşan genç al bas- tonlu ihtiyarı, pipolu delikanlıyı hakikatte nâmevcut, sadece be- nim hayalimde yaşıyorlar sanıyo- rum. Sanki elimi uzatsam onlara dokunamayacağım; birdenbire u- şup gidecekler, toz olup ai verecekler. Sanki hep rüya Bir tıramvay gürültüsü, hül. yamı ortasından kopardı. Çocuklu kadın, pipolu genç, bastonlu ihti- düşüyor. Kumral saçlısı gözleri. ni bu yana çevirdi. O ân gözle- rinin rengini düşündüm. En çok hangi kelimeleri kullanıyor, ne- lerden hoşlanıyor, nereden geli. düşündüğünü anladım. “İşte işsiz, üçsüz, âvarenin biri!,, dedin, o kadar! Biliyorum, daha fazlasını r daha Me iyimi ihtimal ve- remezsin, n o durak yerinde etrafını seyrediyor, kahvenin ca- mı ardında bir tahta iskemleye lara gideceksin. Belki şu kırmızı tıramvay veya arkadan gelen, se- ni alıp bilmediğim bir yere gö- türüp bırakacak. Sen hiç bir za- F durakta bütün çiy dei içe- ri girdiler. Zil çaldı, sen kalaba- lık arasında kaybo' Şimdi id gölgesi övak Sen, bir dünya taşı- yan İnsan değilsin n. Bu kabalık şehrin harhangi bir kadınından farksızsın. Çınarın o gölgesinde - rüzgârla saçları, etekleri uçan be- yaz (rop)lu kız kayboldu, Şimdi o ME gi yerde: başka Dikiş Fahri ERDİNÇ Aramızda, bizim ve onların pencereleriyle, semtimizi ana cad- deye bağlıyan toprak yol bulun- duğu halde, onun öksürükleri bu erip ve hattâ sımsıkı sarın- dığım yorganımı da geçerek ku- Haklari bulur. Onun akşamdan sapi x sık fasılalarla sabaha r devam eden öksü- reyi ir tedirgin a ıklı bir verem hikâyesin- şumuzun - öksürüğünden, ihtiyar- ie eş yıl ie a ol- muş veya edilmiş bir ko itler ert amma şim etleri pö: müş umuşak oi yü- zü var, beli de boynu gibi bü- kük... O, ancak tilkinin güneşle- neceği kıvamdaki havalarda, bir sokak öteki mahalle v sine kadar çıkar. Üstünde k beraber. tekâüt sem ni . Bu ma ne yandan alan şünde hatti müstakim denen çiz- i yok; Mig bir ağaç dalın- dan kesilme bastonu bile, bir alfabe on elinden çıkmış is- tifham işareti gibi eğri büğrü... Öksürük onu, kahveye gidiş ve dönüşlerde sık sık yakalar, zavallı uzun uzun silkindikten ve öksürüğünün son lokmasını da püskürdükten sonra, ufacık bir arızada sallanan hurda bir kam- yon gibi ıkına ıkına tekrar yürü- meğe başlar, genç kızlar, deli- diğim zaman da seni bulabilir, görebilirim. Kahvenin açık kapısından ön ayağını dikmiş, taş gibi tım: Onlar da ruhumda olup bi- tenlerden habersiz. Evinin önüne gelince alt- Mike karısı sora Ne o, ii yine mi sı- orma karı, sabahleyin ii da yuttum ama, nafile!. Kadın içeri çekilirken ki hitap ia bilmeden söylenir: sen hapı eskiden a e omiser yine neşeyi elden çemberli pı eşiğinde güneşe karşı oturur, onunla şakalaşmıya başlar: — Kız, Haççe, der, senin elin ufaktır, şu boğazıma dehlesende oradaki gıcığı söküversen.. Bu kıze a zaten gülme- miştir, gülmeği d miş: tir; onun yerine kendi iyki için komiser gülecek olur, hus öksürük bırakmaz, ERİ etişir. Bu sırada bizim komşu ötmeğe başlıyacak bir horoz te- lâşiyle hazırlanı eli dinden geriye, öteki eli de diş eğretiliğinden ağzının önüne... İyi ama komisere bir el daha li zım, çünkü üçüncü bir derdi ha var ki, hepsinden baskın: sığındaki Mi ikişi... e ah bu dini ihtiyar a komşu hanıma a nlatıyordu: — A kızım!.. Adam üç ay ev- vel “ “Grabiye, m çık- tı; kasığındaki dertten ameliyat ettiler; ille dikişini çürük iplikle 5 m 6 o e ? Z m 9 » v sürük kuvvetli, nihayet adam ge- çen gün dikişi koparttıl.. Zaten teyel gibi dikmişler... Şimdi ge- celeri öksürük tutunca, zavallı hemen beni dürtüyor, ben de bir elimi kasığına bastırıyorum.. Ne yaparsın, dünya hâli böyle işte.. * . Komşularımın sie nere- de oturduklarını ve ne çeşit ya- şadıklarını bilmiyoru Ri şimdi başlarını sikii ev, dı- dıkları zaman eski yerlerine gi- deceklermiş.