ZEKÂ VE KAİNAT Prof. Mustafa Şekip TUNÇ Bir şey bilmemek insanın zeki olmasına mani olmadığı gibi pek çok şey bilmek de budalalıktan kurtulma- sına bir sebep teşkil etmez. mek, ne de bilmemenin zekâ ile bir alâkası yoktur. Zekâ başka yerde aranmak lâzımdır. Fakat bir şeyi ara- mak o şeyi hiç olmazsa az çok ta- nımağa bağlıdır. Halbuki zekâyı açık- a tanıyan ve tarif eden yoktur. «İn- siyakın durduğu yerde zekâ başlar» demek onu tanımak olmadığı gibi ze- kâ hakkında yapılmış tarifler de bir tarif olmaktan ziyade birer tasvirden ibarettirler. Yalnız âmme duygusunun pratik takdiri zekâyı, hayattaki aksi- yonlarımızda bizi: muvaffakiyete gö- türecek, hayrımıza yarayacak tarzda kullanılabilecek en müessir bir kudret olarak anlar. Buna göre, zekânın ken- disini bilmiyor, yalnız kudret ve te- sirini görüyorsak o hâlde onu bu is- tikamette aramak, kudretinin şartlarını öğrenerek kumanda etmek ve kudreti arttırmak çarelerini bulmak lâzımdır. nsan, mekân ve zaman içinde ya- şayan bir varlık olduğuna göre ak- siyonlarımızın mekân ve zaman üze- rindeki taarruzlarında zekânın hisse- sini ayırmak ve buradaki kudretini göstermek icabeder. Mekân üzerinde yapılması lâzımgelen ilk tesirler, o- nun genişliği ve karışık kalabalığı içinde kaybolmadan yol almak, he- deflere Zestirme istikametlerden git- mek, bulunan yolları işaretlemek ve- ya açmak suretiyle geri dönmeği te- min etmek, muhtelif yolları toplanılan merkeze bağlamak, bulunulan yerin vaziyetini, görüş zaviyesini en kısa hatlarla şematize etmek, sağı solu, önü arkayı tefrik ettirecek işaretler ve cihetler tesbit etmek; bütün bun- ları zamana en çok mukavemet edecek bir hâle getirmek, açılan yol ve so- kaklara işaretler koymak gibi ilk ba- kışta pek kolay ve âdeta kendiliğin- den olmuş gibi görünen, fakat haki- katta zekânın eserleri olan yenilikler- dir. Yolları işâretsiz, dönüş imkânları belirsiz olan bir zemin üzerinde mu- ayyen bir iş görebilmek için israf edil- mesi zaruri olan kuvvetleri düşünürsek zekânın işlerimizi kısaltmak, kuvvetle. rimizi tasarruf ettirmek hususunda oynadığı rolü pek kolay -anlarız. Ze- kânın bu en iptidai eserleri bu dere- ce tasarruflar temin ettikten sonra onun muhakeme ve ilim derecesine yükselmiş şekillerini zaman ve mekâ- e kadar hâkim olacağını anlmak için bugünkü yüksek tekniğin bir kaç zaferini düşünmek kifayet eder. Zekânın mekân ve zâman üzerin- de temin ettiği'ilk ve iptiadi zaferle- rinin kiymetini anlamak için lâmba- nın ışığı etrafında kavrulmaktan kur- tulamıyan pervanelerin akıbetini; gıda- sını bulmak için karanlıktan âydınlı- ğa doğru gitmeğe muhtaç Olan si- neklerin kapalı pencere camlarına çarptıkları zaman geriye dönüp baş- ka bir yol aramayı kestiremiyerek düş- manının eline geçinceye kadar aynı istikamette uçmak talihsizliklerini; her hangi bir telörgüsünün arkasinda arpa tanelerini gören tavukların si- nekler gibi daima burunlarına doğru giderek telörgüyü zorlamalarını ve bunların yanında aynı, tecrübeyi -ge- çiren köpeklerin maniaya çarpar çarp- maz derhal yan taraflarından dolam- baçlı bir yol aramaya koyulmalarını görmek, iki zekâ seviyesi arasındaki farkı ve bu farkın zaman ve mekâna hâkim olmak için kâzandırdiğı ikti- darı teslim ettirecek küçük misaller- dir, Açıkta ve kar tipisinde kalan yeni doğmuş. yavrularını üşütmeden çabucak ilerdeki bir sundurmaya ta- şımak ıztırarındâ kalan. bir köpek anasının yanına yavrularinı içine ko- yarak. bir hamlede taşıyabilecek bir sepet koysanız bile zavallı. hayvan bu en müşkül ânında bu âletten istifade edemiyor, yavrularını birer birer ensele- rinden taşımak mecburiyetinde kalıyor. Halbuki bir insan yavrusu'daha pek küçükken taşınacak bir çokluğu birer birer taşıyacağına, derhal efe- ğini açar veya her hangi bir Zap ve- ya sepet kullanır. İnsan zekâsı bu ka- darla da kalmiyarak icat ettiği sepet, torba, sandık, araba, tiren, vapur, tayyare gibi taşıma âletlerini zaman ve mekânda azami tasarrufu temin edecek bir hale getirdikten mâda dünyada ne varsa her şeyi dilin u- cunda taşıyacak, istediği yere gön- derecek ve istediği kadar: muhafaza - edecek «kelime» dediğimiz öyle “bir kap icat etmiş bulunuyor ki, bunun sâyesinde yalnız dilini, kalem ve par- maklarını oynatmak sâyesinde her şeyi bu kelimelerin içine dolduruyor ve sonra da bunları ses, yazı, telgıraf ve radyo. vasıtasiyle istediği yerlere kadar £ eğme Min bu âletler. rep den hiç birisi tabiatın eseri olmayıp insan zekâsının bulduğu şeylerdir. Buna göre zekânın iktidarı mekân ve zaman üzerinde azami tasarruflarla hâkim olacak yol ve âletler bulmak- ta, daha doğrusu tabiatın zekâlaştı- rılmasında toplanıyor. Bu itibarla kâ- inatta gördüğümüz düzen ve tertip zekâmızın kâinata aksetmiş hendese- sinden başka bir şey olmadığından biz kakikatte tabiatin kendinde değil, zekâmızın âleminde yaşıyoruz. Her yerde ve her iklimde yaşamak kud- retimiz dahi buralara kendi zekâmızı sermemiz sâyesinde oluyor. «Dünya» dediğimiz şey, faaliyetimizle dil ve düşüncemizin bir mevzuundan ibaret gibi görünüyor. Dimağa esrarlı bir surette bağlı lerden bir ân için metini kaldığımızı düşünelim en zayıf mah- lüklariyle zl. İnsanın bütün zaaflarını örten ve onu en kuvvetli bir mahlük gibi gösteren hiç şüphe yok ki, müthiş bir tasarruf cihazı olan zekâsıdır. kündür. (Arşimet) in: «Bir istinat nok- tasını bulsaydım dünyayı kaldırırdım» demesi şuurunu bulan zekânın kendin- de duyduğu kudreti gösterir. Filhakika tekâmülün insanda dur- gibi görünmesi ondan sonraki bütün tekâmüllerin insan zekâsına bırakılmış olması ihtimalini hatırlatı- yor. Nitekim uzviyetimiz asırlardanberi değişmediği halde zekânın vücude getirdiği dil sâyesinde insanlığın bütün kazançlarına sahip olduğumuz gibi bu kazancı mütemadiyen üretmekten de geri kalmıyoruz. Hattâ verasetin ağır ameliyesi ile yeni kabiliyetler kazanma- yı bekliyecek yerde terbiye ve taklit vasıtalarından “istifade ediyoruz. enecek ki, kâinatın sonsuz me- safelerle birbirlerinden ayrılan sayısız yıldızları arasında .bildiğimiz hayata elverişli olacak kadar güneşlerine ya- kın olanlar pek nadirdir. Esasen bu kadar ender olan hayatın pek küçük bir kısmı üzerinde görülen insan ze- kâsı ise kâinat içinde bir nokta bile değildir. Evet, zekânın bütün sırrı küçüklüğü nisbetinde büyük olmasın- dadır. Bu görünüş, belki de bir se- rabdır. Fakat ne yapalım ki, en mü- essir iktidarlarımız bu serabdan ge- liyor. Ve bu seraba ârız olan lekeler zamanımızın fikir hayatında gördü- gümüz gibi baş döndürücü buhran- lar hasil ediyor. Tabiatı zekâmızın yeni bir düzenine koyduğumuz devir. ler aynı m tarihin dönüm nok- “e mir