| 4 YENİ FİZİK Prof. Salih Murat UZDİLEK (Faraday)ın tecrübeleri ve (Maks- vel)in riyazi tahlili, elektriğin kendi- sinin de, yani elektrik hamulesinin de, (granüler - atomik) mahiyette ol- duğunu ima ediyordu. Nihayet sahne- ye gelen (Jonston Staney), Britanya İlim Cemiyetinin 1874 senesinde (Bel- fast) da yapmış olduğu toplantıda elek- triğin (Atomik) nazariyesini vazih bir surette anlatmakla kalmayıp, (Elek- tron) adıyle isimlendirdiği bu en kü- çük elektrik zerresinin hamulesine ait kıymetleri vermiş oldu. Gerçi bu kiymet bugün kabul edilene naza- ran on beş defa daha küçük ise de, u adım, yeni fizik bakımından pek büyüktür. (Kruks), (elektron) un halâda görünen tesirleri üzerinde tetkikler yapmıştı. Fakat büyük İngiliz âlimi, Kembriç Üniversitesi (Kevendiş) lâbo- ratuvarı müdürü (J. J. Tomson)- un, yukarıda ismi geçen cemiyetin, “1899 senesinde (Dover) de yapmış olduğu bir toplantısında, (elektron)un kütle ve hamulesini bildirmesi, nisbe- ten sakin ve kararlı geçen 19 uncu asrı Meba Se ve kararsız bir 20 n miş O Bir çilesi, ke elektriğin tabii bir vahidi olduğuna göre, müs- bet elektriğin tabit vahidi de akla > mez mi? Aradan yirmi sene g den yine (Kevendiş) İİ rate yeni müdürü (Raterford), bu vahidi buldu ve buna (Proton) adı verildi. Bu vahidin de, unsurların en hafifi olan (idrojen) atomunun çekirdeği Bir (idrojen) ato- yapılmış oldu. (Elektfon)ların atom çekirdeği etrafında dolaşması, gü- neş sistemini -hatırlatsa gerek... » Nasıl güneş sisteminde; merkezdeki güneş etrafinda seyyareler. dolaşı- yorsa, atom âleminde ce(elektron)lar çekirdekler etrafında ve kendi mah- rekleri etrafında, aklın pek kavraya- mıyacağı yüksek - hızlarla dolaşıyor- lar. Meselâ (idrojen) atomunda bir (elektron), çapı bir santimetrenin yüz milyonda biri kadar olan, mahreki üze- iinde saniyede 4000 milyon kere milyon devir yapmaktadır. Bereket versin ki böyle... Aksi halde, yani (elektron)- lar dursaydi, bunun menfi hamulesi ve (protön)un müsbet bamulesi ara- sında hâsıl olan şerrare ile bütün kâinat bir lâhzade yok olurdu. İş burada kalmadı. Miknatisi in- tişarın da: (atomik) olduğu! iddiası baş. gösterdi.. Bunun farazi vahidi ortaya çıktı ve adına, (elektron)a ben- zetilmek üzere (Magneton) dediler. Fa- kat (elektron). bir kürreye :benze- tildiği hattâ çapı santimetrenin milyar kere milyonda biri kadar farzedilen bu kürreciğin bir (eksen) etrafında devret- tiği kabul edildiği halde, (magneton) sa- dece.bir tarif ve bir miktardan ibarettir. Bunların hepsine, sayıların, bek- lenmeyen mıntakaları istilâsı gibi bakılabilir. His ve Fikir: (Biyolojide de süreklilik ve sürek- *sizlik münakaşası alabildiğine devam edip gidiyor. Sırfiriyaziyede de süreksizlik ken- dini gösteriyor. Bir takım çizgicik veya bükümlerin taakubünden ibaret olan ve (diferansiyel) kat” sayısı bu- lunmıyan münhaniler keşfedilmiştir. Fakat büyük Alman 'âlimi pro- fesör' (Planck) ın 1900 senesinde or- taya attığı ie Beri yy yani kudretin (atomik) mefhumu, bunların hepsini gölgede iy Bu nazariye bizi (Radyasyon) un da (atomik)ma- hiyette olması meselesine götürüyor. Gerçi (radyasyon) tiplerinden bazı- larının (korpüsküler) olduğu çoktan- beri kabul edilmiş ise de, bütün (radyasyon) a süreksizlik atfetmek, yeni fiziğin en mühim dâvalarından birini' teşkil eder. Netice itibariyle bütün bunları, müsbet bilgilerin gitgide tamamiyle (Metafizik) bir safhaya doğru tekâ- mül ettikleri; ve sonsuzluğu, tecrübi usullerle, göremeden ören bir derinlik ve giriftlik eşiğine ayak bastıkları hakikatinde | toplıyabiliriz. Yeni fiziğin baş hususiyet ve farikası budur. o İskender Fikret AKDORA BİLİNMEYEN ünyanın en büyük tracedya mubarriri (Sofokl), kendi eliyle gözlerini oyan Hilmi a'şu meşhur cümleyi söyletir «İnsan dünyaya hiç gelmemeli, geldikten sonra da çabuk gitmeye bakmalı /» Milâddan dört yüz küsur sene evvel söylenen bu sözde büyük bir lidir. Dünyaya hiç gelmemek; fânili; cağımı; hulâsa, amaz, düşünemez, ko: hikmet ğimiz çerçevesinde düşünebileceğimiz biricik bahtiyarlıktır. Ama, geldikten sonra çabuk gitmek rak çağına erişmezden önce olacaksa, diyecek yok... Fakat gözle gördüğümüz şeylerin dağılıp hiç ola- nuşamaz bir külçeye döneceğimizi, beyni neye yarar? Şayet bu gidiş, id- bir gün maddi varlığı- kavuran bir alev halinde bütün ömrümüzce hissetmeğe mahküm olduktan sonra; artık dünyayı çabuk bırakıp gitmenin ne faydası kalır ? r, geç bir gün, sevdiğimiz, üstlerine titrediğimiz şeyleri bırakıp (bilinmeyen) e güz hatırlamak ; bitmez, tükenmez bir endişe ve Ne k a yeter itün mesele, işte bu (bilinmeyen) di içinde kıv- mekte güçlük çekmez. Asıl üzüntü, maddenin çözülmesi ile her şeyin bitmesilâzım ge- leceğini düşünmekle beraber, buna bir ve (felsefe) dâvası.. olduğu kadar az düşün çok türlü arm saadetini yeraltı âleminde aramaklı manın gerek katlanamayanlar içindir. Kısaca (iman) a, dünyada mümkün tiği kanaatindedir. Digeri ise, bileni ç A vaidkâr bir e den üstün tuttuğundan, daima maddeye (baka) imkânı gi ÖMRE en fazla hisseden şairdir. Ne vakit kendi iç âleminin derinlik- ırır. Bilin B lerine dalsa, hep ayni korkunç şey, kalbini sürekli ürpertilerle kıvrand meyen) e âit bir şey öğrenmek hırsı, onu bütün ömrünce, renkten renge, sekiler şekle sokar. Bazen şüphe ve acaba yerine körü körüne tevekkül.. Bazen ruh deden ayırıp esirleşme hülyası... İsyan, u mad- nedamet, zebunluk... Bunların hiç birisi şairi bu korkunç kasırga dliönyandan ehad ke —— tek kurtuluş, (bilinmeyen) de YO bir şey bulmak ümidinde kalır. un dibine dalmak; ha cehennem, ha gök. urum ni) yi bulmak n in . Bilinmeyenden dalmak, (ye- Bü, r (Bodler)e yaşamak cesaretini veren işte bu yüksek kavrayışıdır. Yok- sa (fâni) Me çıldırtan ıstırabına bütün bir ömür boyunca nasıl katlanılablir? Gerçek ve üstün şiir, işte bu bilinmeyene tırmanmak, tırmandıkça düşmek, düş- tükçe yine tırmanmak işidir, Y-