MADDE VE (AYNŞTAYN) BİZE NE KAZANDIRDI ? JAvpstayn dan itibaren, (Nuyton) u ladığı zannedilen kâinat e - pısının tekrar gi sürmeğe cesaret edemediği birşeyi ilmi bir nazariye eme tekevvün ettir- meğe muvaffak olm wvelâ zamandan ii (Nuyton)- mutlak olmuyor; aynı müddeti ruh halle- rimize göre kâh uzun, kâh kısa duyuyoruz. Burada (fizik) ilminin mutlak zamanına bir nisbilik, bir izafilik ârız olduğunu görüyo- ruz. Fakat (Aynştayn) ın teklif ettiği za- manın izafiliği hiç de bu tarzda basit olan ruhi ve (sübjektif) bir izafilik değildir. Buna göre zaman v ekân müstakil ve başlı başlarına birer (realite) olmayıp an- ik “mekân - zaman,, birliği halinde olarak rın da biribirlerini zamanda takip ettikle- rini idrak ediyoruz. Fakat (Aynştayn) ın nazariyesi, zamanla mekânın biribirlerin- termiş bulunuyor. Zamanla mekân suretle biribirlerine m hâsıl olan bu yeni mefhum bakımından kâinatın yapısı da yeni bir şekil alıyor. Evvelce düpedüz ve sonsuz olarak tasav- vur edilen kâinat yerine, yamık (münhani) ve sonlu bir kâinat fikri vücut buluyor; aynı ge yeni bir cazibe kanunu g mak icap ediyor. Eski düp sek ve sonsuz mekân lik sinin (Öklür) hendesesinden enin başlıca mütearifelerinden bir e muayyen bir nok- EM biz e ir, in Mind malümdur. Bu baEŞAMK begin in (Öklüt) ci me desk ker e. N fından daha g asırda karşı konduğu ) ne kadar lâtife . Fakat m yalnız mantık ve Siyesiye dn o 4 mıyarak (Aynştayn) ın nazariyesile, kâinat yapısının da münhani bir çevre ile mahsur Sleek ai bit ol ayrıca mekân mefhumumuzda da büyük ve mühim bir değişiklik hâsıl oluyor de- mektir. Aynştayn) nazariyesinin cazibe kanunu telâkkimizde de değişiklik yaptığını söy- lemiştik, Bunu anlamak için bu husustaki eski telâkkileri hatırlamak lâzımdır: Hâ- diselerin ilk (unimist) izahlarına göre alı- şılmamış bir hâdise vâki olduğu zaman bunun sebebi ruhlara atfolunurdu. (Nuy- ton) dan evvelde seyyarelerin hareketleri melekler tarafından idare olunuyor sanı- lırdı. (Nuyton) bu fikri insan zekâsının en muhataralı bir tamimi ile reddetti. Ona göre, seyyarelerin ve kâinattaki bütün cisimlerin hareketlerine sebep daha gayri şahsi bir âmil, bir “kuvvet,, vardır. Ve b OLÜLER Ölüler bağriyor mezarlarından: Yolcular, otarun taşlarımızda! Ölüler bağrıyor mezarlarından. Yolcular, serilin yere upuzun, Dayayın taşlara başlarınızı! Tüy yastıklar gibi rahat taşımız, Birleşsin bir lâhza orda başımız; Sayalım nabzını kuruntunuzun, Yolcular, serilin yere upuzun! Ben de bir gün böyle ülünmie dilde Yolcular, oturun mezar taşımda! Ben de bir gün böyle yalvaracağım! Necip Fazıl KISAKÜREK kuvvet, mevcudatı hareket ettirmeğe muk- tedir zekâ ve iradeden mahrum oldukça, ruhsuz bir (espri) dir. Bundan böyle hare- kette bir değişiklik hâsıl olduğu zaman: “Hah | İşte bak, o kuvvetin işi!,, deniyor- du. Fakat bu kuvveti hiç kimseler görmü- yordu. Sadece mevcudattaki hareketlerin niçinine ait olan boşluk bu kelime ile doldurulmuş oluyordu. Bununla beraber geçmeden kuvvetlerin de mevcudat kadar hakiki olduğu tanınmıştı. Buna rağmen, (Aynştayn), cazibenin bir kuvvet olmasını inkâr etti. Ona göre ca- zibe, madde üzerine tesir eden bir kuvvet olmayıp, madde tarafından husule getirilen bir netice, mekânda bükülme, yahut me- kânın bir eğrilmesidir. Bir yerde ne kadar çok madde olursa, bükülme o nisbette art- tığı gibi, cazibenin çekici kuvveti de o nisbette büyür, u50 Prof. Mustafa Şekip TUNÇ ROrıs Buna göre, bir hattı müstakim halinde intişar eder gibi görünen bir ziya şual (Aynştayn) ın dünyasında düz gitmeyip kıvrılacak, uzun, pek uzun bir mesafe katettikten sonra tekrar geri dönecektir. Bu takdirde mekân, eski telâkkinin aksine olarak kapalı bir (sistem) oluyor, kâinat da sonsuzluktan çıkarak mahdut bir ma- hiyet alıyor. Aynı zamanda müthiş bir merak uyandırıyor. Çünkü mahdut bir kâinatın (ötesi) olmak icabediyor. İşte yiüe filezoflarla din ve ilim adamlarını düşündürecek mesele! Her nazariye gibi bu nazariyenin de kati olmıyan tarafları olacaktır. Nitekim (Aynş- tayn)ı tastik edenlerin yanında, yaptığı hesaplarla gösterilen delillerin kifayetsiz- liğini iddia edenler de vardır. Fakat evvel- cede söylediğimiz gibi, bu nazariyeye ra- * kip olabilecek kuvvette bir nazariyenin henüz mevcut olmadığı da meydandadır. (Aynştayn) ın getirdiği yeni cazibe telâk- kisile, cazibenin izah edilmiş olduğuna kimse inanmıyor; sadece cazibeyi tasvir etmek için yeni bir (metot) bulmuş olduğu teslim ediliyor. Fazla olarak, (Aynştayn)- ın nazariyesi yeryüzünde yaşıyan biz fa- niler için (Nuyton) un nazariyesinden daha kıymetli değildir. Güneşin etrafında kendi mahreki üzerinde dönen Arzımıza nis- betle bu iki nazariye arasında dişe doku- nacak gibi bir fark da yoktur. Bizim bu dünyadaki gündelik işlerimiz için (Nuyton) lidir. Ameli hayat bakımından münhani yoktur. O halde izafiyet nazariyesine bu kadar kıymet vermek neden icap ediyor? Şundan icabediyor ki, ilim, hakikata doğ- ru olan yürüyüşünde gündelik tecrübele- rimizin hududunu çok aşmış ve hattâ id- yük süratlerle çok şiddetli cazibe sahala- rında ve çok ince ölçülerle felsefi mef- humlar alanında görülebilir. Ancak alandadır ki, insanlar kendi hasselerinin fevkine çıkıyor. Elhasıl, bu yeni cazibe kanunu ileride ne mahiyet alırsa alsın, tablatın yeni tarzdaki tetkik usulleri ve bulunan yeni mefhumlar, uzun zaman kıymetlerini mu- hafaza edeceklerdir. Şurası da muhakkak ki, kontrol edilmiş birkaç vâkıaya dayanan bu nazariye ile, dünyanın şimdiye kadar asla görmediği en şaşılacak fikir abidele- rinden biri kurulmuş, ilme ve felsefeye hem yeni araştırma ve düşünme yolları, hem de yeni telâkkiler getirilmiştir. O hal- deki bu nazariye, mevcudatın görünüşü arkasında, bunların büyük (realite) lerini tetkik etmek için İnsanın kullanabileceği en yeni ve en İyi bir alet olmuştur.