Gy iZTABAN değilim.” Hattâ o ayaklarımın altı, iki parmak sığacak ka- dar da oyuk... Fakat yine çalıştığı fabrikada bir ke- reste yığını altında can ve- rişi; ve dünyaya geliş.m si- ralarında evimizden (çıkan bir yangının bütün; mahal- leyi sarıp kül etmesi, hep benim uğursuzluğuma yorul- muştur. Halbuki ne müna- sebet; bende vahşi bir kan var, hepsi o kadar... Aciz varlığımla bu büyük felâ- ketlerin mesuliyetini taşıdı- ğımdan habersiz, ilk havayı “ teneffüs ettiğim zaman, ebe- hanım beni alelâcele bir bohçaya sarmış, alevler uzanan merdivenlerden ka- çırmağa muvaffak olmuş... Annemi hep hasta, zayıf ve biçare tanırım. Kocası öl- dükten sonra doğan çocu- giyle, büyük yangın felâketi- nin sokakta bıraktığı genç kadın, ıstırabının derinliğini muhakeme edemeden, geçi- mini, ekmeğini düşünmeğe mecbur olmuştu. Seneler, onun için hep aynı sürük- lenişlerle biribirinin üstüne yığılmıştı... Ben, çocukluğu- mun, hattâ gençliğimin en güzel günlerini yutan bu dağ- lar arası memleketi hiçbir za- man sevmedim. Vıcık vıcık çamur renkli sular çağlayan ırmağını, kurutmak mak- sadiyle taşladığım zaman- ları hatırlıyorum. Yüksek dağların arkasına birdenbire iniveren güneşle, vakitsiz çöken karanlığı yırtmak için çırpındığım ânlar olmuştur. Buna rağmen orayı, yine zaman zaman, hasretle ana- Kendimi ve etrafımı tanı- mağa başladığım sıralarda, annemi birkaç kuruş gün- delikle, babamın ölümüne, sebep olan fabrikaya gider buldum. Babamın vazife ba- şında can verişi, iyi kalpli patronları, bize yardıma sev- ketmiş, biribirini takip eden uzun işçi barakalarının bir odasında oturmamıza annemin fabrikada hafif hiz- metlerde kullanılmasına mü- saade edilmişti. Bu tekerle- meyi, ancak akşamdan ak- şama bulabildiğimiz bir kap sıcak yemeğin karşısına her oturışta dinlerdim. Anne- min, sesi titreyerek dua et- tiği fabrika sahiplerine karşı içimden büyük bir nefretin taştığını hissederim. Ruhi yaradılışımda büyük bir de- gişiklik oluyor ve ben git- tikçe obuhranlarımın esiri olmağa başlıyordum. Bir hareket hasretinin buhranı... Oniki yaşıma geldiğim zaman, ilkmektebi bitirip açıkgöz amele çocukları arasında, bende fabrikaya kabul edildim. Esasen buna mecburdum. Büyük bir bo- gaz haline gelmeğe başla- dığımdanberi, annemin ka- zandığı para ikimize pek dar gelmeğe başlamıştı. Fa- kat ah, bir ân bile beni terketmiyen hareketli ya- radılışım!.. Vahşi kanım da- marlarımda yanıyor ve ben ;bu hayatı bir türlü kabul “ğdemiyordum. Öyle müthiş bir kuvvetin tazyikini his- settiğim ânlar vardı ki, o za- manlar bütün bana tevdi edilen makineleri, tezgâhları paralamak arzusiyle tutuşu- yordum Günler aynı bunaltı ve kararsızlık içinde yuvar- landı. Annem 50 kuruş yev- miye karşılığı, talaş süpür- geciliğine, itirazsız, şikâyet- siz devam etti. Ve benim beynimi yakan hareket aşkı alev aldı. Bir sabah, tozlu yollara çıplak ayak izlerinin değmediği çok erken bir şafak vakti, boynuma ek- mek torbamı astım, cebime haftalığımı yerleştirdim; ve... Ve yatağında yorgun ve harap uyuyan anamın baş ucunda bir zaman durdum. İçimde zayıf bir nokta, sanki mütemadiyen «nereye, nere- ye?» diyordu. Bir ân tered- düde düştüm, o kadar... Son- ra onu uzaktan selâmlayıp telâşla sokağa fırladım. yak Şöhret ve muvaffakiyet beni çok kere sarhoş etti. ys, VEE a3 Para'beni sonsuz çılgınlık- lara sürükledi. Masum sev- gililer pek çok defa benim için yaş döktü. Ve ben sokak aşiftelerinin peşlerinde do- laşmaktan yıllarca usanma- şım, ak saçların çevrelediği mânasız bir kafatası olarak kaldı. Ve artık meçhul, bü- tün cazibesini kaybetti. Şimdi yüksek dağların ha- vasiyle yetişen ciğerlerimde, yorgun iniltiler dolu... Men- faatın etrafıma topladığı aşi- nalardan ise en ufak bir hatıra bile yok... Samimiyet- ten, aşktan, dostluktan, hu- zurdan uzak, tükenen haya- tım, bu miskin kalbi, bilmem ki, daha kaç sene taşıyıp duracak... Ben, o dağlar arası memleketin, vahşi rüz- gârlı tepelerin çocuğu, ömür- lerini bir lokma ekmek pe- şinde canı pahasına harcı- yan bir ailenin mahsulü... Yorgun ve hasta anasını bir sabahın sisleri arasında se- falete terkeden hain bir evlât olmuştum. Felâketlerle çarpışmasını sadece nefsim için bilmişim. Annemin ölüm haberini bir içki masasında Jaldım. Ancak ertesi gün mânasını kavradığım mektubu tekrar okumak isteyince bulama- dım. Atmıştım. Şimdi çökmüş bir enkaz yığınından başka birşey de- ilim. Neyi aradığımı ve neyi bulduğumu bilmiyorum. Kendi kendime çok zaman, doğumumda üzerime isnat edilen uğursuzluğu düşün- düğüm oldu. Belki bu bir hakikattı. Fakat aradan o kadar zaman ve mesafe geç- tiği halde, nerede benim içi- mi kavuran hareket iştiya- kının durağı?.. Parmaklarımı alnımdan çe- neme doğru gezdire gezdire yüzümdeki çizgi oyuklarını arayarak söyleniyordum: — Son dakikalarında, ge- riye dönmek, evet, başladı- ğım yerden tekrar işe giriş- mek için geriye dönmekten başka hiç bir hareket mef- küresi vâdetmiyen bir haya- tın: kahramanıyım!.. ME