Prof. Mustafa Şekip TUNÇ MADDE VE RUM: e DOĞU sütunlarında, biraz uzunca olarak örgüleştirmek istedi- ğim mevzuun ağırlığını ve onu ele almak- la kaldırılması çok zor bir yükün altına girdiğimi biliyorum. Ezilecek miyim, bile- mem; fakat bildiğim bir şey varsa onun m. zorla yüklenmediği, benim de n altına mutlaka ve mecburiye- tinde olmadığımdır. Şu kadar ki, var ol- manın emrettiği bir işi üzerimize alıp al- mamak, buna karar verip vermemek me- selesi karşısında bulunuyoruz. Bu kararı vermek veya vermemek vardır. O hal- de madde, yahut ruh, veya bunların her ikisiyle yoğurulmuş gibi görünen mevcudiyetimizin, ne mahiyette olursa ol- sun, bir mânası v u mâna üzerine kat- lanmanın bir kararı olmak lâzımdır. Aksi takdirde boş bir (kalıp - varlık) ol- mamız icabediyor. Bunun için, madde ve ruh meselesi mutlak bir muamma olsa bile, varlık zaruretiyle karşılaştığımız sırların başında geliyor; ve her düşünen varlığın ebedi bir istifhamı, daha doğrusu bizden, varlık şuurumuzdan n duraksız bir sual oluyor. Netekim insanlık daha ilk dinlerinde, bu sorunun cevaplarını aramış, yenmek istemiştir. En eski Mısır mezar- larında ölüler için yazılan toplanmış en eski bir eser olan“Ölülerin kitabı, nda dahi ruh tasavvurları canlı birer hakikat gibi tasvir edilmiş bulunu- aşayan en iptidai in- savvurlarının birinci pilânda geldiğini ve bütün faaliyetlerde onların hâkim olduğu kanaatinin beslendiğini biliyoruz. Bu ka- dar da değil; ayni dâvanın bildiğimiz me- âşikârdır. Fakat her tarihi hâdise gibi bu fikrin tarihide, değişik şartlar altında ge- lişmiştir. Bu itibarla bunlar, tekrarlanın hâdiseler olmaktan ziyade, münferit ve şahsiyetli hâdiselerdir. Bunları sıralamak, sayısız fikirlere bir geçit resmi yaptırmak, tebehhüre dalmak olur. Benim yapabileceğim şey, bu çeşitli fikir zincirinin bize kadar gelen halkalı- rını tarih meraklılarına gr ve onun duraksız gelişinden sadec kısı alarak, bizim imi Kalkiiin Üzerinde bir parçacık olsun işlemek... ... Evvelâ maddeden başlayalım: Halk dilinde maddeden ilk —— ılan şey, İnsan çalışmasının bir gayeye gör kullandığı e değiştirdiği bütün tabi şey- ler; başka bir deyimle, insan çalışmala- rında kullanılan bütün malzemelerdir. Daha sonra (Aristo) cularla (Skolastik)- ler, maddeyi, yapıcı faaliyetin zıddı olarak 4 almışlar ve bu faaliyetin işlediği, üzerinde çalıştığı bütün şeylere madde demişlerdir. una göre işlenen ve işleyen iki nevi mevcudiyetten birincisi madde oluyor. Yeni felsefenin büyük kurucusu (Dekart), maddeyi şöyle tasvir eder: “Maddenin ta- rilmiş olmak ve tasavvur edilebilecek bü- tün mekânları ayni zamanda işgal etmek, ondan başka hiçbir mille fikrini kendi- mizde bulamamaktan ibarettir. (Kant) ın “Maddenin amala mekân ve harekete irca olunabilir,, telâkkisine bakarak, madde ile (kuvvet - enerji) ve “hareket, i biribirlerine zıt rene var- dır. Hattâ bu sonuncuları, lar olduğu gibi, zıt görmiyenler, bilâkis onların biribirlerinden ayrılamaz olduk- larını, yalnız topunun birden düşünceye zıt olduğunu müdafaa edenler olmuştur. Mustafa Şekip TUNÇ Görülüyor ki, halk dilinde evvelâ sadece işlenen şeyler olarak kullanılan madde, daha sonra felsefeye girince, işlenirlik mevcudiyeti gibi âtıl bir mahiyet ve mü- cerret bir mâna alıyor. Yeni felsefedeyse onun €sas hassa ve tabiatı tasvir edilmek isteniyor. Ve neticede sadece mekâna se- rilmiş olmak, ayni zamanda birden bulunmak ve madde olarak kendisinden başka bir madde fikrine sahip olamamak suretinde tasvir edildikten başka, birde Mem ii ( baml rl hükmediliyor. Fakat bunları biribirlerin- den ayrılabilir ve ayrılamaz olarak tasav- e ayni zamanda bu yüzden biribirleriyle çarpışanlar da vardır. 6 Maddenin dışına ait olan bu tasvirler- bakılırsa, maddenin unsurları, mutlak rette parçalanma kabul etmez; ve ayrı ayrı görünemiyecek kadar küçüktür. Ayni zamanda ezeli ve ebedidirler, değişmez- ler, bir cinstendirler, ancak şekilleri, va- ziyetleri ve hareketleriyle biribirlerinden ayrılırlar. Hissedilebilir cisimlerin bütün hâdiselerini de, terkip vasıtasiyle atom- ların hassası tevlit e inattaki küçüklük ve büyüklüğe bir had biçmek imkân dahilinde olmadığı için, parçalanamıyacak kadar küçük bir atın hiçbir mânası kal za eder. Ayni zamanda atomların, muhtelif şekil, vaziyet ve hareketlerde bulunma- larının neden ileri geldiğide anlaşılır gibi değildir. Çünkü sebepleri gösterile- memiştir, Gerçekten, madde yapısı hakkındaki bu ilk faraziye âyakta duracak gibi olma- dığından mütemadiyen tadillere uğramış- tır. Hattâ dikkat edilirse, burada son de- kolayca anlayabileceği bir mahiyette gös- terilmiş bulunuyor. Bu faraziyenin uzun zaman revaç bulması da bundan ileri ge- liyor. Fazla olarak insan zekâsı, en çok bağlı ve herşeyden evvel gözle terbiye edildiği için, ortaya atılan bu ilk atom faraziyesinde, ona en mülâyim gelen, şe- killi, durumlu, hareketli cisimciklerin de yok olduklarına kolayca inanabiliyoruz. Evet, duyularımız arasında en aydın v berrak olanı şüphesiz gözdür; fakat, ayni zamanda, akıl ve zekâmizı, dalma görü- nürlük ve aydınlığa alıştırması ve her şeyi aydınlıkta tasırlatması bakimından, bizi en çok aldatan da odur. Eger gözü- müze İnanmakta ısrar etseydik, (Astro- nomi) ve mikroplar âlemi gibi daha nice varlıklar meçhulümüz kalacak; görünen âlem de, göründüğü şekilde sanılacak ve bir bedahet olarak kabul edilecekti Felsefedeki zihinci kel Mİğİ ve akılcı (Rasyonalist) telâkkilerin, mevcutlar içinde en doğru gibi görünmesi ve asır- larca birinci pilânda mevki alması; buna karşılık şüpheci ve (mistik) telâkkilerin, ekseriyetle garip ve hayali gibi gelmesi- nin başlıca sebebi, herşeyden çok gözle- rimize itimat etmemiz olmuştur.