İnkulâp Derken birgün Selâniğe (Hoca Meh- met efendi) adında bir zat geldi; bu zat, Dr. Nâzım idi. Talât, Nâzımla ötedenberi mektuplaşırmış. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulup da faaliye- tini artırmıya başlayınca, Talât, Selâ- nikte siyasi gizli bir cemiyet kurul- duğunu, çalışmıya başladığını Nâzıma yazmış. O da Paristeki arkadaşlarile görüşerek Selâniğe gelmek istemiş. (Heyeti Âliye) biraz tereddütten sonra gelmesinde bir beis görmemiş. Dr. Nâzım Atinaya gelmiş; orada sakal bırakmış, sırtına bir cübbe giymiş, başına bir sarık sarmış; Rahminin de- lâletile gizlice Selâniğe gelmiş; cemi- yet âzasından jandarma binbaşısı Na- fizin - bugün Sümerbank idare meclisi âzasından Nafiz Kurfailı - Yenikapı . mahallesindeki evine misafir edilmiş. Ben kendisini ilkin burada gördüm. Nâzımın (Hoca Mehmet efendi) , gelir gelmez ilk sözü şu teklif olmuş: İttihat ve Terakki adının eski bir tarihi vardır; milletlerarası bir şöhreti de bulunuyor. Osmanlı Hürriyet Cemiye- tinin bu adı alması uygun düşer. İttihat ve Terakkinin Paristeki âzası da Selâ- nikteki (Heyeti Âliye) yi (Merkezi U- mumi) olarak tanır Bu teklif, rehberleri vasıtasile arka- daşlara bildirildi; muvafık cevap alındı. Bilmem nasıl bir yanlışlıkla cemiyeti- mizin adı, Meşrutiyetin ilânından bir ay sonraya kadar (Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti) oldu. Doktor Nâzım, Selânikte birkaç ay kaldı. Selânik askeri rüşdiyesi müdürü olan binbaşı Bursalı Mehmet Tahir bey hocamız, redif taburu komutanlı- gile İzmire gönderilmişti. Dr. Nâzım da onunla birlikte çalışmak üzere İzmire gitmek istedi. Tütüncü Yakup efendi adile vilâyetten mürur tezkeresi çıkar- mak vazifesi bana verildi. Tezkereyi bir günde çıkarttım. Nâzım da İzmire Hayatım ızdan gitti. Oradaki arkadaşların nasıl çalış- mış olduklarından ileride di ceğim. Bu hatıralara başlarken Mustafa. Necip ile İsmail Canbolatın, merkez kumandanı Nâzım beyi -ki Enverin eniştesiydi - nasıl yaraladıklarını anlat- mıştım. Bu, fiili hareketin ilk işaretiydi. Bundan sonra cemiyet, daha süratle hareket etmek mecbiriyetinde bulun- du. Bu zamanlara âit hatıralarım, biri- biri ardınca zihnime öyle hücum edi- yor ki, onları nasıl sıralıyacağımı bilmi- yorum. Müşür Hayri Paşa, ötedenberi:bağır- saklarından rahatsızdı. Zaten yaşı hayli ilerlemiş olan bu muhterem zat, daha ziyade vücuttan düştü; doktoru bin- başı Galip beyin tavsiyesi üzerine, Küçük Karaburundaki istibkâmların komutan dairesine götürüldü. Orada istirahatta bulunacak ve tedavi edi- lecekti. Padişah, bu hastalıktan müteessir göründü. Askeri Mektepler Müfettişli- ğinde bulunan birinci ferik Esat paşayı -Birinci Cihan Harbindeki Seddülbahir kahramanı Yanyalı Esat paşa- müşür vekili olarak Selâniğe gönderdi. Müşür Hacı Hayri paşa, bütün ihti- mamlara rağmen, Allahın rahmetine kavuştu. Yalılarda kendi evi civarında yaptırdığı güzel camiin avlusuna gö- müldü. Balkan Harbinden sonra Yunan- lılar bu camiin birçok emeklerle yapı- lan güzel minaresini yıkmışlar, daha sonra camii de müze haline koymuşlar. Esat paşa Üçüncü Ordu komutanı oldu. Mehmet efendi adında bir babası vardı. Pek aydın, saygıya pek lâyık bir zattı. Beni oğlu gibi sevmişti. Nö- betçi olduğum geceler yanıma gelir, saatlerce benimle konuşurdu. Öteki oğ- lu Vehip, Manastırdaki harp okulunda ya müdür, ya ders nazırı idi; Enverin Manastırda (Osmanlı Hürriyet Cemi- SRUTİYEĞTEN BERİ. Sayfalar : 14 Kâzım Nami DURU yeti) ne ilk aldıklarından biriydi. Meh- met efendi bana Vehipten heyecanla bahseder, onunla da bu şeyleri konu- şabileceğimi söylerdi. Paşanın kendin- den küçük, Vehipten büyük, Naki adında hukukçu bir kardeşi daha vardı ki - Türkiye Şeker Şirketi Umu- mi Müdürü Kâzım Taşkentin baba- sıdır - onunla da çok sevişmiştik. Esat paşa çok iyi, çok temiz bir zattı; ondan zerre kadar yüksünmedim. Cessurdu ve iyi bir askerdi. Bugün Acıbademde oturur, emekli bir gene- raldir. Geçen Büyük Harpteki hizmet- lerini bilmiyen yoktur. #** Kelimelerin de canlı olduklarına ina- nıyorum : doğarlar, yaşarlar, ölürler;ya tarihe gömülürler, yahut (fosil) haline girer, unutulup giderler. Bazen hortla- dıkları, canlılık aldıkları görülür; fakat, sanıyorum, bu pek az rastlanan bir şeydir. Şu (Mabeyin) kelimesini ele alalım: Bu kelime Arapçadır, bu dilde söyle- nip durur; bizde de arasıra söylendi- ği vardır. Lügatta bunun Türkçe kar- şılığı (ara) dır. «Filân işi mabeyinimizde hallettik» diyenleri işitirsiniz. Haremle selâmlık arasındaki kısma da bu isim verilmiş. Ne vakit verilmiş, Osmanlı padişahlarından evvelde bu tâbir kul- lanılır mıymış; bilmiyorum. Fakat ke- lime, bu mânada ölmüş, artık tarihin malı olmuştur. İkinçi Abdülhamidin sarayında (Mabeyin) resmi bir daire idi; bir başkâtibi, birçok kâtipleri vardı. Başmabeyinci ile öteki mabe- yincilerin resmi bir mahiyetleri olması gerekti. Padişahın iradeleri hep (Mabeyni Hümayunu Cenabı Mülükâne) den bil- dirilirdi. Kanun denilen şey lâfzı mu- rattı. İradei seniyeler kanun mahiye- tinde idi. erkek ve bir kadın biribir- lerine ne der, ne anlatır? Keşke yakınlarında olup sözlerinin bir kısmını du- yabilseydim. Sevinçli adımlarla mey- dana doğru yürüdüler. Ve bütün hınçlarını ondan çı- 12 sey Şİ aks eğ lk karmak ister gibi, meydanı tam ortasından yararak, geçip gittiler. Hey Allahım; ve amma da mücerret ünce ve hayal büstasıyii, Şimdi de ne görmeğe başlıyorum bi- lir misiniz ? Biribirinin ko- lunda sarmaş dolaş giden ve biribirlerine, neleri sev- diklerini, nelerden nefret ettiklerini soran bu çiftin, birkaç zaman sonra, ayni meydanın, ayni noktasında, biri ulaşılmaz bir fikir ve öbürü doymaz bir istek - vk halinde, nasıl bekleşeceği- ni | Hayatl.. Sen bu yusyu- varlak meydan gibi, yus- yuvarlak bir saatsin; ve daima ayni dişliler üstünde ayni daireyi çizersin... Oktay AKBAL