—— saz e «Sırvemez» e gittim.<Tes- bihçiler» den geçtim. Sağa saptım. «Kapalı cami» s0- kağına girdim. Yürüdüm, yürüdüm... «Yıkık çeşme» nin karşısında <9» numaral... İki kanadı açık bir bahçe kapısı... Girdim. Ne tuhaf!... Bahçe sandığım yer küçük bir mezarlık... Daha doğ- rusu bahçenin bir kenarın- da, parmaklıkla bölünmüş bir sıra mezar... Orta yer- de şadırvan gibi bir şey... Etrafta, çepçevre, teker katlı, birbirine bağlı, içiçe geçme, ahşap damaltları... Bunlardan karşıma düşeni, pencereleri yere kadar inen kocaman bir oda... Kimisi kırık, kimisi çatlak, kimisi de öbek öbek kâğıt kaplı pencereler, perdesiz... Odalar bomboş... Tabut tahtaları gibi çırçıplak, cılk tahtalar... Mezarlarla şadırvanın a- rasında bir asma; ve as- manın altında bir kaç tah- ta iskemle... Bir an, kalakaldım. İçime, bir iskemleye çöküp kade- rimin tecellisini beklemek diye bir his düştü. Asma- nın altındaki boş iskemle- lerden birine çöktüm. O da ne?.. Bu defa kar- şıma düşen damaltı, eski bir mescide benzer bir şe- kil belirtiyor. Kemer biçi- minde baklava baklava de- mir parmaklıklı pencereler, içerdeki müthiş boşluğu hendeseleştirmekte... İçeri- de, taşla örtülü kör kuyu- lar gibi, meçhulün | kilitli kapısı halinde bir duvar oyuğu... Galiba mihrap... Ürpererek ayağa kalktım. Meçhulün kilitli kapısı mı açıldı, ne; odada, mih- rabın içinden fışkırmış gibi bir adam peydahlanmıştı; yürüyordu, bana doğru yü- rüyor, tahtaları gıcırdata gıcırdata geliyordu. Adam, mescidin bahçeye açılan ka- pısını içerden kurcaladı. Ka- pı, paslı demir ve çürük tahtanın boğuk homurda- nışlariyle açıldı. Evet, bir adam... Bir kat aşağıdan geli- yormuş gibi kısık bir ses: YOL Necip Fazıl KISAKÜREK — Olabilir efendim. Fa- — Hoş geldiniz, dedi, buyurun, oturun Onu size anlatmayacağım. Anlatamıyacağım için değil, anlatılamyacak bir hadi- boşuna zorlamamak buna davranmıyaca- liyeyim; gözleril... vet, gözleri... Gözleri,bana bakarken ne kadar uzaklar- dan dönüp geldiğini belli ediyordu. Bu gözler, en uzak yıldızdan görünen en uzak yıldız kadar uzak, namütenahi uzak bir dün- yadan bakıyordu. Alçıdan heykel gözleri gibi, bu dünyaya ait her şeye ka- palı; bambaşka ve hari- kulâde bir dünyanın seyir- cisi gözler... Küçücük bir billâr parçasındaki renk ve ışık cıvıltıları gibi, bambaş- ka ve harikulâde bir dün- yanın seyircisi gözler... Ar- tık bu gözlerin etrafında; ahenkli (Obir baş, bem- beyaz bir sakalı, muhteşem bir alın, vekarlı bir bu- run; onlar olmadan basit- lerin basitini, onlarla bera- ber (anlatılmaz) ın ta ken- disini terkip ediyordu. Birden, denize bir gemi- den demir atılması gibi, bey- nime bir duygu çöktü: Kur- tuluşumun, kurtuluşun sırrı bu adamdaydı. Hazinenin yanı o başına gelmiştim. İş, sadece: — Açıl, Susam, açıl! Demeğe kalmıştı. Ilik, ema yumuşak ve ılı — Seni bekliyordum ! Dedi. Şaşırdım : kat ben isminizi bilmeden gesi Mya mden « ne çıkar? İsimler bii kaybetmemeleri için konmuş yaftalar ; daha doğrusu, bizim kendi kendi- mizi kaybetmemiz için; ken- di kendimize sahip olduğu- muzu Zzannetmemiz İçin... Benim ismim Tanrıkulu... — Burada tek başınıza- mı utüruyorsunuz ? — Öyle'ya; tek başıma... Fakat bildikler beni yalınız birakmaz. Ve dalgın dalgın yüzüne dalışımı görerek ilâve etti: — Yaşımı merak ediyor- sun, değil mi? Yetmiş dört yaşındayım. Manalı, imanASIZ, atıldım : — İrşad edicim sizsiniz ! — Bende insanları işad etmek kuvveti olsaydı, hiç izbelere çekilirmiydim?Mey- danlara çıkardım. — Demin beni beklemek- te olduğunuzu söylemedi- niz mi? Ses kısıldı, kısıldı; göz- lerile beraber uzaklara kaçtı: — Ben, her an, herkesi beklerim. — Kapamayın bana ka- pınızı | — Kapılar açık... Fakat görüyorsun ki, içeride hiç bir şey yo Bütün sapka boyunca sal- dırmaktan başka çarem kal- mıyordu: — hillm tasavvufuna dair okuduğum bütün kitaplar (Mürşid-i Kâmil) den bah- sediyor; istün irşad edici- en... ölü; ve nasıl bu- lunur? Her devirde mutlaka bir tanesinin bulunduğunu kaydediyor yine kitaplar... (O Ama onu nasıl ele geçir- meli? Yine kitap diyor ki, onu bulmak için, istemek, gezmek, aramak yeter... Onu bulmak şartiyle Çin seddine kadar yayan yü- rüyebilirim. Fakat oradada bulacağım, yine buralarda- ki kalabalıkların bir eşi de- gil mi? Nasıl olabir; nasıl, nası Müthiş gözlerini, taş be- beklerin gözleri gibi, için- deki ve çekerek yü- züme ba — bezd ddldbi bulsay- dın, ondan ne isterdin, ne öğrenmek dilerdin? — Kendimin ve bütün İn davalarını. anlış kapı çaldın! Kitabın « sana bahsettiği ir- şad edici, bu dünyanın basa- mak olduğu başka bir dün- yanın habercisidir. Yolu, ir- şad ediciden beklemiyor- sun da sen ona yol göste- riyorsun. Senin, sırtında di- lediğin yolu aşmaya mah- sus bir merkebe mi ota var, bir rehbere m Ve bir an; zaibdi bir emir dinliyor ve bu emri kesik kesik tekrarlayormuş- casına bir haber verdi: — Merak etme, istediğin oldu. Senin, bu dünyanın basamak olduğu başka bir dünyaya gecebilmen - için bu dünyayı bitirmen lâzım... Bu dünyayı tüketeceksin... Belki yola çıkamayacaksın... Yol ötelerde... Fakat bura- nın keçi yollarını tükete- ceksin...Keçi yollarında kay- bedecek zamanâ ne yazık... Bir gün ana yolun başına ulaşacak olursan bu kay- bettiğin zamana ağlayacak- sın... Sen bilirsin... Bu dün- ya isteklisi, sensin! Mi ap haykırdım : — Bana bu dünya lâzım; bu a ünya: Ayağa, kalktı. Mescid kı- lıklı damaltına doğru hızlı hızlı yürümeğe başladı.Ben, arkasında, evi yanan bir insan gibi şaşkın ve bitkin, bakınırken, mırıldandı : etme, istediğin olacak...Sa- na bu dünyanın keçi yol- larını, bir ucundan, öbür ucuna, gezdireceğim. Baka- lım, yolu bulabilecek misin? )