mon “İstanbulda Tifüs-mem- leketimde zelzele-ben sana aşıkım...» İşte, 1943 senesinin şimşeklerin çaktığı, yağmurlu bir gece- nin sana tebliği... Eveli akşam Beyoğlunda idim. Saat yedi buçuk su- ları idi. Ortalıkta güneş ol- madığı, have yine böyle bulutlu olduğu halde şak- rak bir aydınlık vardı. Bu- nunla beraber, birahaneler ışıklarını yakmıştılar. Bira bardağı ne kadar :cazipti | Caddede ne kadar güzel kızlar vardı! Hele bu kızla- rın bacakları, insanı insana ne kadar yakınlaştırıyordu ! Küçük, esmer, uzun, ça- lâk bacakların adeta aydın- lattığı caddede sanki hiç bir şey yoktu: Dünyada harb, memlekette Tifüs, zel- zele, aşk... Bir aralık ortalık iyiden iyiye karardı. Millet rakısı- nın başına oturmuştu ; oh! Adeta mesut dolaşırken bir genc kız gözüme ilişti. Çocukluk, esmerlik, temiz- lik, tad, koku... Aman ya- rabbi! Ne bulsam fayda yok. Ona«genç kız» isminden başka hiç bir şey daha çok yakışmıya- caktı. Peşinde delikanlılar vardı. Ona bir şeyler söylüyorlar- dı. O gülüyordu. Ben ak- lımca, o delikanlının ağ- zından şöyle söylerdim : — Canım Matmazel, bu- yurun şu Mahallebiciye gi- relim! Birer dondurma yiye- limlSen dondurmanı ye! Be- nim dondurmam, tabağında eriyinceye kadar seni seyre- deyim. Sonra elini öpeyim. Seni evine bırakayım. Ya- rın anandan gelip seni is- teyim; bana varır mısın? Genc kız eve geç kalmış gibi sızlanmıştı. Arkasında- ki, adeta çocuk denecek kadar genc adam, dalgalı saçları, itinalı kıravatı, kalın ayakkabları ile Türkiyeliden çok Amerikalıya benziyor- du. Sanki buraya filim çe- virmeğe gelmişti. Hattâ ben kendi kendime belki de gizli bir pençereden tabiatın için- de, sütüdyolar harici bir fi- lim çevriliyor zannettim. Bu filimin mevzuunda yalnız iyi- likler, küçük, temiz macera- lar vardı. Sonunda bu iki insan evleneceklerdi... kadaşı da şöyle yirmi, otuz adım arkadan onları takip ediyordu. Şimdi genç kızla, genc çocuk köşe başında durmuş konuşuyorlardı. muhayyel muhâve- ediyordum. — Şimdi gelemem, eve geç kaldım. Yarın izinliyim; buluşuruz. Anneme söyle- dim. «Ne iş yapıyor?..» diye sordu. «Garson» dedim. «İyi kazanayor mu?..» dedi, «e- peyce» dedim. «Peki!» dedi, razı oldu. Adeta bu cümleleri rumca konuştuklarını bile duymuş gibi oldum. Bir az sonra genc adam yalnız başına, arkadaşının yanına döndü. — Haydi, tamam! Dedi, yürül Yürüyüp gittiler. Ben ken- di kendime hayal kurmakta; yürüdüm gittim: Belki de darılmışlardı. Bel- ki de şimdi barışmıştılar. Gene adam arkadaşına : — Tamam! oldu bitti; barıştık. İşte gördün mü sevdiğim kızı? İşte uğruna canımı vereceğim kız buy- du. Şu dünyayı onunla be- raber bitirmek hoş şey. Be- gendin mi kızımı, kardeşim? Muhayyilem kızın utandı- ğını, küçüldüğünü, genc ada- mın koluna abanıp' başını omuzuna bir dakika dokun- durduğunu, içinin aydınlan- dığını, gözünün güldüğünü de gördü. Bir sokaga sapıp kaybol- dular. Ortalık «iyiden iyiye kararmıştı. Ben maceralar düşünerek bir yere oturdu- gumu, bir iki kadeh attığımı biliyorum. Sonra artık sar- hoş olmuşum: Beni: bir kız sevmişti. Ben onu çıldırasiye sevmiştim. Böyle bir akşam üstü koluma girmişti. Tepe başının arkasındaki kanepe- lere oturmuş, Halici seyre- diyorduk. faa 2) t ç «Niçin şimdiye kadar bunu söylemedin?» «Birdenbire fe- na oldum, söylemeğe alışık değilim». «Peki canım! Ya- rın... «Yarın olsun hele >. «Bu ışıkların içinde bizim ışığımızın da yandığını gö- receğiz». Kendilerine bir ışık yakmak... İçlerinde, bir şehirde : bir ışık yakmak Şairleşmiştim : — Haliç, fakir, efsanevi mısın, canah mısın Haliç ? Kızımı öpüyorum : — Yarın, yarın kafa kâ- gıtlarımızı alır; doğru be- lediyeye... On beş gün son- ra da karımsın. Kızım: — Ne hacet. Onları, geç, şimdiden karınım. — Ah, bir otomobil param çıkışsa, atsam içine seni. Nereye giderdik? Senin evi- ne olmaz. Benimkine, Allah göstermesin. Ah, o kendi ışığımız! Hele yarın olsun hele, Evet, yarın bir ev ara- mağa karar vermiştik. Mü- hayyel bir evlenme hayalile, mühayyel karımla - adeta bana karım o esmer kızmış gibi. geliyordu - dolaşırken Beyoğlunun küçük meyha- nelerinde kitara çalan bir rum arkadaşa rasladım: — Vay anam! dedi, ne âlemdesin ? — Vay canımın içi, iyi- yim, dedim. Beraberce yü- rüdük. Bir ara, akşam üstü gör- düğüm delikanlıyı gördüm. Garip gözler, hızlı adımlarla mühim bir iş peşinde gibi geçiyordu. Arkadaşıma gösterdim : — Ha, dedi, O mu? Tanı- maz mısın? . Hadi canim. Meşhurdur yahu! Beyimize «Bobsitil pezevenk» derler. Şimdi elinde bir rum kızı var. Yeme yanında yat! Ku- rabiye, kardeşim, kurabiye. — Şöyle ; semizce. Gayet mevzun bacaklı, tatlı bakış- lı; petrol rengi mantolu. Ta ge — Aman yahu! — Biz de tanırız beyim, gel seni evine götüreyim istersen! i çk “1