- a ii Tr e sas Hanri Ford, otomobil kralı Hanri, a aklına esti, tek başına oto- i te çıkiz ör bozuldu, otomo- Üç bin dolar Hanri Ford kı larını çattı. — Aldandın, üç bin dolar istemek- le zarardasın?.. — Hayır, aldanmadım, siz o kadar talihli bir insansınız ki, bana kaydı hayat şartile aylık bağlarsanız mu- hakkak ben gelecek ay ölürüml!.. Noterde — Söylediklerimi iyi anladınız ya. Eğer evlenirseniz kocanızın mirasın- dan mahrum kalacaksınız, tekmil mi- zasa kocanızın kardeşi konacak... — İyi anladım, kocamın kardeşine varıyorum, Vaaz Papas söze başladı: — Meryem dedi ki.. Sonra bir parantez açtı: «Eğer uzun sürerse kusura bakmayınız, malüm- ya, kadın konuşuyor...» Sebebi İki serseri arasında: — Ayol kadına neye yol vermedin.. — Veremezdim, ayağım düşürdüğü para çantasının üstünde idi). Hava Geçen gün hizmetçi barometreyi kırdı. Bayan kadını paylamağa başla” yınca, hizmetçi: — A bayanım, bunda bu kadar öf- kelenecek ne var, bu zımbırtı kırılma” mişken yağmuru durdurabiliyor miy- dınız sanki... Usta Usta salıcı kime derler bilir misiniz , Bir Eskimoya buz dolabı satabilen ada- — Bu elbisenin Matemdeyim de. Beter Beterin beteri nedir biliyor mu- #unuz? Halı olmak. Evvelâ çiğnerler, çiğnerler, sonra sopa İle döverler!... Olan Güzel veznedar kız, saç baş biribiri- ne karışmış, gözleri yaşlı kendini pat- Tonun odasına attı: — İşler fena, çok fena dedi; birkaç gün izin alıp dinlenmem lâzım, yoksa mahvolacağız, iflâsa doğru gidiyo- Tuz, — Telâş etme, ne var, ne oluyor? — Ne olacak? Müşterilerin verdiğim Paraların üstünü saymağa başladılar. Ders Çocuk, papağanın karşısına geçmiş fena sözler söylüyordu. Annesi darıldı: — Ayıp değil mi sana? Papağana Meye fena sözler öğretiyorsun? — Söylememesi lâzım gelen sözleri Öğretiyorum annel, siyahı yok mu?. | Talihli Ford | Idıktan sonra, 18 Mütenekkiren — Garson çabuk iki biftek, iki İ) fasulye, iki bira, iki kahve ve he- ) sap getir. masanın etrafımda döneniyor, şiş- (i man zata bakıyordu: i «Tanıdım, Herriot... Ta kendisi, »$ Bir müddet daha dolaştıktan sonra müşterinin yanına geldi: — Affedersiniz, siz... Müşteri sözü tamamlatmadı: — Sizde mi?. Herkes benioğ adama benzetiyor. Ne talihsiz in- $ İİ sanım ben... Eğer bir daha bana € İ böyle bir şey söylerseniz Tokanta- İ) niza bir daha adım atmam... Ama bunu söyliyen bizzat Edou- $ ard Herriot idi... — 'Tam üç defa kapıyı kırarak ter- zinin atelyesine girmişsin. — Karıma bir elbise aldım, karım iki sefer de beğenmedi değiştirtti!. On yaşındadır. Sarışındır, ağzından çıkanı kulağı işitmez. — Annen böyle çay ziyafeti verdiği zaman ona yardım ediyor musun? di- ye sordu. — Ediyorum ya, siz gittikten sonra çatallar bıçaklar tamam mı diye onla- rı ben sayarım!.. Sınır yok Nasreddin hocanın torunu büyük babasından sık sik para isterdi. Bir gün gene para koparmak ümi- dile söze şöyle başladı: — Büyük babâcığım, inşallah yüz sene yaşarsın... Nasreddin hoca: — Yo, dedi, Allahın lütfuna sınır çekmel.. — Kaynanani kayboldu, öbür gün hatırıma getiriniz de zabıtaya haber vereyim... Vasiyet Zengin bir adam vasiyelnamesinde uşak ve hizmetçilerine para vasiyet etti. Amma yeni gelenlere çok, emek- tarlara az para bırakıyordu. Noter merak etti, bunun sebebini sordu. Zengin adam: — Yeni gelenler henüz eskiler ka- dar çalamadılar dedi. Avda — Hey Ahmed... — Ne var. — Orada mısın. — Buradayım. — Yaşıyor musun?.. — Yaşıyorum elbette, — Çok şükür.. Öyle İse domuzu vurdukl,, Ekseriya dostlarım benden sorar: — Siz Avrupada çok seyahat etti- niz İngiltereyi, Almanyayı, Fransa- yı, İsviçreyi, İsveçi, Danlmarkayı, Rusyayı, İtalyayı bir çok kereler gördünüz. En ziyade neresini be- ğendinir? Ben de cevaben: — Gördüğüm medeniyet merkez- lerinin hepsinin kendine mahsus gü- zellikleri var. Yalnız bana Türkeli- ni nasl görmek istediniz? Bu memleketlerden hangisine benzediği- ni dilerdiniz? deselerdi, benliğini kaybetmemek şartile İsveçi ve Fin- lândiyayı örnek edinirdim! cevabını verirdim. Şimdi lütfen beraber geliniz de bu- gün sizlerle Finlâdiyanın merkezi olan (Helsingfors) da şöyle bir ge- zinti yapalım! Müsaade ediniz de ben size bir tercüman gibi rehberlik edeyim. Ben bu şehri yirmi yıl ara ile iki defa gördüm. Gezilecek görü- löcek yerlerini biraz biliyorum. Bir çok Avrupa beldelerinde görül- düğü gibi (Helsingfors) dada biri yeni, diğeri eski olmak üzere iki şe- hir vardır. Eski şehirde 1850 den evelisine ait ahşap binalardan tek tük kalanlar henüz Bakınız onlar uzaklarda birer derebey konağı gibi İhtişamlı duruyor. 1914-18 cihan harbinden sonra istiklâlini kazanan Finler hükümet merkezini temiz, güzel ve şirin bir şehir haline koy- mayı gâye edindiklerinden hendesi hatlarla birbirini kateden bu terte- miz caddeleri açtılar. Cepheleri gra- nitten ve kırmızı tuğladan sade ve temiz binaları yaptılar. İlk geldiğim zaman bu geçtiğimiz yollar paket taşı ve ekserisi Moskovada olduğu gibi ufak çentik küçük taşlarla dö- şeli idi. İnsan üzerinde yürürken ayakları rahatsız olurdu. Şimdi as- falt caddeler temizlikten ayna gibi parlıyor. İstatistiklerinden öğrendi- ğimize göre 1846da 16,000 nüfus- Tu bir küçük kasaba olan (Helsing- fors) 1936 da yani doksan sene için- de 285,000 nüfuslu büyük bir şehir olmuştur. Bir şehrin umumi görünüşü hak- kında bir fikir edinmek için ya tay. yare İle semasında gezmeli veya yüksek bir kuleye çıkmalı değil mi? Meselâ Parisi Eyfel kulesinden, İs- tanbulu Büyük Çamlıcadan, Berlini (Funkturm) dan seyretmeli (Helsingfors) tn da böyle kule gi- bi ondört katlı bir (Gratte - Clel) i var, Vapurdan karaya çıkarken gör“ müştük, Haydi asansöre binip on dördün- cü kattaki (Tori) lokantasına çı- kalım. Orada hem yemek yeriz, hem şehrin panoramasını seyrederiz, hem de bildiğim yerler hakkında size izahat veririm. Sahilde şu sağdaki meydanın or- tasında havuzun içinde mücellâ gra- nitten yapılmış kaide üzerinde çıp- deki bronzdan fok balıkları canlı gi- bi duruyor. Bu bir Fin sanatkârının Finlandiya ve Finler Yazan; Selim Sırı eseridir. Meydanın arka tarafında uzanıp giden çiçeklerle bezenmiş iki geniş caddeye bakınız. Ne hoş değil mi? Oki büyük şahrahın ortasında görü- nen belediye parkıdır. Parkın en güzel yerini gene bir heykel süslüyor. On dokuzuncu sırda Finlândiyanın mil- M şairi (Runeberg) in statüsüdür. Caddeler ne kalabalık! Yalnız halk yürümesini bildiği için kimse kimseye çarpmıyör, yolun ortasında durup konuşan ki kişi yok! Çünkü herkes bilir ki sokak durmak için deği, yürümek içindir. Bir şeye da- ha dikkat ettiniz mi? Şehir çok canlı, fakat hiç gürültü yok! Beledi- ye gürültüye karşı çok ağır ceza veriyor. Tramvaylar zil çalamaz, hiç bir otomobili clakson öttüremez. Sokakta, tramvayda, vapurda, tren de yüksek sesle konuşan nadiren görülür, Diyebilirim ki burada her feri kendisinden evvel başkasının rahatını düşünür. Bakınız şu yemek masalarının ör- tülerinin temizliğine, şu garsonların şıklığına, her taraf pır, pırıl par- hyor. Bu temizlik gaslarda, gazino- larda, evlerde, otellerde, mağazalar- da, mekteplerde ve bilhassa umu- mi pteshanelerde göze çarpıyor. Onun içindir ki (Helsingfors) un adı dünyaca (La blanche capitale du Nord) dur. Bu her tarafta gözünü- ze İlişen büyük, muhteşem binala- rın yaşları yüz yirmiyi geçmez, on- dan evvel burası ufak bir balıkçı beldesi imiş. Şimdi seyyahların hay- ret ve takdirle ziyaret ittiği şık, za- rif bir şehir olmuştur. Bundan çok değil, on beş sene ev- vel (Helsingfors) u ziyaret etmek kimsenin aklından geçmezdi. Halbu- ki az zaman içinde büyük himmet- ler sarfederek nasıl bir modern şehir meydana getirdiklerini ecnebilere göstermek ve yabancıları memleket- lerine çekmek için bir taraftan pro- paganda yapmışlar, bir yandanda gelen seyyahları memnun etmek için onlara her bir rahatlığı, kolaylığı ve konforu temin etmişlerdir. Size bir fikir vermek için şu kadar söyli- yeyim ki bir yaz mevsiminde (Hel- singfors) & gelen seyyahların adedi 50,000 dir. Bu adet her sene art- maktadır. Oteller temiz, gazinolar temiz, sokaklar, parklar, lokantalar temiz, tabii manzaralar güzel, tiyat- rolar, konserler, kütüphaneler, mü- zeler mükemmel. Bütün bu gönül açan, hoşa giden, gözü memnun eden şeyleri görmek hem istifade etmek, hem eğlenmek pek az masrafı mu- cip olursa oraya kim gitmez? Buradan şimendifer garı ve önün- deki meydan ne güzel görünüyor. Bu yepyeni bina büyük mimar (Eliel Saarinen) nin bir şedövrüdür. Şu kırmızı kiremitli büyük bina da Ateneum müzesiğir. İçinde (Enckeli) gibi (Gallen - Kallela) gibi (Edeifelt) gibi maruf Finlândiya artistlerinin kıymetli tabloları var. Finler resim- de bilhassa porirede çok ileri git- mişlerdir. Vatana her ne suretle olursa ol- sun hayrı döküman, hizmet eden ve yaşları altmışı, yetmişi bulan tanın- aş | eri, t l portrelerini yapıp Aleneum'de teşhir ederler. Firilândiyada bir âdet var. dır; İlimde, sanatta, edebiyatta bir adam şöhret alınca onun dostları, talebeleri aralarında para toplıyarak altmışıncı veya yetmişinci hayat yı lında meşhur bir ressama portresini yaptınp o resmi üniversitenin, be lediyenin, millet meclisinin, müze- nin salonlarına asarlar, Bu suretle (Devamı 12 inci sahijede) Selim Str,