Sahife 8 Hediye Manzum komedi Birinci sahne (Günahı boynuna,. Neriman hanım bir “taraftan eline kiymetli bir yüzük geçirmiştir, Bunu kocasından saklamak istiyor. Teyzezadesi Ahmede bu arzusunu anlatır: | Neriman Ahmet!.. Eğer sen benim tutmazsan bu sözümü, Emin ol ki bir daha göremezsin yüzümül Kırk yılda bir sanırım kabul edilir ricam: Bu yüzüğü sen verdin zânnetmelidir kocam! Sorarsa: “Nerimana hediye ettiml..,, dersin, Tıpkı sen vermiş gibi beni memnun edersin! bu yüzüğün nereden gelebileceğini bir ân düşünür. Nerimana karşı hissettiği merbutiyetin sevkile (Ahmet, razı olur) Ahmet Ne yapayım; sen böyle istiyorsun made”, Bu arzunu yerine getireceğim, peki; Ikinci sahne Neriman - Ahmet - Nafiz MWerimanın kocası sekaktan gelmiştir. Karısının elini öperken pırlanta yüzük gözüne ilişir:) Nafiz Bu ne bu?.. Bu pirlanta yüzüğü nerden bulden?.. Neriman Güzel manzarasına mutlak sen de vuruldun; Ahmet bu pırlantayı bana hediye verdi, Doğrusu kalbim onu eskiden de severdi, Daha çok seviyorum bu yüzüğe baktıkça, Hep onu anacağım parmağıma taktıçal Ahmet Nafize. hitaben:| Bir zaman annem bunu kendisine almışti, Zavallıcık ölünce bana miras kalmıştı! Çekmecemin içinde saklıyordum ben onu, Kendine vermek için karar verdim en sonul Çünkü: Her görüşümde annemi anıyorum, Gözlerimin önüne geliyor, yanıyorum! Uçüncü sahne Ahmet - Neriman ( Neriman piyano çalmaktadır. Açık, beyaz ensesi görü- nür. Nerimandan yüz bulmadığı halde aşkını kalbinde zap- tedemiyen Ahmet bu güzel'manzaraya bakmaktadır. ) intikam darbesi (Neriman, çıkarır. Ahmet, kadın bayılır.) Ahmet I Kendi kendine: | Nerimanın üstümde ne yaman tesiri var, Istersen her gün yalvar, istersen her gün yalvar, Bana teslim etmiyor kendini bir parçacık! Fakat başka birine mutlak kollari açık, Bu yüzüğü de ondan aldığı da aşikâr; Bu seyda oyunundan ben neye etmeyim kâr?.. I Neriman elân piyano ile meşguldür. Ahmet ensesinden bir pusesini çalar. Neriman ansızın bağırır. | Neriman Ben kardeşin gibiyim, insan düşünür biraz, Hiç cüret edilir mi böyle şeye, utanmaz! Yüzüme öyle bakma. Sıkıl bir parça, sıkıl, Bir daha görmiyeyim seni karşımda, yıkıl!,, Dördüncü sahne I Nafiz, Nerimanın feryadını duymuştur. Koşup içeri girer:) Nafiz Neriman !.. Hiddetlisir, söyle sana ne oldu, Niçin yüzün ansızın böyle sarardı soldu, Nedir söylemelisin hiddetinin sebebi ?.. Neriman Eminim âdi yoktur dünyada Ahmet gibi, Bir insan utanmaz mı böyle sefil buseden Hiç bir teyzenin kızı öpülür mü enseden?.. Nafiz (Ahmed'e hitaben :J Çabuk buradan defol.. Sana budur son sözüm, Artık görmemelidir seni bu evde gözüm! (Ahmet itidali demini muhafaza ederek Nerimana bir vurmak ister: Ahmet (Nerimana hitaben:) Mademki alçakmışım öyleyse gidiyorum, Hem bugün ebediyen sizi terkediyorum ! Bugün samimiyetin gelmiştir en son günü, Geriye ver annemden yadigâr yüzüğünü |... sapsarı olur, fırlatılan pırlantayı alıp giderken, genç Yüzüğü çaresiz parmağından Necdet Rüştü Londrada müthiş sıcaklar Halk serinlemek için, şehir içindeki Son günler zarfında hüküm süren şiddetli sıcaklar yalnız mem- leketimize münhasır değildir. Av- rupanın hemen her tarafında, bil- hassa İngilterede çok şiddetli sıcaklar (O hüküm (sürmektedir. Sıcakların şiddetinden halk nehir kenarlarına, bahçelere koşmakta, bunlardan bir &ısmı da banyo kıyafetile dolaşmaktadır. Londranın meşhur Hayd par- kındaki havuzlarda halkın yüz- mesine tahsis edilmiştir. Sicaktan bunalan halk kendini bu havuza atarak serinlemeğe çalışıyor. Bun- dan başka şehrin sokaklarındaki havuzlara girenlerde vardır. Yukarıdaki resimler Londradaki sıcakların şiddetini pek güzel gös- terir. Sağda sıcaklar yüzünden parkta deniz kıyafetile gezen iki kadın, solda parkın havuzunda serinle- meğe çalışan iki küçükle anneleri görülüyor. Alttaki resimlerden biri Taymis nebri sahilinin bir manzarasını, . ve marklardaki havuzlara giriyor EZ diğri de sokakta bir havuzun kenarında akan suların altında oturup limonata içenleri göste- riyor. Ingiliz gazeteleri bu seneki sıcakların uzun müddeten beri gö- rülmemiş olduğunu (yazıyorlar. Sıcak santiğrat hesabile bazan kırk dereceyi geçmektedir. Bu yüzden bazı müesseseler akşam dörtte tatil yapıyor. Bir kısım müesseseler de çarşamba günleri de tatil yapmaktadır. | Tefrika No. 11 Ana -Kız Zaten aralık olan kapıyı açtı, kapadı. İçeri girmişti. içeri girdikten sonra, kanadını şiddetle çarpmıştı. Hasan'ı dışarıda bırakmıştı. Hasan, dışarıda, anahtarın kilit içinde döndüğünü işitti. Korkudan ve hayretinden dona- kaldı. Odanın içinde, gümbürtüyle bir şeyin yere yıkıldığını duydu. Ne yapacaktı? Şimdi ne 'yapacaktı?. yordu. Işin içinden çıkamıyordu. Bu ne biçim işti?. Uzun müddet, kararsız bir halde, 215 numaralı kapının önünde bekledi. içerden artık ses işitmedi. kapı Bilemi- Leylâ hanım efendi, damadının sözlerini sonuna kadar dinledikten sonra, dedi ki: — Hülâsaten söyliyeyim: Bu mesele, son derece can sıkıcıdır. Bunu tasdik ederim. Lâkin bu gülünç şeyin niçin bir dram halini aldığını merak”ediyorum, doğrusul Siz, her halde bazı acemilikler yapmış olacaksinız, yavrucuğumi Hasan, şaşkın şaşkın başını salladı: — Ben işin içinden büsbütün çıkamıyorum.. Fakat niçin acemi- lik ettiğimi de bir türlü anlaya- mıyorum.. Ben odadan çıkarken gözlerile gördü.. Bu vaziyet kar- şısında nasıl acemilik etmez, maharet gösterebilirdim? Leylâ hanımefendinin o neşesi son derece bozuk değildi. - Bili- yorum, anladım! - diye güldü. Borghese ( villâsının sık ve çapraşık ( yeşillikli (o bahçesinde dolaşıyorlardı. Villanın şimalindeki hayvanat bahçesine gitmeği ne biri, ne öteki düşünüyordü. Ge- ceki macera, neşelerini kaçırmıştı. Hasan, 215 numaralı kapusu üzerine, kapandıktan sonra, kork- muş, kendi odasına çekilmişti. Şayet zevcesinin kapusuna vur- mağa, onu oyandırmağa, ona yar- dım etmeğe kalkışsa bir gürültü ve bir rezalet çıkacağından çekin- mişti. Rezaletten sonderece kor- kardı. Odasında sabahın ilerlemesini beklemişti. Saat ona doğru, kayın validesinin odasına gitmiş onu kaldırmıştı. Birlikte sokağa çıkmışlardı. — Delikanlı, Pinciane kapısına gelinciye kadar, hiçbir şey söyle- memişti. Ancak oraya vardıkları vakit, geceliyin cereyan eden meseleyi anlatmıştı. Leylâ hanımefendi, ilk cümleler üzerine şaşırmıştı. Düşünceye dal- mıştı. Maamafih, işi, haile cihetine yormamıştı. ana ŞAŞMA NN 24 Teramuz 1932 24 Temmuz 1932 Rakabeti Nakili: (Vâ - Nü) — Ammada aptal kız ha...- diyerek düşünmüştü, - gece yar ları, saat beşedoğru otelin kori- dorlarında ne işi vardı? Sersem miydi, neydi bu?... İşte cezasını buldu. Hasan: — Sizin odanıza geliyordu galiba... Vaziyetinden öyle anla- şılıyordu. — Ne demeğe benim odama gelsin?... Odamda hiç işi yoktu... Esasen gece yarısı odama gelmek adeti değildir. Artık buda ne... Saat beşte gelip te beni rahatsiz edecek... Umarım ki, bu, artık ona ders olur. Bundan sonra böyle şeylere cesaret etmez. Bizim rahatımizı bozmaz. — Benim üzerimdeki intiba bu değil... Artık bizi rahat bıra- kıcağını sanmıyorum. Ne haddine... imkânı mı var ?. Bacak kadar çoçuk... Hasan : — Ciçim!...- dedi.- hâdiseleri olduğu gibi görmüyorsunuz... Bu “Bacak kadar çocuk,, dediğiniz İisin, evlidir... Hem de benimle evlidir. — Unutuyorsunuz galiba... Bu izdivaç sade lâfzi bir izdivaçtır... Söyleyin, unutuyor musunuz? — Hayır, bunu en fazla unutmı- yacak biri varsa o da benim.. Din- leyin, hanımefendi, bu cihet, gayet ehemmiyetlidir: Siz, kızmızla beni evlendirmek istediğiniz ( vakit, izdivacın lâfzi olacağını söylemiş- tiniz. Bunu şart koşmuştunuz. Ben de, buna mukabil başka bir şart koşmuştum. Siz, o şartımı kabul ederek, müstakbel zevceme meseleyi oObizzat (bildireceğinizi söylemiştiniz, (Kızınız, kendisile olan izdivacımın hakiki izdivaç değil, lâfzi olacağını bilecekti. Kendisile ne şarait altında evlen- diğimi bilmesi lâzımdı. Bu, mese- lenin en ehemmiyetli cihetiydi. Amma da yaptınız... En ehemmiyetli cihetiymiş!.. Neden en ehemmiyetli cihet oluyormuş?... — Muhakkak ki en ehemmi- yetli cihettir.. O zaman,: siz de bunun olması lâzım geldiğini söylemiştiniz... Öyleya: Bir genç kızın rızası istihsal edilmeden, onu lâfzi bir izdivaca sevketmek kabil midir?.. Bilhassa. Bilhassa.. — Bilhassa? — Bilhassa, sizin esbabı muci- nizden dolayı... — Benim mi? — Sizin ve benim.. Evet, iki- miz sevişiyoruz diye, kızınızı, rızası hilâfına kendimize âlet etmemiz... Fakak siz, ona bu meseleyi söy- lemeği vadetmiştiniz... Halbuki, bu gece, Meliha, hakikati öğre- nince, allakbullak olmuş göründü. ( Arkası var) anar Kastamonu posta ve telgraf memurları hacı İbrahim dağına bir tenezzüh yapmışlar ve çok iyi vakit geçirmişlerdir. Resmimiz bu tenezzühe iştirak edenlerden bir grubu gösteriyor. ö