j İ £ ku garip ruhlu kıza Tefrika No. 101 Hassa zabiti, Süleyman'ın vermişti: “Harpte ö SEBA MELİKESİ BELES | 23 Haziran 1932 Yazan: ISK ER FAHRETTİN sualine şu cevabı İmeyi, gönül işlerine tercih ediyorum!,, Sepet içinden çıkan bir insan başı! Süleyman o akşam yeni istih- kâmları teftişe çıkmıştı. Harp ihtimalleri oçoğalıyordu. Beni Israil hükümdarı, Sur kra- lından gelecek altınlarla bu istih- kömları itmama çalışacaktı. Yeni istihkâmlarda bir aylık inşaat vardı. Bu müddet zarfında Moaplıları o oyalıyabilirse, (o Beni Israil ordusunun mağlüp olmasına imkâ yoktu. Süleyman yüksek surların üze- rinde dolaşırken birdenbire eski bassa kumandanı Zaplon'u hatır- lad. Zaplon yeni istihkâmların ne kadar zaman zarfında O hitam bulacağını ve surların en zayif taraflarını biliyordu. Süleyman'ın fikrince, Zaplon has- sa kumandanı kalsaydı, Moaplılar, Beni İsrail hükümetine meydan okuyamıyacaklardı. Zaplon'un boğa güreşinde mağ- lup oluşu ve yerine yabancı bir adamın gelişi) onu Moaplılara il- mecbur etmişti. Moap hâkiminin Zaplondan cesaret aldığını tahmin ediyordu. Stleymar, hiç şüphe yok ki, bu tahmininde © yanılmıyordu. Moap kâkimi yalnız başına kalsaydı, Süleyman'a “ilânı harp etmeğe nasıl cesaret edebilirdi. Istibkâm O zabitlerinden biri, vaktile Moaplılarla harbetmiş ce- sur bir askerdi. Hükümdarın endişesini hissede- rek dedi ki: — Kulunuzu bir saniye dinle- mek lütfunda bulunursanız, efen- dimize Moaplılara ait bir ufak hikâye arzetmek isterim ! Süleyman, çok sevdiği bu cesur zabiti dikkatle dinliyordu. Tecrübeli asker, gözleri yerde, hükümdara, başından geçen şu vakayı anlattı: — Bir gün, Moap hâkimine, Beni Israil hükümeti tarafından elçi sıfatile gitmiştim, Hâkimin Sur haricinde ufak bir sayfiyesi vardı. Bu sayfiyede hâkimin kızı ikamet ediyordu. Moaplıların en müstesna güzellerinden biri olan hâkimin kızı insanlardan uzak yaşıyor. İnzivadan ve sessizlikten hoşlanıyordu. Moap hâkimile iki gün zarfında işimi ( bitirmiştim. Moap'tan ohududumuza geçen yolculardan o aldığımız vergileri artırmak için hâkime vaki olan teklifimizi Moaplılar derhal kabul etmişlerdi. Hazreti Davud'a, bu haberi, yanındaki muhafızlarından biri vasıtasile derhal bildirmiştim. Moap hâkimi bana o gece kendi dairesinde mükellef bir ziyafet verdi.. Ve bu ziyafete, insanlar- dan kaçan kızını da davet etti. Hâkimin kızını böyle bir kala- balık içinde ilk defa gören davet- liler : “Kızımızı bu delikanlıya veriniz!,, demişlerdi. Gerek hâki- mip, gerek kızının benden çok memnun kaldıklari anlaşılıyordu. O gece hâkimin kızile başbaşa kaldım.. Bir bardakta şarap içtik.. Fakat, ben nezaket ve terbiyemi nuhafaza Oederek , bana teslimiyet gösteren olarak ümdar, elimi uzat- Moaplılara damat olmakla, eketime ihanet etmiş ola- caktım. Bu kız benden sonra kimseye varmadı ve hâlâ şehir haricindeki sayfiyesinde yaşıyor. Bana karşı büyük bir temayülü vardır. Eğer arzu ederseniz giz- lice kendisine gideyim babasının bizimle'harbetmemesini rica'edeyim. Emin olunuz ki, teklifimi derhal kabul eder ! Hükümdar, buraya kadar dik- kat ve sükünetle dinlediği bu eski maceranın sonunu anlayınca canı sıkıldı. — Benim himayeye ihtiyacım yok, dedi, bir daha beni böyle manasız ve budalaca sözlerle taciz edersen, seni hapsederim ! Istihkâm muhafızı korktu ve yerlere kadar eğilerek, iki adım geriye çekildi. Süleyman yalnız kalınca bu eski ve tecrübeli zabitin söyledik- lerini muhakemeye başlamıştı. Filhakika, Moap hâkiminin deli bir kızı vardı.. Ve babası bu kızı o kadar çok seviyordu ki, onun ağzından memleketini bile satabi- lirdil Moap hakiminin kızı üzerinde bu derece nüfuz ve tesiri olan bir zabitten, elbette, günün birinde istifade etmek mümkün olacaktı. Süleyman Oohükümetin siyasi vaziyetini nazarı dikkate alarak, tekrar istihkâm zabitinin yanına sokuldu. — Hâkimin kızı elân seni sevi- yor mu? Zabi gülerek cevap verdi: Geçen gün gene haber gön- dermiş.. “Belma sizinle esasen harbetmek istemiyor. Eğer bana talip olursan, ayni zamanda, iki millet arasında dökülecek kanın da önüne geçmiş olursun!,, demiş. — Sen ne cevap verdin? — “İstihkâmlarımızı bitirdik.. Harpte ölmeyi, gönül işlerine tercih ediyorum! ,, Dedim. (Arkasi var) Halkevleri Yeniden 20 vilâyet merkezinde evler açılıyor Ankara, 21 (A.A.) — Yeni- den 20 vilâyet merkezinde hakev- leri açılacaktır. Bu evlerin açılma merasimi önümüzdeki 24 haziran cuma günü yapılacaktır. O gün saat 15 deC, H. Fırkası kâtibi umumisi Recep key Ankara halk- evinde yeni evleri açacak mahi- yette kısa bir nutuk irat edecektir. Bu münasebetle evvelce açıl- mış olan 14 halkevinde de aynı saatte toplanılarak tezahürat ya- pılacaktır. Ankara halkevinde Recep beyin beyanatından sonra yeni milli eser Mavi Yıldırım piyesi temsil olunacaktır. Gerek Recep beyin nutku, gerek piyes radyo ile her taraftan dinlenilebilecektir. Eski ve yeni bütün halkevlerinde radyo tertibatının ikmaline çalışılmıştır. Cuma günü halkevleri olan 20 vilâyet merkezinin isimleri şunlardır: Antalya, Bilec Kastamonu, Ka Kütahya, Rize, Sino hisar, Giresun, Ordu, Gaziantep, Kocaeli, Yozg Tekirdağı. , İçel, Edirne, açılacak | bizi kırar geçirirdi. Her akşam bir hikâye “Gençliğimin uzak hatıralarına kadar gerilediğim vakit, gözleri- min önünde bir çok gen; kız simaları belirir. Fakat bunların içinde bilhassa Esma isminde biri vardır ki, lâkabını “soytarı, diye koymuştuk ; işte onu hiç unuta- tamam. Bu Selma güzellikle alâkası olmıyan bir kızdı. Gerçi, gözleri tatlı bakışlı ve altın parlaklığın- daydı; keçi gözlerini andırırdı amma, simasına gene bir güzellik cazibesi veremezdi. Boyu küçüktü. Vücudü şişmancanaydı. Kalın bacakları Ove kolları vardı. Heyeti (oOumumiye , bir oğlanı andırırdı. Saçları daimi surette ısyankârdı. Yüzü, azimkâr bir ifade (oarzederdi; keza erkeği hatırlatırdı. Selma'da harukulâde olan şey, neşesidi, zakâsidi. Genç ' kızın gayet, ince hassas bir dikkatı, canlı bir konuşuşu, tekerlemeleri yekdiğeri arkâsından sıralayışı var- dı. Yep yeni mefhumları ifade etmek için yep yeni kelimeler icadederdi. Her yeni hadise, bu “soytarı ,, nın saytarılığını göster- mesi için bir vesile teşkil ederdi. Bazan, onun taşkın neşesinin du- sıkıntı o bastırırdı. Gevezeliğine, alaycılığına ceza olsun diye, Es- ma'yı bir odaya klitlerdik. Müstehzi olduğunu söylemeğe lüzum yok. Müşahedelerinin isa- beti, ekseriya, istihzalarına haşin bir çeşni veriyordu. İçimizde, bu alâycılığı yüzünden, ona, fena halde kızanlar olurdu. İnsan, gençken, tehammülü pek az olu- yor. Pek azımız, Esma'nın istihza- larını af ve onlara tehammül ederdik. Arkadaşlar arasında bilhassa bir tanesi, “Soytarı,,nın hedefi olmuştu. Ismi, Hhami Sahirdi. Bu çocuk gayet mahçup, çekinkendi. Edebiyata meyletmişti. Pek nadir fecri âti” kelimeleri kullanarak, anlaşılmaz şiirler yazardı. Esma, onun takli- dini yapar, onun şiirlerindeki kelimelere benzeyen bir takım kelimeleri bir araya gitirerek biz- leri güldürürdü. Hatta, bu lisana “İlhamice,, diye birde isim koy- muştu. “İlhamice konuştuğu, vakit Bir gün, erkek arkadaşlar, kızları evde bırakarak, Alem dağına bir gezinti yapmağa, orada çadır kurarak iki üç gün vakit geçirmeğe karar verdik. Hemşire- lerimiz ve kuzinlerimiz olan kızları kızdırmak için onları beraberimize almamıştık yoksa, evlerimizden, onlara da pek âlâ izin verebilir- lerdi. Bu hal, kızların epice âsa- bına dokundu. Lâkin, biz aldırış etmedik. Yola düzüldük. Akşam üzeri, çadırlarımızı bir ormanın kıyısında (Okurdugumuz ozaman, yanımıza, ter bıyıklı bir oğlan yaklaştı. Sırtında kadife bir ca- İ ket, ayağında çizmeler, başında tüylü bir külâh.. Kalınlaştırılmış bir sesle; şairane: — Ey yolcular... Feşafeşi eşça- rın rakrakasını ihlâle mi geldiniz?. Sükün bahriahzar ne hazerengiz bir cürmü malârizdir!.. Ben bu diyar hüşaverin hükümdarı refa- | perdarı Ranavi Şeceri hazret- lerinin mahdumu merdumuyum. | Pederim sükünu bahri eşcarı ihlâ- İ Jinizden kiddetlenip beni tevkifi- nize yolladı. Haydi, rekareki rak- sanıma (tebaiyetbirle (babamın huzuruna yürüyünüz ! -dedi. Gülmekten katılıyorduk. Bu sözleri söyliyen Esma idi. Meğerse, bizimle beraber gitmek üzere, evinden izin almış. Teptili kıyafet ederek, bizi sabahtanberi takip etmiş. İşte, şimdi, böyle, Ilhamice (o konuşarak, bu genç şaiirin yazdığı Fecriâti'kâri şiirleri taklit ediyor. Derhal, aramızda bir divan kurduk. Esma'nın ellerini, ayak- larını bağladık. Onu biz oğlan- cezalandırmak mevzuubahsti. Ilha- mi Sahir, ilk defa olarak, doğru- aldı: | — Esma artık tahammülfersa bir hal aldı... Onu yarın sabah güneş doğarken arabaya bindirip şehre yollayalım! - Dedi. zimle beraber alıkonulması lehine uzun bir nutuk söyledim. Fikrim kabul edildi. Arkadaşlar, Esma'yı verdiler. Lâkin erkek elbiselerini çıkarmaması şartile. Kızın mütemadi alaylarına karşı Ilhami da artık cebhe almıştı: — Sahi, hakkınız var! - dedi. - esasen Esma'nın kıza benzer ta- rafı yok... Daha ziyade oğlanı andırıyor. Ben, ona, hep erkek nazarile bakıyorum. Bu sözler, Esma'nın fena halde izzeti nefsine dokundu. Fakat belli etmedi. Ormanda her zaman- kinden, daha neşeli olmuştu. Yap- tığı o tuhaflıkları o bırakmıyordu. Hepimizi fevkalâde eğlendirdi. Tam “soytarı, uk sıfatını hakk- etmişti. Üstelik, işimize de yarıyor, hizmetimize de koşuyordu. Üçüncü günü, ağaçların tenha bir yerinde gezerken , Esma'nında dalgın dalgin, gamlı gamlı dolaştığını görerek, şaşırdım. Mutadının hilâ- fına gülmemesi dikkatimi celbetti. — Sana çok teşekkür ederim, Orhan! -dedi.- Bu üç günüm, hayatımda geçirdiğim ve geçire- ceğim en güzel üç gündür. Işi bermutat alâya vurmak, gülmek istedim. Lâkin o, ciddiye- tini bozmadı. — Hayır, hayır... Benim içimi anlıyamazsın. Belki bir gün anlı- yacaksın. Fakat iş işten geçmiş bulunacak. Hem, ne ehemmiyeti var? Sen de, her kes gibi bana dair verdiğin hükümde aldanıyor- sun. Süküt içinde, çadırlarımıza dön- dük. Ay, hilâl halinde, ufukta belirmişti. Gölgeler, ormanın kuy- tuluklarından — çıkıyordu. Ilhami Sahir, bir ağaç kütüğüne oturmuş alık alık manzarayı temaşa edi- yordu. Sözde ilham topluyordu. Esma: — Şu aptala bak! - dedi. Çok geçmeden, bu muhitten ayrıldım. Tahsilimi ikmal için Avrupaya giltim, Üç sene sonra İlstanbula döndüğüm vakit, arkadaş muhitimin dağılınış olduğunu gör- düm. Kızlardan çoğu evlenmişti. Oğlan arkadaşlarım arasında da evlenenler olmuştu. Hepsinin ha- İ leti ruhiyesi değişmişti. Sadece İ “soytarı, , bana, tıpkı eskisi gibi | göründü. Bu müşahedemi, ona da söyliyerek kendisini tebrik ettim. — Eh, tabii değil mi ya?.. Ben, esasen, kendimi pek mühim bir şey sanmıyordum ki, boşluğumu | anladıktan sonra inkisara uğrr- yarak âlem gibi somurtkanlaşayım. Eskisi gibi, İlhami Sahirle mü- İ temadiyen ( görüşüyordu. Daima onunla alay ediyordu. Aradan beş altı ay daha geç- İ mişti ki, bu arkadaşımızın Mısırlı âdeta milyoner zengin bir kadınla | evleneceğini o öğrendik. Hattâ, | Sahirin artık Istanbuldan büs- ların meclisine zorla girdiği için ! dan doğruya onun aleyhinde cephe | Bense, Esma'nın afedilmesi, bi- | bizim aramızda alıkoymağa karar : Sahife 11 bütün ayrılacağını da söyliyorlardı. Esma, kahkahalarla kırılıyordu:' — Haydi... Sahir gibibir bu- dalayla evlenecek kadın, dünya yüzünde bulunur mu? Lâkin, çok geçmeden, nişan merasimi . yapıldı. Bu havadisin ilânının ferdası, Esma'nın ölüm derecesinde hastalandığını, kan tükürdüğünü öğrenerek koştum. Kırk bir derece ateş içinde yatıyor. Doktorlar ümidi kesmişler. Buz gibi suya batmış çıkmış, batmış çıkmış. Kendini kış rüz- gârına maruz bırakmış. Zorla hastalanmış. Bu derece neş'eli bir kızın, böyle ümitsizce bir hareket yap- ması şaşılacak şeydi. Bu mecnun- luğunun sebebini, Esma ölüm döşeğinde, bana, şu suretle anlattı: — Sakın (Soytarı) nın ölümüne ağlama, Orhan... (Soytarı) ya ağlamak, doğrusu pek gülünç bir şey olur... Evet, ben, © aptal herifi seviyordum, niçin acaba?... Bunu ben de kendi kendime izah edemiyordum. Bu ©“ “derece ahmak, manasız silik ve islidad- sız bir şahsiyeti sevmek... Halbu- ki, ona, delicesine aşıktım. Ne yapmalıydım?... Ümit beslemenin boşluğunu anladım. O, beni asla sevemiyecekti. (Bunun üzerine, neş'e komedisi oynadım. Çirkin- liğimden (omütehassil Oümitsizli- ğimi (ogizemek için daima güldüm, güldüm... Sevdiğim ada- İ mın nazarında, “ Soytarı , idim... Oda, bana, hiç bir kadın tara- fından beğenilmiyecek derecede ahmak görünüyordu... Ben nasıl evlenemiyorsam o da evlenemeyip * kalaçak ve daima'onu göreceğim sandım. Halbuki, Ilhami Sahir işte evleniyor. Ben de onsuz yaşa- i yamıyacağım. Filhakika, Esma, yaşayamadı. aradan yirmi dört saat geçtikten sonra öldü. Fakat, Ilhami Sahir, “Soytar:,,- nın kendini sevdiğini, onun aşkı yüzünden öldüğünü aklına bile getirmedi. Getiremezdi de... Nâ Hatice Süreyya) iHalkevinde müsamere Halkevi reisliğinden: Haziranın 24 üncü cuma günü Anadolunun yirmi üç yerinde daha yeniden Halkevi açılacaktır. Yeni doğan bu evleri tesit etmek üzere o gün saat üçte Istanbul Halkevinde bir musiki müsameresi verilecektir. Müsamereye Fırka kâtibi umumisi Recep beyefendinin Ankara Halk- evinde söyleyecekleri nutkun bu- rada radyo ile dinlenmesile baş- lanacaktır. Müsamereye herkes gelebilir. Keçi hastalığı bitti Çanakkalenin Biga kazasında Karabiga nahiyesinde keçilerde zuhur eden uyuz hastalığı, ittihaz edilen tedabir sayesinde zail ol- muştur. | EMLÂK SAHİPLERİL| imi için süratle kiracı EmİGKİNİZ.. Külmak Emlâkinizin kiralarını munfaza- men tahsil edebilmek varıdatını temin Emiâkinizim Sinek a,, büsusatında mutehassisla Emlâk rn tecrübesinden istitde edebilmek için EMLAK. İDARESİ umurunda kesbi ihtisas etmiş olan UMUM EMLÂK ACENTESİ müessesesine MURACAAT EDiNİZI Adresi: Bahçekapı, Taş han No, 20-21-22