dır ve İstanbuldan bir partinin, nis- bi temsille, eskisi gibi sekiz senatör getirmesi hayâldir. Kuranın çekileceği gün senatörle- hepsi ayna sözü tekrarlı- — Vallahi kardeşim benim bu- lunduğum grup çıkmasın da, hangi- si çıkarsa çıksın!" Bu arada CHP Senatörü Turgut Göle tansiyonunun sekize düştüğün- den yakınıyor, Sırrı Atalay ise kurada Kars çıkmadığı takdirde Bulvar Pa- lasta yemek vereceğini vaad ediyor- du. Oturumun en neşeli siması APli senatör Mehmet. Ünaldı idi. Ünaldı bir illüzyonist oOmaharetiyle (o kırmızı ve yeşil kura torbalarını havada sal- lıyor. İçini dışını gösteriyordu. Niha- yet. Enver Aka kuraları çekti. Piyan- o C grubuna vurmuştu. Kâtip sonu- cu açıkladığında önce derin bir ses- sizlik oldu. Sonra kahkahalar, çığlık- lar salonda tabanca gibi patladı. Ku- ra dışı kalan senatörler neşeyle bir- birlerini tebrik etmeye başladılar. Bu arada iki ay sonraki seçimleri ve da- ha çok, bu seçimlerin on binlerle ifa- de edilen masraflarını o hatırlayan C grubuna dahil senatörler kara kara düşünüyorlardı. Kura sonucundan en çok memnun kalan ise CHP ve YTP lilerdi. C gru- bunda sadece 15 mensupları olan CHP li ve 2 senatörü olan YTP liler AP li senatörleri göstererek birbirlerine göz kırpıyorlardı. Perhiz ve lahana turşusu Bi gün içinde üst üste iki darbe bir- den yemiş olmalarına rağmen AP yöneticilerine, göre, henüz herşey bit- YURTTA OLUP BİTENLER miş değildir. Betilin teklifi önümüz- deki günlerde Senatoda görüşülecek ve ancak burada kabul edildikten son- ra kanunlaşabilecektir. Şimdi AP nin başa güreşen yöneticileri bu yeni mü- cadele safhasının taktiklerini hazır- lamakla meşguldürler. Haftanın başlarında (oSah sabahı AP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Sükan bu mücadelede partisinin uy- gulayacağı taktiği şu sözlerle açıkla- dı: NN AP Anayasanın ve içtüzüğün tanıdığı haklara dayanarak bu kanu- nun kabul edilmemesi için obstrüksi- yon yapacaktır.' Bu sözlerin muhatabı olan AKİS muhabiri bir kanunun reddi için obst- rüksiyonun neden şart olduğunu an- lıyamaımştı. Bir grup, sözcüleri vası- tasıyla görüşlerini kürsüden açıklaya- Dünya gider Mersine, A. P. gider tersine ! Şenato seçimlerinin nisbi temsil esasına göre yapılması tezine karşı AP Mecliste bir savaş vermiş.. ve bunu kaybetmiştir. Tasarı, Senatodan da geçerek kışa bir za- manda kanunlaşacaktır ve Senatonun 30 Hazirandaki kıs- mi seçimleri yeni esaslar dahilinde yapılacaktır. AP kanunun çıkmaması için elinden geleni yapmış- tır ve parlâmento lisanında "obstrüksiyon" denilen bal- talama hareketinin bütün kozlarını kullanmıştır. Bu, işin en ilgi çeken tarafı değildir. Üzerinde daha fazla dikkat - le durulacak husus nisbi temsil esasını kötülemek ve ek- seriyet sistemini savunmak için AP sözcülerinin kullan- dıkları görüşlerdir. AP lilerin tezi bir noktada düğüm- lenmiştir: Senato bir "Şahsiyetler Meclisi"dir. o halbuki nisbi temsil onu da bir "Partiler Meclisi" haline getire- cektir! Bu görüşün doğru olduğa inkâr edilemez. Ama bi bırakınız bizdeki listeli ekseriyet sistemini, İngelteredeki dar bölgeli ekseriyet sistemi bir "Şahsiyetler Meclisi" ku rulmasını sağlamakta mıdır? İyi bir tesadüfle, meşhur İngiliz dergisi Economist'in 28 Mart 1964 tarihli sayısın- da bu konu incelenmektedir. İngiltere bu yıl içinde seçimlerini yapacaktır. Onun için şu sıralarda İngilterede, İngiliz demokrasisinin zayıf ve kuvvetli tarafları tartışma konusudur ve sistemin nasıl daha verimli tarzda işleyebileceği hususunda kafa yorul- maktadır. Üzerinde ittifak edilen bir husus, dar bölgeli ekseriyet sistemiyle dahi artık şahsiyetlere değil partilere oy verildiğidir. Meşhur derginin kanaati şudur: "Gerçi seçim sistemi, zahiren, bir takım şahsiyetle- rin milletvekili veya mahalli temsilci olarak seçilmeleri şeklidir. Ama aslında, artık bu, memleketin ikisi büyük, biri yarım büyük siyasi partileri arasında milletin tema- yülünü gösteren bir mel a Bugün, eğer tuttuk- ları parti bir domuzu aday gösterse seçmenlerin 99'unun ona oy vereceğini söylemek acı bir latife değil- dir. Seçim istatistiklerini inceleyen mütehassıslar sözüm ona popüler sayılan bâr aday ile popüler sayılmayan bir aday arasındaki farkın yüzde bir nisbetini nadiren geçti- ğini tesbit etmişlerdir. İyi bir vatandaşın partiler arasın- da daha dikkatli bir seçim yapması gerektiğini söylemek bir boş lâftır. Yüzde 99'umuz, sandık başıa gittiğimizde bir partiye oy vermeyi tercih etmekteyizdir ve bu bizim demokratik hakkımızdır." Bugünün gerçeği budur. Böyle olmaması istenilebilir. aksi halin faydaları sayılıp dökülebilir, ama seçmenin İngilteredeki dar bölgeli ekseriyet sisteminde bile şahıs- lara değil partilere oy verdiği gerçeği değiştirilemez. Hal böyle olunca, nisbi temsilin, milletin partiler ara- sındaki temayülünü daha iyi aksettireceğini görmemek imkânı yoktur. Beş senatörlü bir bölge düşününüz. Bu böl- genin seçmeni partilerin listesindeki Ahmetlere ve Meh- metlere oy vermediğine göre partilerin, aldıkları oylara gö re Senatoda temsil edilmeleri daha uygun değil midir? Bir memlekette parlemanter demokrasinin mi, yoksa prezidansiyel demokrasinin mi dana verimli olduğunun tartışılmasına diyecek hiç bir şey yoktu Parlemanter demokrasilerin bugün, verimlilik unsurunu arttırmak için bir takım tedbirler almakta oldukları doğrudur. Ama bu tedbirler daha ziyade oyların çok dağılması yerine büyük kümeleşmeler halinde toplanmasını sağlama istikametin- dedir. Yoksa, oyların partilere verildiği bir dünyada ek- silmesine çalışan bir demokratik toplum yoktur. bir parti hegemonyasına memleketleri götürdüğü artık tecrübeyle sabit hale gelmiştir. AP memleket siyasi konjonktürünü kendine göre bir açıdan gördüğü için bugün böyle antika bir tezi savu- nuyor. Ama hadiselere daha geniş açıdan bakılırsa kazın ayağının öyle olmadığını hemen farketmek Oo kaabildir. Şimdi karşı koyduğa sisteme bir yakın istikbalde en ziya- de AP dua ederse hiç şaşmamak lâzımdır. AKİS/9