direktörü M. Gabriel, birkaç giin önce Ankara Halkevi salonunda «Anadolunun arkeolojik zensinliğin adında birçok bakımdan pek dikkate değer bir İstanbuldaki oOFransız Enstitüsü konferans verdi. o Konleransçının jestleri bütün inceliklerile fransız, vuzuhiyle lâtindi. Anadoludaki Türk medeniyetinin Orta As- yadaki Türk medeniy.ii ile olan bağlılığını arkeoloji bakımından tesbit etmek çok mühim bir hâdisedir. Sultan Hanındaki yılanla yapılmış tezyinat ve Grâco - Romain mimarisinde bulunmayan bol ve karışık molif kompozisiyonları ile Hint, Çin düşünceleri bülün mantık ve bilhassa Türkislan arkeolojisi arasında bir yakınlık ve benzerlik bulmak, hiç şüphesiz, kuvvetli bir döductton #ekâsına delâlet eder. Ancak Amasyadaki türbenin sivri mahrul veya ehram biçiminde, «göçebe Türklerin step ha- yatlarının bir hatıra izinin sezmek bize esraren- giz bir ziliniyetin fantezisi gibi geldi. İmdi fan- leşi ve ilim yanyana gelemeyen iki ayrı şeyılir. Dikkat edilirse görülür ki, değil Türkistanda, dünyanın hiçhir yerinde ve hiçbir devrinde bu kadar sivri bir çadır tipi bulunamaz. Nerede kaldı ki step mıntakalarının çadırları daha ziya- de basık ve basit olur. Bu göçebeliğin zaruri kıldığı portalifliklir. Şu halde basit bir step çadır. şeklinden Amasyadaki sivri mürekkep bir kulubeye gitmek basiften mürekkebe ilerle- Halbuki zekâ daima mürek- vazıha doğru terakki mek demek olur. kepten basite, müdilden elmişlir. o Önün için biz, arkeoloji ile hiç bir alakamız olmadığı halde, meseleyi başka türlü düşünmeyi daha manlıki bulduk: Bu sivri mahirut veya ehram şeklinde olan kubbeleri Selçuk devrindeki kadın başı tuvale- fine benzelebiliriz. Mevlevilerin pek eyi hatır- ladığımız Külahları da aşağı yukarı buna benze- mez mi? Bizim burada gördüğümüz (analogie) bir ilMimale istinat ediyor. Esasen ilim de da- ima ihtimallere dayanarakfinduetion)ile anlamaya çalışmış değil midir? Onun için hu ihtimalin bilaraf bir arkeolog tarafından tetkik edilmesi icap eder. Hele büyük ve ince Selçuk medeni- yetinde söçebelik ruliyalının noslaljisini çeken bir iç işkencesi aramamayı gönül değil, akıl is- terdi. Ve arlık akıl isterdi ki, zehirli şrazğımız gibi arkeoloğumuzu da yurdumuzda yapalım. İrade, aksiyon bütün şümülile, bir tek var- hkta Loplanırsa iradedir. Çünkü bu dünya, unut- mayalım ki, hudutsuz bir iradenin timsali olduğu için ayaktan beyine kadar her şeyi (ben) de topla: mak isler. Ve bunu yapabilen ülkeler yaşamıya devam eder. Cenup Anadolusundaki Likya ve Kilikya kıyılarından göslerilen eserler bizi çok alikadar etti, Hele bunların yanında alınmış köylülerimi- zin veyahut çarşaflı kadınımızın manzarası bizi oldukça düşündürdü. Ve bilhassa Palmir ile Pompeianopolis arasında bir romain urba- nizma ayniyet ve müşabeheli orlaya atmak, lâ- zını ilzam kabilinden bir şeydi. Türkler tarihi az çok bilirler, çünkü onlar da tarih yapan milletlerdendir. Bir zamanlar Şarki Akdenizin ambarı bu toprakların Pompe'den sonra «lâyık oolduk- ları refahı ve medeniyete kavuştuklarını» söyle- mek, bir arkeoloji konleransında ve Türkiyede, ira? Oo sadet haricine çıkmak değil miydi ? Mevzu daha »iyade, sezdiğimize göre, bizim tezimiz olan Selçuk Türk medeniyeti ile Orta Asya, Sümer ve Eti medeniyetleri arasında bir arkeolojik bağlılık aramak iken, bol bol Grde- Lâtin ve bilhassa Romain eserler wöstermek, üstünde durulması icap eden bir temayüldü, Halbuki Cenup Anadolusunda pek çok tabletli mezarlar ve buna benzer eserler pek çoktur. Konferansçı bize bunları göstermeliydi. Çünkü hem konferansın mevzuu, hem de aklın mantığı bunu zaruri kılar. Palmir'de lâtin hâkimmiş, oraya biz de ha- kim olmuştuk. Fakat Pompeianopolis hiç bir vakit böyle bir vaziyete düşmiyeceklir. Antalya- daki zaler tâkı Poma'ninse bütün cenup kıyı: larımız OKonyanındır. Ve Konya bu kıyılara Roma'dan daha çok yakındır. Edebiyattan vaz geçilse ve vakialar olduğu gibi kabul edilse, bir takım adamlar ilim hevesile ömürlerini he- der etmezlerdi. Türk gençliği; yerli yabancı, âlim müteallim, hiç kimsenin hattâ en küçük (allusion) una bile fahammül edemez. Kendilerini irk ve anane icabı zeki addedenler bir gün zekâlarını beğen meyenlerle karşılaşırlarsa sakın müteessir ol- masınlar. Ve sakın bizim bu mülâhazalarımız bir (profane)in şovenizması zannedilmesin. Bina- enaleyli her lürlü romantizma ve sembolizma- dan sakınarak, arkeoloğun sade eserlerin İo- toğralını almak vazilesidir. Kadın ve köylüleri- mizin foloğralını almak ise sade bizim hakkı mızdır. Ö vazife ile bu hakkın hudutlarını ko- rumak da devlete ait bir iştir. Miraç KATIRCIOĞLU olan