PROUST DOSTLUĞU VAM DD ESRRO UST Proust da Bergson da, filozol da romancı da, kendi haline bırakılmış zekâ ile birsintullion» (hads)den, yani müellif ile mevzuu beynindeki bir «concidence» dan doğmuş olan tek ve orijinal bir heyecanın ateşile kavrulan bir zekâ arasında mevcut Olan farkı, beraberce müşahede ediyor- lar. Birinci şıkta, yani kendi kendine kalmış bir zekânın vaziyetinde, zihin, soğuğu soğuna çalı- şıp çoktanberi kelimeler içinde kalıplaşmış ve cemiyetin kendisine sulp halinde verdiği İikir- leri iç aralarında terkip etmek suretile çalışır. İkinci şıkta ise zekâ taralından tedarik edilen sanki evvelce erime haline gi: rip bu seler bizzat zihnin kendisi tarafından kavranan fikirler halinde tekrar sülp hale ge: lirler. Eğer bu fikirler, kendilerini ilade edecek evvelce mevcut kelime ve tabirler bulurlarsa malzemeler madık bir tâli eseri sayılabilir; ve hakikalen bir kelimenin tefekkür kalıbını hakkıyle ala- bilmesi için de çok defa tâlie yardım etmek ve kelimenin veya tâbirin manasını zorlamak lâzım” gelmiştir. (1| Muharririn, şairin misyonu, eşyayı yeni mü» nasebetlere bağlamak olduğuna göre, Orijinal mulharrirlerin kaderi orijinal oressamlarınkine benziyor : Renoir resim yapmıya başladığı zaman, or- taya koyduğu şeyleri tanıyamıyorlardı. Proust : «Orijinal ressam, orijinal muhaarir, tıpkı göz tabipleri gibi iş görürler. Tatbik ettikleri tedavi üsülü her zaman hoş değildir. Onlar işlerini bitirdikten sonra bize: bakınız derler. Bunun üzerine de bir tek defada değil bilâkis her yeni sanatkârın ortaya çıktığı kadar sık olan bir nispette yaratılan Dünya (Âlem| bize eskisinden bambaşka olarak tamamile vazıh gö- rünür. » diyor. Ve gene Proust şöyle devam ediyor : (1) H. Bergson "Les Deux Sourcesde İn imorale et de la Religion, (Alcan) Bülün sanatlarda «talent», o kabiliyet sanki sanatkârın, ifade edilecek mevzua doğru bir yaklaşması gibidir. Sanatkârla mevzu ara sındaki ayrılık ve mesafe baki kaldıkça, iş, e- ser bitmiş değildir... Bana öyle geliyor ki geçen yüz yıllarda mevzu ile o mevzu hakkında söz söyliyen en yüksek şahsiyetler arasında az çok bir mesafe daima mevcut olagelmiştir. Fakat Flonbert'de idrâk ve zekâ, kendi kendisini bir vapurun makine gürültüsüne, köpüklerin rengine, bir körfezde yatan adacığın mevcudi- yetine kalbelmek ister. İşte o vakit öyle bir an gelir ki zekâ ve idrakin (hattâ Flaubert'in vasat zekâsının) kendisi bile bulunmaz olur. Zira o vakit artık insanın kendi karşısında bul- duğu şey, dalgaların sallantısı altında yaşayan tahta parçaları kalilesine sürtüşerek kayıp gi- den vapurdan başka bir şey değildir. İşte bu sallantı, maddeye katılmış ve sinmiş olan kendi kendini tebdil etmiş bir zekânın kendisidir. Bu zekâ aynı zamanda İundalıklara, kayın ağacına, orman altlarının süküt ve aydınlığına nüluz et- meye de muvallak olur. İşte mütelekkirin biz- zat kendisi içinde kaybolduğu ve eşyayı önümüze kadar sürüp getiren bu enerji tebed- dülü, acaba «style» uğrunda müellifin yaptığı ilk cehit değil midir? (2) Uslübun - Style - güzelliği, fikrin yükselişine fikrin, w« contingenceları dolayısiyle obirbi- rinden ayrı kalmış olan eşya ve mevzular ara- sındaki zaruri münasebetleri keşfetmiş ve bağ- lamiş bulunduğa yanılmaz bir 'alâmet oldu- ğundan, münekkidin ilk vazifesi, okuyucunun, bir eserin en telerrüt etmiş evsalından mütees- sir olması için okuyucuya yardım etmek, oku- yucunun gözleri önüne bir muharrir dehasının en esaslı taraflarını koymaktır. ( Yürüyor) Georges CATTAUİ-Selmin Tevfik SİBER 12) M. Proust: Paul Morand'nın “Tendres Stocks,a yazdığı mukaddeme, (M. RK. EF.) 8