Gazeteden, hâdiseyi anlatan parçayı kestim, Meselenin cereyan eltiği evi aradım, buldum. u ev, Kadıköyünde, Kalamışta, büyük bir bahçenin içindeydi. Bahçenin bir ucu denize kadar uzanıyordu. Doğrudan doğruya eve git- meye cesaret edemedim. Bana «deli» diyebilir» lerdi. Bir sandal tuttum. Bahçeye doğru çek- tim. Sahile gelince, kumsal bir yer bularak san- dalı baştankara ettim. Karaya atladım. Hava sıcak olduğu için aklıma denize gir- mek geldi. Soyundum, biraz yıkandıklan sonra kuma uzanarak güneşlenmeye başladım. Böylece ne kadar yatmışım bilmiyorum, bir- denbire, çıplak vücuduma değnek gibi sert birşey dokundu. Bir de başımı çevireyim ki, ne göreyim? Benimle beraber, boylu boyunca yanımda bir yılan uzanmış. Kocaman bir yılan. Gözlerini de gözlerime dikti. Sanki kıpırdamamı bekliyor. Zaten kıpırdanmama korkudan bile im- kân yokken yılanın bakışları ile sarhoş olmaya başlamıştım. Beni manyalize ediyor sanıyordum. Lâkin değilmiş. Beni herhangi bir faniye nasip olmıyan bir âleme sürüklüyormuş. Çünkü, ben, bu yılanı tanıyor gibi olmuştum. Çok iyi tanı- yordum. Ama kimr?,.. Kimr Buldum: Bu, bizim mektep arkadaşlarından Ali, Yılan Ali idi. Ona bu lâkabı mektepte takmışlık. Aradan yirmiden fazla sene geçliği halde birdenbire onun isminin aklıma gelişi beni yüksek sesle söylelmişti : m Iı Yılan, sanki bunu bekliyormuş gibi, bakış- larının şiddetini azalttı ve başile «evet» der gibi, çok insani bir hareket yaptı. Ben, gözle- rime sürerek tekrar ittim : I İz. O gene başını salladı. Bu sefer aldanmama imkân yoktu, sordum : — Ali, sahiden sen misin? Yılan, tastik hareketini tekrar edince aklı- ma ispirilizma yaparken kullanılan usulu tatbik geldi ve : — Eğer, dedim, sen Ali isen, başını üç de- İa sağa çevir. Yılan başını üç dela sağa çevirdi. Artık şüphe yoktu. Bu yılan, Yılan Ali idi. Aynı u- sulle sordum : — Doğrulmama müsaade ediyormusun ? Ediyorsan başını üç dela sola çevir. aşını üç dela sola çevirdi. Fakat ben, bü- tün bu tecrübelere rağmen, onun bu hareketle rini tesadüfle veriyordum. Kali bir kannat edi- neyim diye son ve şaşmaz bir tecrübe yapmak istedim. Ali, mektepte imzasını atarken isminin son harfinin kuyruğunu Lâtife olsun diye bir yılan vürüyüşüne benzeterek zikzak uzatırdı : — Ali, dedim, kumun üzerinde vücudunla bir imzanı at bakayım! O, maksadımı anlamış gibi harekete geldi. Kumluk üzerinde, vücudile izler bırakarak eski arap harfleriyle kocaman bir «Ali» yazdı ve son harlin kuyruğunu tarif ettiğim gibi, vücudile kıvrıla kıvrıla zikzak bir şekilde yaptı. Bunu yaparken benden de uzaklaşmış, kumluğun bir ucuna gitmişti. Bir daha dönmedi, bahçenin için- de kayboldu, gitti. Hemen kalkıp gittim. Sandala binip döndüm. Mahallenin bekcisini bularak, evi gösterdim, sordum : — Bu ev kimin evi? — Merhum Ali Beyin. Dehşetinden dona kalmıştım. Biraz daha tahkikat yapınca, Alinin çok evvel öldüğünü ve hakikaten bizim yılan Ali olduğunu öğren dim. Düşündüm. Malüm ya. Her insan az çok bir hayvana benzer, ve ekseriyetle arkadaşları, bilhassa çocuk iken mektepte ona lâkap taka- cakları zaman, yalnız çocuklara mahsus ve bü- yüdükçe kaybolan çok tabii ve ibtidai bir hisle onun en ziyade hangi hayvana benzediğini bu- lurlar ve... Demek tenasuh nazariyesi bir hakikat olu- yordu. Bunu gördükten, ne diyorum, ispat et- tikten sonra nasıl olurda sizin vaktile bir eşek olmadığınıza inanırım. Siz ki, Alinin yılan şek- lile çok sevdiği kardeşinin çocuğunu gelip kur- tarmak istediğinden şüphe ediyorsunuz... Tımarlıaneyi gezerken doktorun “bana din: lettiği bu delinin sözleri, bende büyük bir te sir bırakmıştı. Bu adam acaba sahiden deli mi- di? Bana hiç de öyle gelmiyordu. Fakat söyle- dikleri sahi olduğu taktirde, bu adam, müthiş sırlara ermişti demek. oktor, beni : — Yemek vakti geldi, gidelim. . diye sürüklerken, ben bunları düşünüyor- dum. Deli, bizi müstehzi bakışlarile teşyi edi- yordu. Hücreden çıkınca, doktor, birisi tarafın- dan işidilmekten çekinir gibi bir halle; — Azizim, diye fısıldadı, sen ne dersen de, istersen «galiba bizim doktor da delilerle bu- luna buluna kaçırdın de, fakal şunu itiral ede- yim ki bana, mektepte iken, kulaklarımdan ki- naye, arkadaşlar «eşek» lakabini takmışlardı. Fikret ADİL 14