Hikâye : AĞAÇ KALORİFER VE BAHAR ! KALORİFER Şehrin şimalile şarkı arasındaki surlar, sefil kulübeler, bostanlar ve kenar mahal- leler, kenar mahallelerin merkezde konuşu- lan lisana nazaran yayık telâffuzlu kızları, çamurlu yüzlü, bazan da fazla zeki çocuk- ları vardır. İnsan isimleri ekseriya, anadan doğar doğmaz takılan manasız isimler değil- dir. İnsanlar buralarda, dal, hiyar, çukur göbek, lahna gibi sebze ve meyva isimlerile yahut, katır, barbunya, zargana, kunduz gi- bi hayvan adlarile, yahut da yüzünün, ka: rakterinin bir tarafını bildiren, baldudak, cambaz, kıllı, köse, sulu gibi isimlerle çağrı- şırlar. Bu mahallerden şehrin merkezine git- mek, İstanbuldan Ankaraya gidip gelmek- ten zordur. İnsanlar birbirini burada, Ahmet, Mehmet, Apostol, Yorgi, Avram, Şalom di- ye çağırmadıkları için kimin Müslüman, ki- min Hiristiyan, kimin Yahudi olduğu da pek belli olmaz. Her üç lisanın kolay, bitaraf, zaruri parçalarını ve argosunu öğrenmiş olanlar onlarda çoktur. Bazen bir sarı Apos- tol bir sulu Avrama yahudice sataşır ; ba- zen bir barbunya Ahmet Zargana Agoba ermenice dert yanardı. Sefil kulübelerin, ucu bucağı görünmez yangın yerlerinin ortasında işlenen her suç, o kenar mahallelerin sükü- netini özlemeye, uzletini sevmeye, sefaletini tetkik etmeye gelen bahtsıza karşı olduğu için fazla dedikodu yapılmaz; yalnız birkaç gün sur haricindeki kahvelerde oturan jan- darmalar ve sonbaharda yaprak hışırtıları- na karşı Natpinkerton hikayeleri okuyan polisler telâşa düşerdi. Ve bir gün sarı yüzlü, korkak, aç bir delikanlının elleri kelepçeli ve adaleleri gerilmiş yüzü gülümser vaziyet- te götürüldüğü görülürdü. Hapishaneye buradan askere gider gibi gidilirdi. Kendi aralarında din farkı gözetmeksizin kız bile alıp veren bu insanların başlıca düşman ve 13 yahut sevgilisi bir tepeye çıkıldığı zaman görülen şehrin merkezidir. Orada, kapkaran- lık, soğuk geceleri ısıtan bir aydınlık vardı. Bu bir uzak cünbüş veya yangın hissini ve- rirdi. Ve insan çamurlu yangın yerlerinde, ceketinin ceplerinden ellerini çıkarır, irade- sizce bu ışığa doğru uzatırdı. Kadınlar bu mahallede doğarlar, gene aynı mahallede fakat bir başka sefil kulü- bede ölürlerdi. Erkeklerse, bu mahallede do- garlardı ama katiyen bu mahallede ölmez- lerdi. Kimi hapishanede, kimi bir duvar di- binde, bir cami avlusunda, ne bileyim baş- ka yerlerde, kendi doğdukları yerden başka yerlerde ölürlerdi. Bu mahallelerde çocukların bazen baş parmakları yoktu. Bu, çok hususi bir sanata şimdiden alışmaları için mahalle operatör- leri tarafından yapılan bir ameliyat netice- siydi. Bazı çocukların da ayakları yoktu. To- puğundan, bileğinden, baldırından, dizkapa- ğından ve kasığından itibaren kopmuş ayak- İı, mavi gözlü, koşamamaktan doğan kin- lerini tekrar tramvay ve otobüslerden alan çocuklar. Elektrik, benzin, kalorifer, telefon ve çini soba hasreti çekmedikleri şeylerdi. Fakat çıkmaz sokağa akşam karanlığında düşen mavimtrak şeyin, bir tramvay teli sürçme- sinden doğan bu masmavi masal aydınlığının, cin ışığının, sonra o yene tramvay altların- da homurdayan sesin elekirik olduğunu bi- 'liyorlardı. Bazan kapısı açık bir yazıhanede bir başkasile konuşur gibi tavurlar alan şişman adamın komik bir vaziyette, bir aca- yip matrağı kulağına götürdüğünü ve bir acayip makineye bir şeyler saylediğini görür- lerdi. Hattâ büyükler bile küçüklere, bunun ne olduğunu sormıya cesaret edemezlerdi.