DALAN Sİ meçhul izümün e en çok bedbaht eden akibet nihayet başıma geldi. Hem öyle ki, affedilecek tamir kaldıracak şey değil... cudu- mun en can alıcı bir noktasında açı: lan ve her gün bir parça daha büyü- yen, bir parça daha kanayan yaraya bu sabah bir avuç tuz serpen vicdansız adamla yanyana, karşı karşıya idik. Santlerce onlara, cebrinefsle, asa- bımı bir cendere altına alarak tabii görünmeğe çalıştım... Hırsla, en kor- kunç düşüncelerle boğazımı dilimin ucuma kadar gelen isyanları, infialleri dudaklarımda tebessüm hali- ne soktum. Dünyanin en büyük üzün- tüsüyle toplanan gözyaşlarımı yü- zümde neşeye koğdum.. Kendi ka- bımda çıldıracak gibi olayords kıs" kançlık damarlarımı yakıyor, beynimi tutuşturuyor. Fakat ne olursa olsun, bu iğrenç komedyanın sonunu bekliyece: ğim. Onlara karşı yegâne silâhım sa- bır ve tahammülüm olacak. — Sabri, sandal tutalım mı ?.. Kâbus geçirirken karyolasından dü” şen bir adam gibi, Fikret'in kendime geliyorum... tün masaları dolmuş. Biraz evvel yak- tığım sigaranın ateşi parmaklarıma ka- dar inmiş... Bu sefer karımın sesini duydum: dar dalgınsın Sabri, bak Fikret ne söylüyor, diyordu... Mümkün mertebe sâkin olmay çalışarak: — Nasıl isterseniz, diye verdim. Birkaç dakika sonra sandala bin- dik. Banyolara doğru açılırkan sıhhiye müdürünün sandaliyle karşılaştık, genç karisı ve çocuklarıyle beraberdi. Yanı- mızdan geçerken kürekleri bırakarak bana, her zaman olduğu gibi samimi ve şakacı: — Maşallah doktor, rüzgâr gibisiniz.. cevap diyince i bende iel fakat çok manidar, çokaki: — kn allel dedim benim kar: şıma çıkıyor. Daima mağlüp olduğum için midir.. bilmiyorum... Lâkin ben de herhalde bir gün galip geleceğim... Müdür zavallı ne, demek istediğimi anlamadığı için bu kısa inikkiemeyi bir başka mecraya döktü... — Ben bu sandala bineceğinizi bil- miş olsaydım, hep beraber Barbasa git- meyi teklif ederdim size... w menhus kelime tekrar kulakla- rımda çınladı. Sandallarımız biribirin- den uzaklaçırken; suların mavi Şşef- faflığında o, yeşil bir cennet man- zarasiyle yadımda cehennemleşen meş'- um beldenin içinde geçen melânetleri görür gibi oldum. Ve meçhul bir yerimde zaman zaman deşilen yara bir müddet sızladı, durdu. Fikret halâ bizden uzaklaşan sandalın arkasından bakıyordu... Müdürün karısıyle biraz önce gözleriyle selâmlaşmaları naza- rımdan kaçmadı. Zavallı müdür bü- tün Tekirdağında ağızdan ağıza do- laşan dedikodudan bihaber ve halâ karısından vefa ve sadakat umu or. Bu kadar açıkça aldatıldığının farkında bile değil... Fakat ne olursa olsun, o yine mes'uttur, hiç olmazsa Ahuvhla kendini her gün biraz daha yemiyor. Akşam olmuş, ha- va epiyee kararmıştı. Biz karımla eve dönüyorduk, Müdürün yalısının önün- den era i bey, diye bir sen duydum. Rapa keklik. Müdür pencereden: arın sabah gitmeden evvel Mikara uğrayınız da tahsisat cedveli- nin bir kopyasını alayım. Sonra bir de vekâlet ilmühaberi yapılacak. Öyleya varın yine Malkaraya gidecek tim. Ben bunu unutmuştum bile... Bu üç günlük seyahat beni ruhan ve bedenen kimbilir ne kadar yorgun düşürecek... İçimde anlaşılmaz bir hissi kablalvuku var. Öyle hissediyorum ki talihin bey- nime birer yıldırım gibi indirdiği yum- ruklar bitmedi. Ve kimbilir beni da- ha kaç yere vuracak. Sabrın sonu selâmettir derler, dur bakalım bun ca keder, bunca ıstırap nasl bir neti- ceye varacak... Yemekten sonra kütüphanemden bir kitap aldım. Canımın sıkıntısını biraz olsun unutmak başladım. Karım birşey işliyordu. Böylece bilmem ne kadar geçti. Bütün dertlerimi unutmuş, kendimi hikâyenin akışına bırakmışken bir arslık karımın sesini duydum. Mı- rıldanır gibi bana soruyordu; — Okuduğun ne Sabri ? — Fransızca bir komedi. — Fakat ağlıyorsun. Gözlerin ya- şarmış.. — Öyle ney vardır ki insanı çok defa e İelâ Adı ne?., — Sirin Dö Berjerak. — Bana da anlatsana, — Uzun sürer — Canım kısa olsun, ben de anlı- elindeki işini (o bırakmış, beni dinliyordu. Ona ne okudumsa anlattım. Sonunu - Sirano arkadaşının mektubunu sevgilisine okurken dizle- rindeki kâğıdı rüzgâr alıp götürdü. Fakat Sirano dalmış, mektubu okuma" a devam iy Onun, mektubu pürahenk bir feryat halinde okuyuşunu gören sevgilisi: “Anladım, anladım Sirano, beni se- ven o değildi, sendin. Fakat ne yazık ki iş işten geçti. Ve artık biz biribiri- mizin olamıyacağız... diye bitirirken karımın gözleri bulutlanır gibi oldu... Ve ben erime gölgelenen enginli- ğinde dolaş ka ça ne anlaşılmaz bir muamma İclâl. Zavallı Sirano sevmesini bildiği halde sevilmedi. bedbaht eden oi bütün yesünliğ e iii k tabi — Garip ş — Öyleya, sevimsiz kimseler nasıl sevilir... Karımın oböyle Rabotolar gibi hissiz görünmesi beni çıldırtırcasına sinirlendirdi... Bununla neler telkin etmek İstediğimin farkına varmayışı, mutlaka anlamış görünmekten kaçması idi. — Kalp güzelliği, ke güzelliğiyle ölçülemez İelâl, biraz manevi > Sana; çok ince bir tahlil. üzerinde Li lunduğunu hatırlatırım... — Bu kadar sinirlenecek ne var canım.. Âdeta kavga eder gibi konu- şuyorsun. Sonra ben sana kendi fikrimi söyliyorum, sen istersen kabul etmiye- bilirsin... — Değiştin İclâl, sen çok değiştin Hem de eski ruhunu inkâr edecek ka- dar... Evvelden her hususta imtizaç eden fikirlerimiz, şimdi artık tezat teş- kil ediyor. Bunda büyük bir sebep olsagere k. — Senin bu sebeplerin beni kızdır- maya başladı ama — Tabii işine gelmediği için. — Yine benden şüphe, öyle mi?... — Bunu görmemek için kör olmak Hi en lm ani Sabri. Ne söy- lediğisi bilmiyor. — Eğer hakikaken çıldırmışsam, ka- bahat bende değil. ve yine öyle oldu- ğu hi ei > my farkındayım. rtık beni zehirlediğin. — Ni “Seni ben mi zehirliyorum?.. — Zannedersem senden başka kimse yok evde. Üç senedir bu gurbet köşe- sinde ikimiziz. radam meydana çıkana ne dersin, — Fikretten bahsediyorsan aldanı: yorsun. Bundan evvel de söylemiştim. Fakat mademki israr ediyorsun, istedi- dini düşünmekte serbastsin. — Karım olduğunu unutma İelâl, Ne olursan ol, senin üstünde bir hak- kım yi ve ben bunu istediğim gibi kullan — Bar İnsanım, kullanamazsın. — Hayvansın demiyorum, fakat kul- lanırım... — Eğer elinde ise bir dakika durma.. rkası var —