ellerini öptü: — Çok mu geç kaldım Filiz?.. Filiz, beklemenin üzüntüsünü unutmuş- ktız . Gülerek onun ie - Bilmiyorum! Dedi, Hasanın koluna geçti, kl san güzel... Bir sandal gezintisi yapalım diye düşündüm.. enç kız, sesini çıkarmadı. Yol bo- yunca siralı akasyaların aralarında yanan havagazı lâmbaları yaprakları şeffaf gibi gösteriyordu. Bahçe duvarlarından sarkan yaseminlerin, güllerin kokuları, yaprakları tilreten serin rüzgârın içini kaplamıştı. Caddeyi bırakarak, tozlu daracık bir bahçe yoluna saptılar. Sağlı sollu bahçe- lerin içindeki, e pencerelerinden ışık ve müzik taşiyor, demir par- maklıklı, tahta ardında köpekler havluyordu. Dar bahçe yolu, birkaç dükkân bulu- nan küçük bir meydanda bitti, Büyük çınarlarında renk renk ampuller yanan bir kiyi gazinosunun yanından geçtiler. Ye- şilliklerin arkasından tabak çatal gürül- tülerine ..şen kahkahalara karışan, alaturka şarkı; söyliyen bir kadın sesi duyuluyordu. Sol tarafta suların içine uzanan iskele görünüyordu. Kumsala: saptılar. Genç kızın ayakları, nemli kumlara gömülüyor, her adımdan sonra ayaklarını sallıyarak, sandallarına 25 kumları silkiyordu. eniz Eöyimeda çömelerek oturan, kayar vardı. Filiz. Hasana e yn sordu: — Sandala nereden ceğizr.. — Burada sandal bii Biraz daha erede benim sandalcım gezerdik. Fakat burada yürüyeceğiz. Filiz, Hi Boz kotrasının içinde düşünmek istedi. Boğazın çırpıntılı sula- rında yelken açan Hasanı yadırgadı. Ken- Sİ yabancı buldu. Daraçık kumsalın sağındaki köşkler, bahçeler (o bitmiş, sazlıklı, çimenli bir düzlük genişlemişti. Küçük dalgacıkların okşadığı kumsalda, midye, istiridye ka- e parlıyordu. ereye gelince, kıyıdan kıyıya yolcu ii büyük sandalla karşıya geçliler. İlerideki ağaçların arasında, yelke bezlerinden yapılmış küçük bir çadır Gi Yerde bir madenci feneri yanıyor, çadırın kapısında yaşi belli olmıyan bir adam oturuyordu KRM BALIRLAR YGYA YAZAN: CAHİT J& Çadırın içinden, bir oğlan çocuğu çıkarak, adama yaklaştı: — Baba, Kai da getireyim mi? lu Hasan, Apeci dibinde dur- muşlar, seyrediyorlardı, ğlan, çadıra girip, elinde bir tabla tepsi ile döndü. BE yanında duran ahta tepsinin üzerine Dilimlere bir somun ekmeği koyarak, çakısiyla” ii böldü. ayırdı. Filiz, Hasana fısıldadı : — Fakir, fakat mesut insanlar... — Nereden anladın? - Halleri N gösleriyör... asan, genç kızın sesindeki yelle ürpererek, aki elini sıktı: Sen, böyle bir yaşayışa katlanır mısın Filiz? Genç kız, tereddütsüz cevap verdi: akşam üstü, bir e samimi- — Biz, Hümeyrayla kulübenin karşisinda dakikalarca hayal urduk . Biraz durdu: — Seninle evlendikten sonra, hertürlü yaşayış beni memnun Ev Sesinde, söylediklerine inanan ve inan- dıran bir ahenk vardı. Hasan, onun yürekten vd la Avucundaki eli daha kuvvetle Kıyıdaki, baştan edilmiş sandallara doğru yürüdüle Çadırının solma oturan sandalcı, müş- teri geldiğini görünce, ekmeğini bırakarak fırladı. Biraz sonra dere yatağından ayrılmış- lardı. Hasan, kürek çekiyor, Filiz, onun karşısında oturuyordu. Geniş omuzlarından yükselen genç boynu, taze başı, canlı yüzü ay ışığının altında bütün manâlarıyla güzel görünüyordu. o Omuzlarına düşen uçları halıfçe kıvrılmış saçları, sandalın sular üzerinde gidişinden çıkan rüzgârla uçuşuyordu. Sahillerde kıpırdaşan deniz, açıklarda durgundu. Karşılıklı kıyılarda çalan car: ların sesleri, ortalarda birleşiyordu. oyda yanan lâmbaların, suya uzanan ışıkları, arada bir esen ince rü fenerler gibi kivrim ii si. e koyu gölgeleri denizde uyuyord Sığlardan epeyce açılmışlardı. Hasan, kürekleri bırakarak, Filizin yanına geldi. Genç kızın çıplak kolları, havasıyle Oüşümüştü. Hasan, süveterini çıkararak, ona giydirdi. Genç kiz * — Şimdi de sen üşüyeceksin ! Diyerek, yorlardı, Sandal, suların belirsiz ninnisiyle çikar gidiyordu. Deniz fenerinin çakıp sönen e sulara dalıp çıkıyor n başı, genç kızın dadaklıkın “Filiz bu yakınlıktan Dudaklarını ona verdi. Yarı k lerine, gökteki ayın ışığı vuruyordu. Biraz sonra, koyu renk bir bulut, parlak ayı örttü Genç kız, gözlerini açınca, Saman yolunun suların içinden çıkan başını, kıyı: nın yeşillikleri arasında kaybolan öbür ucunu gördü. Uzaklardan geçen vapurun, suların yüzünü kırıştırmadan gelen dalgası, sandalı ağır ağır sallıyor, kıyıların sular. daki resimleri bu salıntı içinde hepbirden oynuyorlardı. Filiz, bir başka âlemin derinliklerin deymiş gibi, garip bir korku duyarak, Hasana büsbütün sokuldu. Fısıldaşarık konuşuyorlar, sonra dakikalarca susarak, başka sandalları, pırıltıları seyre- diyorlardı Zaman, ölçüsüz bir akışla geçiyor, kıyıyı saran tek tek ışıklar söndükçe, iğ ları kuşatan altın pırıltılı demir parmaklık» ların çubukları birer birer kopuyordu. a de lim mi? sleri kesilen, ışıkları yavaş yavaş sönen in bulutlardan sıyrılan yıldı ların aydınlığında sis içinde gibi görünü: orlardı. suları, b Birildanele : Susadım Sonra, genç En serin dudaklarını uzandı, - Saat kaç Hasan, —- öğe versin A — Fenerin ışığına tut!.. üyorlardı. Hasan, bileğini fener tarafına çevirerek bekledi. Fenerin çakan aylsnhağind sasli gördü: n iki elm uşl.. — Vakit nasıl geçmiş!.. Senç kız, Samanyolunun ikiye böl düğü gökte, şaffaf bulutların arkasın yordu” ayı, yarı örtülü gözleriyle görir yar aym Dn son bir kere kucaklıyarak küreğe g Filiz, abi eğilmiş, elini suya bırak mıştı. Başını çevirerek gerilere baktı. Adalar, altın iğneler batırılmış, siyah kadifeden birer iğne yastığı gibi görünü" yorlardı. Başını döndürdü. Hasan, kuvvetli Hasana sokuldu. Konuşmu; | ği