w. Akdenizin dağları zümrüt gibi yeşil, kumsalı altın pırıltılı, havası çiçek kokulu bir kıyısı vardır. Deniz- den gerilere doğru yükselen yamaçla- rında, küçücük köyler, kırmızı damları, ak sıvalı evlerile göze çarpar.. bunlar- dan biri (Yeşil Oba).. Yeşil Obada, o kıyıların en iri portakalları, turunçları, mandarinaları yetişir.. Kısa boylu, pırıl- tılı yapraklı agaçların üstünü, keskin bayıltıcı kokulu çiçekler sarar, sonra dökülerek toprağı aka boyarlar. Daha sonra yeşil benekler dallar; doldurur. Onlar büyür, içi sulu yesil kabuklar kızarınca, «Yeşil Oba» nın içinde bir beklemedir başlar.. satım zamanı geli- yor.. İşte böyle bir vakit. bahçesinde en iri, en kokulu portakalları yetiştiren Alinin, bir tek kızı “Güldalı, dolaşı- yor. Üstünde koca yafaların birer altın güneş gibi yandığı agaçların dibinde. arada bir karşı yamaçlara bakıyordu. Evlerinin önünden, ak köpükleri yeşil kıyıları yalayan (...) çayı akıyor.. sula- rının içinde yontulmuş, düzeltilmiş agaçlar aşağı doğru kayıyor. Bu, kıyı- ların en büyük alım satım işlerinden biriydi. Kerestecilik. sık ormanların kucağından sökülen, taze agaçlar; te- pelerden suyla denize indirilir. Orada bekleyen Mısır kayıklarına yükletilir.. *» “Güldalı, önünden kayan agaç- lara bakarak uzun, düşündü.. Karşı yamaçlarda nişanlısı (Duran) hâlâ ateşten koca bir portakal gibi, denizin sonlarındaki silik aydınlıkların içine gömüldü. Akşam çöküyor, “Duran, hâlâ yok.. «Güldalı » «Duran» ın. çalıştığı or- mana (gitmişti. (Gözlerinin önüne ormanın kuytu yeşillikleri altında çalı- şan delikanlı geldi. Dokuma gömleği- nin kollarını sıvamış, elinde yıldırım gibi, keskin bir balta, yerde yatan ölü agaçların kalın kollarını budayor., on- ları, suda bir yana takılmadan gidebi- lecek o hale koyuyordu. O Polat gibi sağlam, çırar gibi boylu bir delikan- lıydı «Duran». ». Serin bir akşam rüzgârı çıkmış, ağaçların sert yapraklarını hışırdatıyor, olgun portakallar, kıpırdayan”dallarda oynaşıyordu. «Güldalı» büsbütün kara- ran karşılara son bir aranışla bakdı. Sonra evine girdi. Anası yoktu. Baba- sı da kasabadan gelmemişti. Portakal satımı için uğraşıyordu. «Güldalır oca- ğın üstündeki küçük lâmbayı yaktı.. ocakta tencere tıkırdıyor, odanın hava: sinda işteha açan bir koku dolu. Kö- şede ince, renkli kâğıtlar 'yığılı.. por- takal kâğıtları. genç kız ağır ağır dolaşıyor, ocağın önüne küçük bir yer sofrası kuruyordu, Sarı mısır ekmeğini ikiye bölerek sininin üstüne koydu, Son- ra bir iş kalmasın diye dört yanına bakarak, açık kapıdan çıktı. Dışarda sıcak memleketlerin aydınlık gerele- rinden biri başlamış.. aşağılarda deniz fosforlu gibi pırıldıyor. E n yuvarlak kıyının evlerinde yanan ışık- lar, çubuk çubuk sulara uzanıyor.. orta- larda kereste gemilerinin kırmızı fener- leri kızıl birer kan yolu gibi uzanmış, Çayın akışı bile gürültüsüz. eğer deniz kafa tutarsa, deli haykırışlar göke doğru yükselir.. halbuki bugece her şey dilsiz gibi.. sade ince bir meltem esiyor.. agaçlarda hışırtılar.. “Güldalı, uzun uzun bu görünüşlere baktı. * Lİ «Güldalı ortalarda 'yok.. kul biri bunun farkına varınca soru Kimse görmemiş.. bahçenin go doğru yürüyerek aşağılara sesle — Güldalı!... Güldalı|... Sesi, bahçelikleri kızarmış, sık sık soluk alıyordu, | yanına bakındı; geniş deniz kı ni çayın ağzındaki çakıllıkta kü çalışma yeri kuruluydu. Tahta iç ları durmadan çalışıyor, et arı gibi kaynaşıyorlardı. Reng kararmış kısa gömlekli, kara baldırlı fellâhların, hep bir söyledikleri kuvvet getirme tüf ortalığı sarmış: — Hele, hele!.. ya hele... le, ya hele.. durgun bir hava, g Bütün başlar kesildi.. fakat “Güldalı, bunlar) medi bile.. gördüğü bir tek şey | O da; ilerde “Duran, ın dönük # kolunu yakaladı. Geldiği yola &ğl sürüklemeğe başladı. Kız şaşırtın milerine kaçırırlardı.. Fellâhların gi nü duman bürümüş, i ir nasıl şaşırdılar. Çıldıracaktım.. orf arasına gidilir i “Güldalı, mi?.” li ülmekle ağlamak ar | da sesi titreyerek : | — Seni meraklandım «Duran akşam görünmedin.. ». Bahçenin ağaç altları portakal- i larla dolu.. portakal harmanı vardır. Delikanlılar portakal topluyorlar, genç irisi i ayırarak renkli kâğıtlara sarıyorlar.. tahta sandıklara yerleştiriyorlar.. bu Alilerin portakal ' “lunu kızın beline dolamış anlat bahçesi... - (başlamıştı : EE; bir ağaç kütüğüne oturdular. A © rinin altında sular çağlıyordu.. “Dur ; kendini bekleyen işini, “Güldalı, takal devşirmesini unutmuşlardı.