4 Ekim 1932 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6

4 Ekim 1932 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kurultay Programının beşinci — “Türk dilinin asri ve me eni ihtiyaçları nelerdir?,, diye sek ehemmiyetli bir mesele orta- ya atıyor, baki huzurunuzda bu mesele teta düşündüklerimi söyle- Türk 5 söz almış bulunuyorum. ihti dilinin medeni ve asri tiyaçları nelerdir? “günkü Türk mütefekkiri, muallimi, Türk muharriri me öndüğünü, bildiğini, duyduğu: my e fara ve kolay bir dille 7 Mr için nelere muhtaç» ri ezilir ü dilimizin ne eksikle- B 2 evvelâ bu eksiklerini tesbi- kaba se Tabii iddiasız bir rt gide şeklinde, sonra onla dü e için ne gibi çareler 7 “ğümü arzedeceğim. glettuz ve ahenk li Cani €n evvel kürsüye çıkan A- iş me: Beyefendi dilimizin ya DA e gösterdiği değişiklik- mekiç Piza nereye doğru git- mizi, duğunu izah ettiler; Dili- al üzün göstermekte olduğu sindi çok keskin çizgilerle al Konuşma diline hayli ai ez oldukça açık, sade, te- Çuzbiryazıdili... Şems, afitap, Türler dee bahir, derya gibi keli — © tam karşılığı bulunan elimeler bir daha dönmemek ü- ürk bancı kelimeler, Ara z : p, Acem ke imeleri Yine“ lüzumundan fazla kalabalık... Fakat bunlarm bir fuzu ahengine uymuş... Türk gra- meri kanunlarına baş eğmiş... bir dil ki bizim için bu halile elbette kai te pi fakat bir , hatta bir çeyrek Yeşi bir ye Disbetle hayli milli miş Bir dil... içinde milletimizin tarihimzn sesi az gok işitilmeğe başlanmış bir dil... Mütehassıs arkadaşlarımızın bi ze gösterdiği manzara budur ve bu taşyir fikrimce hakikata uygun- dur. Evet bugünkü yazı Türkçemiz dünküne nisbetle daha açık ve millidir, Fakat bugünkü medeni- yet ihtiyaçlarına yetecek bir hal- de değildir. Çok eksikleri, çok ih- tiyaçları vardır. ün mütefekkiri, muallimi m mütercimi düşündüğü: " “UYduğunu kendi dilile söyle- p b çok sıkıntı çekiyor. Bu mak, pg (am bir listesini yap- âlimlerin defterini çıkarmak dil başa, iki mütehassıslarımızın Ben kai iştir. o sık İtay karşısında sadece sanlarda, çetiğini söylediğim in- ameleşi ee mütevazi bir yazı Yaçlara bir çö” am ihti- “ m3 Meni ti Tür min asri ve me- 5 ir dil olmasından ne anladı- en söyliyeyim, Ben Türkçenin gere asır dili olması de- © Alm İngilizce, İtalyanca, Bi VE ransızca derecesinde ngin bir lisan olması demektir. me mevcudumuz onlardaki lime mevcudun ne kadar yak- Aşırsa bizim dilimiz de o kadar mükemmelliğe yaklaşır demektir. zere hudut dışı edilmiş... Gerçi ya- | Bilmem bu noktada fazla iza- hat vermeğe hacet var mı? Gazi Türk Elini dünyanm eski ve geri bir parçasından kopardı. Yeni medeniyet dünyasına bağla- dı. Bu dünyada Fransız, Italyan, Alman, Amerikalı ne ise Türk de odur ve ayni vasıtalarla silâblan - mış bulunmak zaruretindedir. O dünyanın müşterek medeni mef - humlarını ifade etmek için başka dillerde ne kadar kelime varsa biz de o kadar kelime isteriz. Bu bizim için âdeta bir yaşamak za- ruretidir diyebilir. Kelime ihtiyaçlarımız Bugünkü kelime ihtiyaçlarımızı eksiklerimizi tesbit etmek için fik- İrimce en pratik ölçü dilimizi me- İ deni asır dillerile mukayese et- i mektir, Bu mukayese belki ilk bakışta bizi korkutacak bir manzâra gös- terebilir. Fakat hakikatı çırçıplak görmekten korkmamak lâzımdır. En iyi doktor hastalığı, yarayı en derin gören değil midir? Eksiklerimizin yekünu hakkm- da bir fikir vermek için Türkçe- mizi bir Fransız lügatile, iki cilt- lik larus üniversel ile karşılaştıra- cağım. Sayanların temin ettiğine göre bu larus üniverselde « ismi haslar hariç - doksan, doksan iki bin ke- lime vardır. Tekrar ediyorum. ismi haslar hariç... yalnız dil Kelimeleri Ve '1s- Bizim en büyük lügatimiz niha- yet otuz, otuz bin keli e e Güneş, şems, kamer, afitap, Neyir, Hurşit gibi görünüşte beş altı tane olduğu halde hakikatte - bir ayni mefhumu ifade etmek itibarile - sayılmak iâzım gelen sinonimler, müteradifleri bu ye- küna dahil etmek şartile (fakat ben bunu da hesaba katmıyarak otuz beş bin, kırk bin kelime ka- bul ediyorum. Demek ki bahsettiğim Fransiz- ça lâgatle bizim lügatimiz arasın- da iki bin kelimemiz var. Elli bin kelime farkı ne demek- tir. arkadaşlar. Garplılarda elli bin mefhum varki Türkçede tees- süs etmiş umumca kabul edilmiş lügata geçmiş, işareti, & karşılığı yok demektir. Garp kültürü üzerinde yetişmiş bir Türk mütefekkiri, bir Türk â- limi, bir Türk muharriri bu altmış bin mefhumu ifade vesitasından mahrum demektir. İki musikişinas tasavvur edin ki aynı musiki par- çasını çalmağa davet ediliyor. Fa- kat birinin elindeki aletin perde- leri ötekindeki alete nisbetle ya- rı yarıya eksik... o Aynı ahengini, aynı muvaffakiyetini nasıl bekli- yebiliriz? ' İspekülâsyon, İstandardize, Re- alite, Romanesk gibi ecnebi keli- melerle konuşanları, yazı yazan ları ayıplıyoruz. Bunda şüphesiz haklıyız da.... Fakat muharrir bu mefhumları ifade etmek söylemek mecburiyetinde ise ne yapsın? Bi- zim dilimizle bu şeyleri söylemek kabil değil... Yarı başka şeyler, kendimize göre şeyler mi konuşa» Im desin yahut mütemadiyen bu VAKIT kelimelerin medlüllerini | tarifle mi uğraşsın? Duyulan bir acı Bu takdirde biz hiç bir zaman kolay bir dille konuşamayız, asır kültüründen bir İtalyan, bir Fran- İ sız gibi istifade edemiyeceğiz. Bu bahsettiğim eksiklikleri ilim a- damlarımız, muharrirlerimiz, mu- alimlerimiz her gün acı duyuyor- lar. İki fen adamının, meselâ iki doktor veya mühendisin yabancı bir dilin kelimelerini, terkiplerini hatta cümlelerini kullanmak bir doktorluk, bir mühendislik mese- lesinden bahsetmeleri kabil mi? Maamafih ben ilim, fen adam- larını bırakarak yalnız muharrir- leri alacağım. Hatta bunlar ara- sında -da yalnız tercüme yapanla- rı almak maksadı daha iyi göste- İ recek çünkü satır, makale, roman İ yazan bir kalem sahibi fikrini an- latacak kelime bulamazsa o fikri Reşat Nuri Beyin Konferansı Türk dilinin ihtiyaçları nelerdir? Bu ihtiyaçlara na- sıl cevap verilecektir... mun dilimde bir işareti yok. Ö- nümdeki lügatten imdat umuyo- rüm.. Şöyle ki bir tarif: “bir fikri, bir bahsi avamın mertebe ve id- rakine indirecek şekilde basitleş- | tirme.... Ondan sonra rasgele bir kaç kelime: yabancılaştırma, adi- leştirme, basitleştirme (Vulgaris) / in karşılığı ne yabancılaşma, ne âdileştirme, ne basitleştirme ol- madığı muhakkak... o Çare - siz lügatin tarifini olduğu gibi tek rar edeceğiz. Fakat kelimeniz bir az sonra fili geçiyor, partisibi ge- çiyor; kendisi tekrrür ediyor. Her defasında bu tarifi tekrar mı ede- yim... Böyle yazı yazılır mı? Keli- meyi volga diye aynen kullansam nasıl olur? Fakat her sıkıştıkça bir ecnebi kelime kullanırsam ya- zılarımın hali ne olur, daha mü- himmi dilimin hali ne olur? Bari kendimden bu meseleyi i- fade edecek bir kelime yabut ter- kip bulmağa çalışacağım.. İyi a- ma ben sadece mütercimim her İ bırakır, başka bir fikir alır. Keli- me hatırı için fikir feda etmek acı bir mecburiyet olmakla beraber bu daima elimizdedir. Filân çiçe- ği, yahut filân neviden bir duygu” yu anlatmak için kelime bulamaz” sak bir başka çiçekten bahseder, duygunun cinsini bir parça değiş- tiriveririz. Ama çiçek biraz ren- ginden, duygu hususiyetinden kay bedecekmiş ne yapalım? Mecbu- riyeteh 2... smwuilit (Muharrirler çok kerre fikirle- rinden, san'atlarından yaptıkları fedakârlıkların farkında olmaz- lar. Yalnız çalışırken sebebi bilin- mez bir sıkıntı duyarlar, boş yere kuvvet zayi ederler ve yazıları muhakkak bahislerinden kaybe- der.) Fakat tercümeye gelince, bu ke- lime ihtiyacı tercümede büsbütün kendini gösterir... (Söz arasında işaret edeyim o tercüme ki evet tercüme de bu eksikliğin büs- bütün kendini hissettirir. e Karşı” mızda Fransızça bir o mesele var. Bu belki ehemmiyetli, kıymetli bir metindir. Tercüme meselesi Onu bütün inceliğile nakle mec- bursunuz... Aksi halde bir takribi tercüme, medeni bir millete yakış- mıyacak takribi ve dumanlı bir tercüme yapacaksınız. Ayni metni tercüme edecek bir Alman, bir İngiliz tercümesi için en büyük güçlük nedir? Manasında tered- düt ettiler, Bir Fransızça kelime- ye rasgeldiği zaman önündeki lü- gati açmak, karşısında hangi ke- lime yazılmışsa emniyetle onu a- lıp kullanmak... Eğer bu kelime mahalli bir hususiyeti ifade eden, yalnız Fransaya mahsus bir şey gösteren yerli bir kelime değilse, beynelmilel fikir hayatında az çok ehemmiyeti olan bir mefhuma de- lâlet ediyorsa o kelimenin kendi lügatinde, kendi dilinde mutlaka bir işareti olacaktır. Fakat Türk mütercimine gelin- ce iş büsbütün değişir, Bir misal alayım: Meselâ tercü- me ettiğim lügatta (Vulgarisatin) diye bir lügata tesadüf ediyorum. Bu kelimenin manasıni biliyorum. Fakat kafamda olan bu mefhu- | eden mütercime ancak şu yol ka- kelime için etüt yapmağa kalkar- sam bu işin içinden nasti çıkar na- İ sil kalkarım? Yapsam da bunun objektif bir kıymeti olur mu? Bu arzettiğim misal uydurma bir misal değildir. Bir tarihte ken di başımdan geçmiştir. Bir çok dü şündükten ve aradıktan sonra bu nu “halklaştırma,, diye (tercüme etmeyi doğru buldum. Fakat bir arkadaşım, o halde (Populariser) ine diye tercüme edeceksin dedi. Doğru. Vulgarisation, bir ha kikati halkın anlıyacağı bir kılıfa sokarak anlatmak.. İşte bu mef » hum ki başımızda ve memleketi » mizde kuvvetle yaşıyor. Vaktile Ahmet Mithat merhum © felsefi volgarizasyonlar yaptı, Şimdi ki- tapçılar bir çok volgarize ilim ve tarih kitabı neşrediyorlar... Volgarizasyon en çok yapılan bir şey.. Fakat Türk dilinde bu - nun işareti yok.. Bir çaresini bul mazsak ve gelecek nesil bizim vaktile nasar, yansur, nasran, na- sıran diye yaptığımız gibi Vulga- Bayi pin vulgarist di- ye tarif yaparsa hi şmam; hatta hak vermeli, mi Gi Bir misal daha arzedeyim: Bir fransız muharriri “Les © anciens ötaient plus beaux, mais now sommes plus jolis,, diyor. Fransız jca bilmiyenler için bu cümleyi hu | zurunuzda tercüme etmek iste - dim. Fakat hakikaten buna im * i kân yok.. Meğer ki tefsir yapa - lm... Beau ile Joli güzelliğin iki ay» rı çeşidini gösteren iki kelimedir. Halbuki bizim lügatlarımız bun - ların ikisini de “güzel, lâtif, dil - rüba,, gibi kelimelerle tercüme e- diyor... Bu gün artık lâtif, dilrüba gi- bi kelimelerle yazı yazacak mu - harrir kalmamış O gibidir.. Fakat yazacağımızı da farzetsek gene işin içinden çıkmış olmayız.. “Eskiler bizden daha güzeldi. Fakat biz onlardan daha güzelini yahut lâtifini, şirinini desek,, ne anlaşılır. Muharririn maksadı doğ ru olarak ifade edilmiş olur mu? Elbette. Şu halde bu cümleyi tercüme lr. “Beau,, ile “Joli,, nin ne nevi güzelliklere verilmiş isimler oldu ğunu araştırmak ve cümleyi tef - sir ve tercüme etmek icap ederse sayıfa altında bir “nota,, çıkmak.. Eskilerde Eskilerde büyüklükten, asillik- ten, çizgi intizamından doğmuş bir güzellik vardı. Bu itibarla on- lar bizden güzeldiler, Biz de ince likten zarafetten şirinlikten gel - me bir güzellik vardır. Bu noktai nazardan da biz onlardan üstü - nüz. Gene fransızcada meselâ detester, Abhorrer, Abomine, ex - ecrer diye bir takıni fiiller vardır ki nefret etmenin iğrenmenin de- recelerini, nevilerini (o gösteriyor. Asır medeniyeti ile bir fikir alış- verişi iddiasında olan bir millet için bu dereceleri göstermemek, i- fade edememek hepsine birden nefret deyip çıkmak elbette bir eskiliktir. Bu noktalarda hatta es kilerden de daha müşkül vaziyet- teyiz, Çünkü onlar hiç olmazsa bu kelimelerin az çok uyarlarıma arapçadan alabilirlerdi. Biz bu gün bunu da yapmamak mecbu - | i riyetindeyiz. Açık türkçenin tadı» nı tatmış muharrir bu gün bunu da yapamaz. Hulâsa, asri milletlerdeki me- deni mefhumlardan bir çoğunun i dilimizde ve lügatimizde karşılı « ğı yoktur. b aöl Bir kısmının karşılığı yanlış ya hut terkibi olarak tesbit edilmiş - tir. Bir kısmınınki yeni Türk zev- kinin kabul edemiyeceği koyu a- rapça, acemce kelimelerdir. Bu noksan medeni dünya ile fikir alış verişinde bulunmamıza esaslı bir engel teşkil edecektir. Şimdi bu açığı kapamak için ne yapmalı, Bizde işareti olmi - yan medeni mefhumlara işaret te darik etmek için hangi yoldan yü rümeli. Bazılarmın dediği gibi bunu tabiata mı terketmeli. Dili kendiliğinden tekâmül etmiye mi bırakmalı? Yoksa suurlu bir ça - lışma ile tabiata yardım mı elme- W7 İ Ben hemen söyliyeyim ki şuur- lu bir çalışmanın tabiata çok yar- dım edeceğine ve bize çok za * man kazandıracağına inananlar « danım. Dilimiz canlı bir varlık « tır. O her canlı yapı gibi muhtaç olduğu şeyi kendi yaratır açığını kendiliğinden kapatır. Burası mu hakkak. Kelime azlığı Halkın ruhunda yahut kuvvet- li bir ferdin kafasında tomurcuk» lanan bir fikrin nihayet çatlama- sı, kendini göstermek için mutlak bir işaret yaratması lâzımdır. Bu her dilde daima böyle olmuştur. Netekim en yakın misali de gene kendi dilimizde bulabiliriz. Biraz evvel muharririn dehşet li 'bir kelime müzayekası içinde. bunaldığını söyledim. Fakat şurası da ayni derecede muhakkaktır ki bu müzayeka on beş yirmi sene evvel daha fazla - dır, hele kırk elli sene evvel bu- nun belki iki misli idi. (Devamı 11 inci sayıfada)

Bu sayıdan diğer sayfalar: