Darülfünun meselesi İ darülfünun , ilk bocalama İçtimaiyat, ilk din fikrin; cemiyet hayatmm köklerine kadar götürüyor :| İnsan, yeryüzünde belirinee kendini doğuran tabiattan ürkmiye ve onu kendine benzetmiye başlamış, bu ür- klintü ve benzetme yüzünden bazı hay Yanlara, nebatlara belbağlamış, top- Ta yaşayışın verdiği heyecanla bir nevj kudret taşkınlığı o İlk saf ina - nışları beslemiştir. Bu saf inanışlar içinde bir aralık “Sihir — Büyü, de başgöstermiştir. Nihayet, dinden tü- rTeyen sihir ilme yol açmıştır. Sihirle İlim arasmdaki münasebet de sihirin, hadiseyle illet arasında zarari bir bağlamış bulunmasına dayanmasın - dan çikar. Demekki ilmin temeli olan “muayyeniyet,, le onun da güvendiği umumi illiyet prensibinin ilk tohumu-| nu, ilk inkişaflarını sihirde aramak lâzım gelecek: Zihni hayatın — akıl; dediğimiz — ilk kımıldanışları bir ta- raftan korunma, barınma işlerinde «iverişli âletler yapmıya vararken di- ğer taraftan hadiseyle İlleti sımsıkı birbirine bağlamak yoluna da girmiş oluyor. Dini tasavvurlarm sinesinden kopan sihir, müspet ilim görüşü için! böyle bir çığır açmca artık çok sey - yal olan o tasavvurlarla uyuşmakta devam edemezdi. İşte “İman, la ,a - kil, m kaynaşmasındaki güçlüğü bu başlangıçta aramak lâzrmgelir. Ma - amafikt ilimle din, kendi sahalarında beşerin fikri ve medeni tekâmülüne milvazi olarak inkişaf ederken asır - Tarca sınırları sarahat ve katiyetle) çizememişlerdi. Esasen ikisi de beşeri şuurda yer tuttuğu için ikisinden birinin zaferi kat'ileşmedikçe, başlangıçlarda böyle aşılmaz bir sınırla ayrılmaları bekle- nemezdi de. Bu yüzden iki tarafın ilerleme hareketleri çok defa çarpış» malara sebep olabiliyor, arasıra mü-; tekabll fedakârlıklarla temin olana - bilen muvakkat we ârızi anlaşmalar terakki yerine buhran, gerileme geti-i Tiyordu. Çünkü o türlü #nlaşmaların sonunda ya iman, akla tahakkiim et- miş oluyor, yahut ilim, imanı his ve heyecandan, ahlâki ve bedil cazibele - rinden mahrum bırakarak kendi çer- çevesi dahilinde eritiyordu. Din tarihiyle, ilim, felsefe ve gü-| zel san'atların tarihini bu iki faaliyet! sahası arasında asırlarca devam eden cezrümeddi gösterir, İlim ve din, bes-| lenip serpildikçe bu karşılıkk akım Tar da o nispette kuvvetlendi. Büyük dinler ortaya çıktığı zaman artık a - kıl da, iman da asırlarca süren bu müspet ve menfi temas İdmanları sa- yesinde epeyce bilenmiş bulunuyor » lardır: İlmin taşkın hamlelerinden do- an felsefe de akılla iman arasına bir köprü gibi uzanmış görünüyordu. Fa- kat bu köprü sağlam değildi, çok &- rızalı ve tehlikelerle doluydu. Hri yamlık orta zamanda ilmi ve felsefeyi nüfuzu altına almak, kendi lehine kul- Yanmak istedi; bütün orta zamanı o tehlikeli köprü üzerinde dolaşmakla, bocalamakla geçirdi. İskolâstiğ; do- ğuran bu muhteris teşebbüs; Tik devrin; müteakip şiddetli bir aksi Vimelle karşılandı: Hıristiyanlık bi taraftan kendi içinde inkısama uğru- Yor, diğer taraftan ilim ve felsefe ona karşı bezgin bir tavurla istiklâlini İlân ediyordu. Medeniyet tarihinin, bu büyük a - Kil ve iman macerası kendi seyrini ta. kip ederken, Arabistanda son ve daka Şiddetli bir iman hamlesi başlamıştı: ede islim dini doğuyordu. Bu din, akılla iman arasındaki müzmin Mücadeleye nihayet vermek, bir mü- Salemet, bir anlaşma devri açmak is töyordu. Efsaneci ve puta taprcı din- tesiri altına düşmekten knedini rtaramıyan İuristiyanlık, devamk bir uzlaşma temin edebilecek serbest! düşünce yoluna bir türlü giremediği! İbi ihtiyari bir ayrılmıya da yanas | ışta, Halbuki eski zamanm üç bü- Yük filozofu tarafından kurulan (A - kilerlik Rasyonalizm) mesleği ruh- ları tutuşturmuş; akal, ilmi ve felse» Yesiyle imana karşı genis bir cephe titahilecek © derecede aydmlanmış,! kuvvetlenmişti, İşte bu şartlarm için-! de “rtaya çıkan yeni din, akılla ann ymm A, | Tanzimatı hayriyenin manası, ilk | i arasına kendinden evvel kurulmuş bul duğu eski çürük köprünün yerine bir sağlamını koymak, bir “sıratrmüsta - kim,, yapmak istedi. Bu suretle iman- la aklı samimiyetle barıştırmak, kay: naştırmak “islâm,, m en büyük dava- st oluyordu. Fakat bu dava, gayet mu dıl ve çetindi: Hem imandaki hissi ahlâki ve sirri unsuru muhafaza et mek, hem de aklm hakimiyetini açık. ça ve ısrarla ileriye sürmek lâzımge - liyordu. Bu, bir ağır müvazene miese- lesiydi. Peygamber, büyük ve derin| maneviyetiyle inandığı, güvendiği ve candan bağlandığı ulvi kudrete da» yanarak bu müvazeneyi temine uğraş vw. Bariz mazhariyet ve muvaffakıyet leri, yaşadığı müddetçe, kurduğu di- nji cemaatte akılla iman arasında u- mumiyet itibariyle tahakkuk eden te vazünün delilleridir. “Müvazene,, nin mekanizması da basitti: İslâm dini - nin itikat sahasmda umdesj (tek Al - lah) tır. (Allah) ı akıl ve ilmin de| prensiplerinden biri olan illiyet esa- siyle aramalıdır. Maamafih, o Allah, hasselerin erişemiyeceği en yüksek bir varlıktır. Kuranda akıl kökünden kopan fiiller ısrarla ve hemen elli defa kadar tekrarlanıyor. Onun ile - riye sürdüğü ve muhataplarm: dayan dırmak istediği akıl, daha ziyade a - kılcı filozofların anladığı akla uyar. Kuranda ve hadiste (ihtibarcı — Am-| pirist) filozofların akıl hakkındaki telakkilerini kismen okşıyabilecek ba» zi İşaretler de bulunabilir. Manmafih, akılerlik sarahaten esas tutulduğu ci- hetle (Allah) da kâinatm nizamin!! temin için kendi vazettiği zaruri ve de Zişmez kanunları — ki tabiat kanun-| Jarıdır — sadık olan alim bir kudret tir: Bu kanunların asla değişmiyece-! ği Kuranda açıkça tespit edilmiştir. Bundan başka itikat sahasında melek ahiret gibi aklın tamamiyle hududu haricinde kalan fikirler, (gaybe iman) kaydiyle toptan iman çerçevesj içine, almıştır. Bunlarda akıldan bekleni- len rol, muhal olduklarını iddia et- memekten iabret kalıyor, Amel sahasma gelince: İslâm dini nin rahunda hakikati, amelin, masla- hatm içinde aramak ve imanı, smelle tamamlamak temayülü gamberin hayatı, bug (Maslahatçı — Pragmatist) bir ifade eden bu temayülün misalleri İ doludur. İşte bu temayül yeni dini iman sahasından ahlâk ve onun tim- sali Madeleri olan ibadete, ahlâktan! da hukuka (muamelâta) kadar el müştür. Fakat, itikatta olduğu gibi ahlâkta ve muamelâtta da değişmesi- ne asla açık yol hırakılmıyan hüküm. ler, hassaten prensiplerdir: Ibadette| esas (İhlâs), ahlâkta esas (İhsan ve şefkat), muamelâtta esas da (ada-| let) tir. Bunun böyle olduğunu Kura- nın birden değil, hadiselere ve maslas| hatın icabma göre yirmi üç senede 'n-| miş olması ve bu müddet içinde ba -! zân nesihlere( eski hükümlerin tadili veya değiştirilmesi) lüzum görülmesi! şüpheye yer bırakmıyacak surette an-| latıyor. Şu halde Kurana ve hadise) giren, prensiplerin tatbikine müteal lik bazı ameli hükümler, aklına hitap edilen ve mes'ul tutulan insana bu| prensipler dairesinde maslahata göre I hüküm verebilmek için birer “teşri,| nümunesinden ibaret kalır. Kuranla| hadis mütenahi, hadiseler ve muame- lelerse namütenahj olduğu için daha peyagmber zamanmda o “İçtihat, ve “Kiyas,, a başlanması, içtihatlardaki ittifaktan hâsıl olan “icma üm- met, in de bir memba olarak kabul edilmesi bu anlayışı teyit eder. Hele “İstihsan,, ve “istıslah,, gibi delil yol- ları bu hususta şüpheye asla yer br rakmaz. Hasılı müslümanlık. bütün o yollarla, millete apaçık bir “teşri hak kr,, vermiş oluyor. Amel sahasındaki bu geniş görüş, maslahatm icabmda itikadın özünü teşkil eden Allah fik -| rinin anlaşılışma karşı bile esirgen - memiştir: Peygamber, (Allah) ın se mada olduğunu söyliyen çok iptidai vaziyette kalmış zavallı bir kadını) mümin tanımıştır. Zira bu kadına ders| hal mücerret bir Allah fikri vermiye #mkân yoktu. Mine. Sika ke ei 3 Akılla iman arasındaki bu canlı müvazeneyi yalnız peygamberin — kendinden sonra islâm ellmhuriyeti -| nin riyaset makamını işgal eden — iki muhterem halefi idame edebildi » ler, (Halife Osman) ım son zamanla - mwda mevcut müvazeneyi sarsmıya| aşlıyan menfi cereyan, (Ali) zama - nında haricilerle siyasi — dini br tef.| rika halinde inkişaf etti. Bu, imanla| akıl arasında şiddetli bir mücadele « nin başlangıcıydı, | Hicretin birinei asrı sonlarında (Kader) meselesi imanla akıl arasın- daki nizar tamamiyle açığa vurmuş| oldu. İ Kaderciler (Kul, kendi işini kendi! yaratır; fiinin hâlikidir) diyorlar, | bu mesleğe mukabil türeyen Cebirci- ler de beşeri ihtiyar ve kudreti ta « mamiyle inkâr ediyorlardı. Bundan başka Kaderci olan mutezile mezhebi iyi ve kötüde aklı hâkim tanıyordu. Her iki taraf, bir cihetten akla güve nirken, diğer cihetten dinin ana mem- balarmdan da kendi lehlerinde nakli deliller bulabiliyorlardı. Müvazene - nin sirri ortadan kaybolduğu için ba| deliller, görünüş itibariyle her iki tas rafı da haklı çikarabilecek mahiyet -| teydi: Mesele, medreseye düşmüş, müslümanlık da bir çıkmaza doğru) yol almıya başlamıştı. Yunan felsefesiyle temas, bu vazı -| yete daha had bir şekil verdi: Eski! medeniyetlerin enkazı üzerine kuzu lan yeni İslâmi medeniyetten doğan ilmi ve felsefi inkişaflar; iskolastik zihniyete düşmekten tamamiyle kur- tulamamış olmakla beraber akılerlı -| ğı hakimiyetini arttırmış, imancılığı; namzet Muhittin Sebatiyi aramızdan söntik bir hale (getirmişti, (Filozof İbni rüştün dinle felsefe arasında ye ni bir müvazene bülmeak icin meri tiği gayretler yalnız din ve felsefe tar) rihinde kendisine yilksek bir mevli temin etmekle kaldı. Zamanmmn mü tefekkirleri onu kavrıyamadılar bile. ©). Akslerlek, İmamı âzamla amel sa; hasında da geniş bir meydan bulmuş- tu. Diğer taraftan başlangıcında bu! salgın dinci akılcıhğa müvazi, sonras larr ona karşı bir aksiilâmel şeklinde olarak (tasavvuf) ta yol alıyordu. E- sasen Taziletkârlıkla ve zahitlikle baş.| liyan tasavvuf; (tek varirk — vahdeti ' vücut) akidesini benimsedikten ve ak- ln yerine (keşfi) koyduktan sonra artık dini akıcılığa karşı açık bir cep- he almış oluyordu: Tasavvufçular akla dayanan dini bilgiye (zahiri, me- cazi ilim) diyorlar, kendi bilgilerine de (batıni ilim) namını veriyorlardı Bir tasavrufçuya göre: aklı, imanı huzurunda kurban etmeliydi. (**9). Bu gidiş, şuna müncer oldu: Ku. rülan medeniyet uzun müddet yaşıyas madı, Tamamiyle akim gölgesi altma sığrımış görünen medrese itikadı, hü- tün ahlâki ve hissi eazibelerden mah- rum kaldı. Buna mukabil akıl da hür- riyet ve istiklâline sahip olamıyordu. İmanı, tasavvufçular; aklr da akılcı dinciler benimsiyorlardı. Akılla iman arasmda mütereddit yürüyen dini hu- kuk da imbisat ve intibak kabiliyetini süratle kaybetti. Siyasi âmillerin in - zimamiyle, akılcılığa nefes aldıran iç tihat kapısı da kapanırermişti. Bu suretle hukuk sahasmda da 2- | kıl, durdurulmuş atalete uğratılmış oluyordu. Bu karışıklıktan en çok z1- rar gören ahlâk oldu. Zira, (İçtihat) ehliyetini de kaybettiği halde gene dünya işlerine karışmaktan vazgeç - miyen medrese, politikacılık yüzün » den ahlâkiyetten çok uzaklaştığı gibil (tasavvuf) tan doğan tarikatler de aynı âkıbete düşmüş, muhtelif siya -! set maceralarma âlet ola ola'tam bir) tereddiye uğramıştı. İşte tanzimatçılık, Garp medeniyes tinin üstünlüğünü bir kaç asır süren dalgınlıktan sonra ilmi temaslarla de Zil, askeri hezimetlerle ve güçlükle kavrıyabilen bir cemiyet içinde — ha- le kadar dayanan ve istikbali tehdit eden — böyle bozgun ve yorgun bir mazinin tasfiyesine girişiyordu. Akıl -! la imanı, politika sahasına ulaştırmak için heder edilen emeklerle bu yüz - den düşülmüş kaba muka)litliğin ver. | Bu iki şık, birbirinden kötü ve tehli- —— — 5 — VAKIT 10 MART 1932 eee Acı bir ölüm Heykeltraş Muhittin Sebati Beyi kaybettik Merhumun eserlerinden : Mimar Sinan heykeli Verem, yarınki Türkiyenin en bü - yük heykeltraşlarmdan birisi olmıya dün alıp götürmüş bulunuyor. San'at hareketlerine henüz gözünü ve kulağını açmıya vakit bulamamış, gündelik hayâtla uğraştığı içim bir; diği acı neticeler meydandaydı. Kay- bedilecek vaktimiz de yoktu, . İlimle dinin sınırları açıkça ve samimiyetle tayin edilmeli; her şeyden evvel, bun- larm arasındaki kavga yüzünden bil»; hassa mütefekkir sınıflarda bozulun ahlâk, kurtarılmalıydı. Darülfünu - nun tesisinde ve yeni maarif sistemi - nin tatbikinde bu anlayışın kendini göstermesi beklenirdi. Böyle olmadı: Medrese, eski ruhu ve sistemiyle, bir biriyle kaynaşamamış bir akıl ve iman la olduğu noktada bırakıldı Bu tasfiye işi için temel taşı olma- si lâzım gelen Darülfünunsa Medre- sel İlmiyei Osmaniye niyetine açılı - vor, daha ilk adrmlarmda akıl ve iman bahsinde ne yap nak istediğini bilmiyor, yahut bilmez görünüyordu. keli şeylerdi, Birincisi cehlin tahak- kümü, ikincisi ilme riyanın sokulması demekti. Fakat bunlarm ikisi de — eskisini andıran kaba bir mukallitlik-| le de süslenerek — yürüdü. Mecelle| ile o sırada Arvupadan alınan kanur-) Tar bu şaşkınlığın hukuk sahasındaki| nümuneleridir, Bu yüzden karışıklık,! bilhassa ahlâki bozgun O karanlık ve| korkunç şartlar içinde devam etti ve| bundan “Aptülhamit devri, doğdu. Bu devir, yeni zamanm icaplarma &öz yumarak, “sadık teban,, ve “bendeler,, istiyordu. Memurlar her şeyden evvel sadık ve ... bende olmalıydı, Mektep de ona göre işlemeliydi. Medrese, bir) taraftan orta zamanı yaşamakta de- vam ederken mektep de bütün derece- leriyle bu maksada uydurulmak iste nildi ve maarifimiz, çok aci ve o nis- pette korkunç bir maceraya sürüklen di: Şaşkınlıkla yeni bir çıkmaza gir - miş olan “Devleti ebetmilddet,, için sa | dık memurlar yetiştirmek isteniliyor. du!. A.N.A (9) İline; makale (VAKIT) in 25| şubat 932 tarihli nüshasında. ki (99) Ibnirüştün felsefeyle islâm) dini arasındaki münasebetleri tetkik! ve tenkit eden kıymetli eseri Arapça | dan düimize tercüme olunmuştur. | (9*9) Akalla ahlâk ve İnanın mü -| masebeti meselesinde sıkışıp kalan fi- /oz0f Katın da bunu andıran meşhur) bir sörü vardır, nz da zevk, kafa ve refah işi olan san'atı yâpanları az tanıyan halka Muhittin Sebtinin kim olduğunu tan talim. Muhittin Sebati, akademisinden çıkarak hükümet ta rafından Pariste i tamamla « mıva gönderilmişti. Orada son asrm şlarından olan ve Güzel san'atlar en büyük heykelt geçenlerde, ölümü, bütün (dünyada bir hâdise (teşkil eden heykeltraş “Bourdelle,, den ders almıya başla - miş, aynı zamanda, Fi Albert Laurens'in le de resme çü sam ntölye lışmıştı, Muhittin Sehati için, Bourdelle, pek takdirkâr sözler söylerdi, ve, Ses batinin bütün arkadaşları, o onam, vect içinde, adeta ibadet eder gibi çalışışmı bir san'atkâr kıskançlığı ve içinde görürlerdi. Esasen, Muhittin Sebatinin Pariste, ve İstan- bulla Ankaradak; (Müstakiller) ser - gilerinde teşhir ettiği eserleri, her « keşin takdirini kazanırdı. Hotta, müs takillerin son sergisinde hasta olan Muhittin Sebatinin eserlerin; arkadaş Tarı sergiye getirmişti. o Sergiyi ge zen ve Paris san'at muhitinde de, € serlerile nazarı dikkati eelbeden İn « giltere sefiresi Ledy Clark: — Böyle kıymette san'alkârlarınız varken, demişti, ne diye Kanonika, Kripellere âbide yaptırırsınız? Muhittin Sebati Avrupadan dön « dükten sonra Güzel Sana'tlar akade- misine muallim muavini olmuştu, Fa » aliyetini sadece ders vermiye inhisar ettirmiyen bu genç ve çek kıymetli istidat omütemndiyen çalışıyordu. (VAKIT) onim eserlerinden birçok « Tarmın resimlerini neşretmisti. Mu - hittin Sebati bu meyanda hir de 16 mart abidesi) ile (Mimar Sinan) pro jesini yapmıştı. Fakat dalma lâkaydi ve nevmidile karştlaşmış olan bu çok içli ve zayrf genç hastalanmakta ge « cikmedi, bu yaz Görlepede, bir ar « kadaşmın yanmda yattı. Muhittin Se bati verem olmuştu. Burada onun bir tablosundan bali sedeceğim. Bu tablo “Karşıki ev,, is mini taşıyan bir tabloydu ve Beyoğ « Tunda açılan geçen seneki müstakil « Jer sergisinde teşhir edilmişti Bu tabloda öyle bir meraret, öyle derin bir anlayış, öyle bir şiriyet vardı ki, bir tedai bana. Ahmet Haşimin (Göl saatleri) ndeki (Ev) ini hatırlattı, «0 Muhittin Sebaliyi teessürün per delediği gözlerle ancak bu kadar am latabiliyorum. Omum hastalığı şu seye ri takip etti: Yazm hastalandı. Sonbahara doğ- ru Heybeli sanatoryomuna gönderil « lebildi. Fakat çok ağırdı. Gureba hası tanesine kaldırıldı, on gün evvel de nakledilmiş olduğu Haydarpaşa has tanesinde dün öldü. Garip tesadüf, on sene övvel aym hastanede, Muhittin Sebatinin mek- | tep ve sınıf arkadaşı ölmüştü. Bügün, sant dokü Muhittin Ses bati, on vrel ölmüş ve kimsesiz olduğu icin hastanenin yakınında bir yere gömülmüş olan Sabihin mezart yanıma gömülüverecek. Ölümün iki istidadı yan yana ya tıracağı mezarlığın ismi yok. Ben ona “Metruk san'atkirlar,, mezarlığı di - yeceğim. Allah Muhittin Sebatiye rahmet eylesin, Fikret Adil Lunaparktan sonra Flurya plâjı Taksim bahçesinde bir lüna- park yapmak istiyen ve bu hu- sustaki müzakeratta belediyeyle iyice anlaşmıya muvaffak olan Macar grupu Flurya plâjlarını da belediyeden alıp işletmek is- temektedir. Belediye Muhittin beyin Ankaradan avdetinden son- ra bu meseleyi de nazarı dikka- te alacaktır. Macar grupu reiside sarih teklifler için hazırlanmak üzere memleketine gitmiştir.