14 Eylül 1938 Tarihli Ulus Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—— MMM — 14-9- 1938 Üürünenü Strotosfer'e yeni bir balon uçacak 28.000 metre yükseklikte başka bir dünya var! Doktor Markiyeviç diyor ki: Gökyüzü siyahlır, arz funç renkte bir daire halindedir, sıcaklık sıfırın allında 60 derecedir. Tazyik sekiz milimetredir ir kaç hafta sonra Polonya'- B nın Zakopan şehri civarında- ki Tatri dağının bir vadisinden mu- azzam bir balon havalanacaktır. Bu balonun mihver uzunluğu 120 met- redir. İçine 124.000 metre mikâbı ha- va almaktadır. Balona “Polonya yıl- dızı” ismi verilmiştir. Balonda iki kişi bulunacaktır. Birisi doktor Yod ko Markiyeviç, diğeri Burzinski"- dir. Bu meşhur doktor havanın en yüksek tabakası olan stratosfer ta- bakasına çıkacak, orada mühim me- teorolojik tecrübeler yapacaktır. Balonun sepeti aleminyüm ile mağnezyüm halitası olan hususi bir madenden imal edilmiş ve hakiki bir lâboratuvar halini almıştır. Bu se- pette havanın ısı derecesini, dahili atmosfer tazyikini, stratosferde ce- reyanları ve harici tazyiki ölçmeğe mahsus bir çok âletler bulunuyor. Bunlardan başka kozmik ziyaların fotoğrafilerini kaydetmek için di- ğer âletler de mevcuttur ki bunlar ilmi bir araştırmada büyük fayda- lar temin edecektir. *“Polonya yıldızı” hidrojenle dol- durulacak ve fevkalâde hafif olacak- tır. Polonya havacılarının kanaatle- rine göre, doktor Yodko bu balonla bütün irtifa rekorlarını, hele ameri- kan pilotu Stevens'in 22.000 metre irtifada tesis ettiği rekoru kırmağa çalışacaktır. P olonyalı pilotun bu yeni te- şebbüsü bütün dünya hava- cılık âleminde büyük bir alâka ve merakla beklenmektedir. Amerikan pilotu bu yükselme esnasında şah- sen hazır bulunacaktır. Belçikalı profesör Pikar da davet edilmiştir. Fakat profesörün bu dayete icabet “dir. Çinki' Protesör Pikar, kendi — plânlarından istifade ettiklerinden dolayı Polonya pilotlarını itham et- mekte idi. Fakat polonya pilotları bu büyük teşebbüsün mutlaka muvaffa- kiyetle neticeleneceğine ve yer yü - zünden 28.000 metre yüksekliğe çı- - kacaklarına kanidir. Pekâlâ bu kadar yükseldikten sonra ne görülecek, ne gibi ilmi araştırmalar yapılacak, bu ka- dar yükselmeğe sebep nedir? Diye doktor Markiyeviç'e sormuş- lar. Doktor demiş ki: — İnsan 28.000 metreye yüksel - dikten sonra bam başka bir dünyaya girmiş olur. Orada gök yüzü siyah- tır. Güneş, ay ve yıldızların hepsi »birden görünür. Arz tunç renginde pek azametli bir daire halinde görü- lür. Sıcaklık derecesi sıfırın altın- da 60 1 gösterir. Balon sepetinin içi ise sıcaktır. O kadar sıcak olacaktır ki nefes almakta bile güçlük çeke- ceğiz. Bu kadar sıcak olmasının se- bebi, güneş ışığı stratosferde eşyayı çok ısıtır. İşte onun içindir ki biz de sıcaklığı muhafaza edebilmek i- çin yanımıza bir çok âletler alaca- ğız. Stratosferik tazyik sekiz mili- metre olacaktır. Bu demektir ki eğer canlı bir mah- lük stratosfer içine tesadüfen düşşe derhal patlıyacaktır. Buna da sebep dahili ve harici tazyiklerin ayrılığı- diır, Eğer balonun sepetinde küçük bir delik açılacak olursa iki üç dakika geçmeden dahili tazyik sebebiyle parça parça oluruz. Bu kadar yük- seklikte kurtulma çaresi de yoktur. Eğer düşecek olursak tâ 6.000 metre irtifaa kadar beklememiz lâzımdır. Ancak o zaman sepeti açarak para- şütle aşağıya atlayabiliriz. mit ettiğimiz irtifaa çıkacak olursak artık önümüzde ge- niş bir faaliyet sahası bulacağız. E- velâ kozmik ziyaları tetkik etmek is- tiyoruz. Bu ziyaların biyolojik ha- yat üzerinde çok tesiri vardır. Son- ra stratosfer haddizatında meteoro- loji esrarı taşımaktadır. Bund YŞT sonra st i cereyanları tetkik edeceğiz. Stra- tosfer içinde havadan münakale ve irtibat imkânlarını araştırmak isti- yoruz. Yaptığımız hesaplara naza- ran stratosfer içinde irtibat imkân- ları mevcut değildir. Bugün tayya- relerin 18.000 metre irtifaa çıkabile- cekleri tespit edilmiştir. Fakat tay- yareler 30.000 metre yükseldiği tak- dirde süratleri saatte 800 ile 1.000 kilometre arasında olacaktır. Lulua”; .a gidan —a Nuremberg'de Prağda Südetler'de üçük Avrupa'mızda herkes çılgın değildir. la- K giliz matbuatını okurken kendi kendime bunu söylüyorum. Bir' çok ingilizler bir Avrupa harbının Avrupa'nın sonu olacağını hissediyorlar. İşçi lideri B. Herbert Morrison, bunu açıkça tebarüz ettiriyor, Star gazetesinde yazdığı şu satırlarla hangi uçuruma düşmek tehlik maruz bulunduğ açıkça göstriyor : “Felâketten hepimizin hissesi olacaktır. Zaferin bahası öylesine olacaktır ki galip aynı zamanda mağ- lup olacaktır.” Zafer imkânsızdır. Prag'da bu düşünülüyor mu? Südetler de bunu düşünüyorlar mı? Nuremberg'de bu düşünülüyor mu? Her halde Londra'da bu düşü - nülüyor. Londra biliyor ki Çekoslovakya — vatandaşlarından 3.200.000 ini icabında Almanya'ya karşı bir harbe git- mekten imtina edecek ve daha şimdiden Almanya'- nınkine muhalif yabancı bir politikayı kabul etmek is- temiyen almanlar teşkil eder. Bu bir vakıadır. Bu almanların vücuda getirdiği topluluk €n az kültürel ve idari istiklâlini, diğer bir tabirle muhtariyetini ve üçüncü Rayh'a karşı madde- ten ve manen mücadele etmemek hakkını istiyor. Bunların karşısında, yalnız onların değil, fakat ay- nı zamanda macarların, slovakların, rütenlerin ve polonyalıların muhtariyet talebleriyle karşılaşan çek- ler, asırlarca sürmüş bir esaret bahasına pek bahalıya maledilmiş istiklâllerinin muhafazasını, ve 1919 da kurulmuş olan Çekoslovakya devletinin idamesini is- tiyorlar. Ü aymis gazetesi “bir merkezi hükümetin, dış iş- T ler, milli müdafaa ve maliye işlerinin idaresi- ni elinden” bıraktığı takdirde ismine lâyik olmaktan çıkacağına” işaret ettikten sonra, çeklere şu cevabı veriyor: “Südet almanları, çekoslovak hükümetinin kendi- lerini cumhuriyet içinde rahat hissetmediklerine hük- metmek lâzımgelir. Bu takdirde, Çekoslovakya hükü- meti için, bazı mahfillerin düşüncesi mucibince, ya- bancı ismine lâyik olan ve ırkça bağlı olduğu mille- tin hududunda yaşıyan südet halkının ayrılması su- retiyle Çekoslovakya'yı daha mütecanis bir devlet yapmak projesini reddetmenin doğru olup olmıyaca- ğını yeniden mütalea etmek zahmetine değer olacak- tır. Zafer imkânsızdır Böyle düşünülüyor mu Her halde Londra'da bu böyle düşünülüyor — Günün politik meseleleri Yazan: Piyer Dominik unsur olmalı görünmektedir ve Çekoslovakya'nın da- ha mütecanis bir devlet olmak suretiyle temin ede - ceği avantajların südetler mıntakasının kaybedilme- sinin teşkil edeceği aşikâr zarardan üstün olduğuna hükm-tmek kabil olabilir.” Gerçi aynı akşam, Lö Tan'ın hususi muhabiri, Londra'dan telefon ediyor- du: “Salâhiyettar mahfillerde Bohemya hududunun re- vizyonunu tavsiye eden Taymis'in baş makalesi kati surette tenkit edilmektedir. Böyle bir fikir hüküme- tin düşü i iyle yab dır.” abit salâhiyetli mahfiller başka türlü söyliye- mezlerdi, fakat burada işaret etmemize müsa- ade edilsin ki Taymis gazetesi, kamoyun ehemiyetli bir kısmından daha fazlasını temsil eder; onun dün- kü mütaleası, ne kadar, kabaca ifade edilmiş olursa olsun, Çekoslovakya'nın bugünkü şekliyle yaşıyabil- mesi değil (yirmi sene yaşamıştır), fakat südet al- manlarını muhafaza etmek istediği takdirde, Avrupa ittifakları içinde yer alan müttehit bir devlet halinde kalamaması endişesini dürüst bir şekilde ifade et- mekten başka bir şey yapmıyor. Her halde, bu fikirde olan ve Taymis'in düşünce- lerine tercüman olduğu ingilizler, sulh muahedesinin 86 ıncı maddesini hatırlamaktadırlar. Bu maddeyle Çekoslovakya hükümeti “Nüfusun ekseriyetinden, ırkça, dilce ve dince farklı olan halkın menfaatlerini himaye etmeyi” taahhüt etmişti. t Bahsettiğim: ve mikdarları sanıldığından çok daha kalabalık olan ingilizler, Çekoslovakya hükümeti fe- deral olsa ve mahir bir bitaraflık muhafaza etmiş bu- lunsaydı vaziyetinin bugünkü çıkmaza girmiyeceği düşüncesindedirler. Taymis'in makalesi, — inkıtar istiyenlerin gayret- lerine rağmen — federalizm ve bitaraflık fikrinin, c F ÜMA a AYY SAA & Her halde, bu halkın _arzuları. kati umula- & ğ olması Ââ, yarın, almanlardan başkaları tarafımdan açıkça for - İGün İçinl — Sinirlenmiyelim ! Bir arkadaş: “Ne sinirlisin!” — di- yordu. Dünkü şikâyetlerimi bu sü- tunda okumuş olduğunu anladım. Fa- kat sinirlenmemek kabil mi? Çocukluktan çıkmıya başladığımız günlerden beri şahidi olduğumuz hâ- diseler arasında hepimizi birden müte- essir etmiş olan bir kaçını hatırlıya- hım: Gözlerimizi Balkan muharebe- sinin barut dumanları içinde açtık, di- yebiliriz. Trablus harbı uzak velvele - leri ve yakm acılariyle onu takip etti. Ufukta belirdiğini gördüğümüz yalan- ci fecirle avunmıya vakit kalmadan 1914 - 1918 gecesinin kâbusuna yaka- landık. Cephedi pheye dol. çar- pışırken başımıza veya kalbimize na - sılsa rastlamamış olan kurşun, yolunu şaşırmış — olsaydı, yaşadıkca görüp işittiğimiz faciaların ruhlarımıza akıt- mış olduğu zehirlere nisbetle, olsa ol- sa, dürüşt bir elin kaba okşayıcılığı ile mukadder tesirini yapar, ve elemleri - miz böylece dinmiş olurdu. İstiklâl muharebeleri! Yalnız o günlerde asabi leğildik. Sinirlerimiz o günlerde çelik- leşti. O günler sayesinde huzur ve sü- küna kavuştuk. Fakat dünyanın ıstıra- bı bitti mi, tükendi mi? Lozan son sulhtur, Ancak, 1923 den 1938 e ka- dar on beş senede cihan hangi gün ra- hat yaşadı? Gizli cephelerde devam e- den sinsi mücadelelerin muharebeye benzemiyen tarafı ancak - topsuzluğu ve tüfeksizliği değil midir? Lâkin, İs- panya'da ve Çin'de altı yüz milyon insan boğaz boğazadır. Avrupa'da si- lâh altında harba hazır bulunan ku - vetleri birkaç milyondan aşağı hesap edebilir miyiz? Harp! Harp! Harp! Sinirlerimizi harap eden yalnız harp korkusu da de- gildir; istikrarsızlık kaygısıdır. Yarı - nın ne olacağını tahmine çalışırken et- rafını karanlık görmek hangi insana gönül ferahı verir? Son on beş yılı bu tedirgenlik içinde yaşadık. Sinirleri - miz bundan dolayı daima gergin ve daima yorgundur. Virjil: “Köylüler ne kadar mesut olduklarını — bilselerdi!” dermiş, O Amerikan filosu Amerika'nın Kaliforniya sahille- rindeki San Diago'dan içinde 119 su- bay ve mürettebat bulunan 17 tayya- re birden havalanmış, Havai adaları- na doğru uçmuştur. Burilar 1.000 bey- gir kuvetinde deniz keşif ve bombar- dıman tayyareleridir. Havai adala - rımın merkezi olan Honolulu şehri San Diago'dan 4.100 kilometre mesa- fededir. Büyük Okyanus üzerinde u- çan bu tayyareler yeni bir tiptir. Bunlardan 228 tane yapılmıştır. Yal - nız bu uçuş, bu tayyareler için ilk u- çuş değildir. Bu adalara gerek doğru- dan doğruya, gerek Panama üzerin - den bir kaç senedenberi müteaddit u- çuşlar yapılmış ve hiç bir arıza ol - mamıştır. Bir kere 12, ikinci defa da 15 tayyare olarak uçan bu filolar, hâ- lâ 5.280 kilometre mesafede rekoru ellerinde tutmaktadırlar. y SER SS Yazan: Alfred Maşar serin hücumu onu eskisinden daha tedbirli davranmıya sevkediyor. Hal- buki, o zamandanberi bir daha tehli- keli bir vaziyetle karşrlaşmış değil - dir, Yalnız bir seferinde, yolun orta- sında nazlı edalarla kıvrılan bir yıla- ha rastlamış, fakat hayvan kendisini görünce kaçmıştı. 'Tam suya doğru inen yokuşun ba- Şına gelirken şüpheli bir gürültü dik- katini çekti. Durdu ve yüzünün bü- tün hatları gerilerek ileri doğru e - ğildi. z65 A Kararsız bir vaziyette pusuda bek- liyor. Ansızın, hayretle irkiliyor. Sazların üstünde bem beyaz bir in- san elinin yükseldiğini görmüştür. Bunu derhal tanımıştır. Kadmın eli, Demek ki casus kaçmamış... Hal - buki o neler tahayyül etmişti. Bir avcı kurnazlığiyle, ayağının al- tında otları çıtırdatmamaya ihtimam ederek suyun etrafını dolanıyor.- Şimdi, hareketsiz durmuştur... i Bir insanda 800.000 kibriflik fosfor vardır İlim, ilim adamlarının durup din- lenmek bilmeden çalışmaları sayesin- de günden güne ilerlemekte, her gün akıllara hayret veren yeni yeni şeyler bulunmaktadır. Bugün hiç kimse il- min imkânsızlığı mümkün kılan kud- retini inkâr edemez. Şimdi size biri, — Bir insan kaç kibrit değerinde- dir? Diye sorsa, bu sual biraz garibinize gider değil mi? Halbuki bu mantık- sız gibi görünen suale bugün ilim cevap veriyor. Alimler insan vücu - dunu tetkik ederek, ihtiva ettiği fos- for mikdarını hesaplamışlar, Bir in- sanda 800.000 kibrit başına yetecek dının ıslak derisi üzerinde güneşin a- kisleri parıldıyor ve' bu ışıktan göm - lek vücudunun şekillerini idealleştiri- yor. Kadın bir kaç adım atarak sahile yaklaşıyor. : Su, bir tül gibi üzerinden düşerek, yavaş yavaş vücudunun daha mahrem güzelliklerini meydana çıkarıyor. Kadın bir lâhza daha duruyor, adale- li karnına elması andıran su damla- larını çarpryor, sonra, bir hamlede ka- raya sıçrıyor. Afif bir şekilde ıslak tenine güneşi giyinmiş bir kadın vücudu. Vidal, şimdi karşısında bu vücudu gırıl çıplak görüyor. - i Makinistin mavi iş kostümü altında bu kadar kadınca yuvarlaklıklar bulu- nacağını hakikaten hatırına getire- mezdi. Ant bir mah biyetten, izzetinefsin Gürültü, sahilin karşı yanından, şu | Suların, feyezan da kum -| şahl dan ve kinin canlanma - Saz kümelerinden birinin y dan | luk inde & ş olduğu bir nevi mürekkep acı bir his Vidal'i Belmiştir. tabif havuzda kadın yıkanmaktadır. | kaplıyor. Kendisini böyle karşıdan Her halde bu, su içmiye hazırla - han bir canavar olmalı. Şüphe yok! İşte zaman zaman su- lar kımıldıyor ve serpiliyor. İhtiyatlı davranarak geri mi git - melidir, yoksa hayvanın nevini öğ - Tenmiye mi çalışmalıdır? Bu defa ya- nında kâfi mikdarda kuüurşun bulun- duğundan fazla korkmıya mahal yok. Ani bir baskın vererek tehlikeli bir kömşudan kurtulmak hiç de fena ol- :myıcak... KF BÜ y) N Vidal hemen farkediyor ki kadın kum zemine iki çatal ağızlı kazık kak- mış ve bunların üzerine makineli ta - bancayı yerleştirmiştir. Böylece, elini uzatarak bir lâhzada silâhın: alması mümkündür. Beline kadar suya gömülmüş oldu- ğu için yalnız vücudunun Üüst kısmı Meünem a diz Va gör 4 ları, sırtı, kör - l bir Hncadi seyrederken görmesini istemiyor. Bil- hassa ona hayranlıkla baktığını ve ar- zu duyduğunu sanmasını hiç istemi - yor. Onun belki bu yüzden gösterece- ği hiddet kendisine karşı en ağır bir hakaret olacaktır. Kendisine gelince... Onun kendi üzerinde bir cazibesi ol- masına imkân var midır? Bu kadın gü- zel olsa bile, onun gözleri bu güzelliği ĞAY h pe göğsü, mül ptedir. Yapraklar arasından güneş yeşil su- ya yaldızdan mızraklar saplıyor. Ka - g HTin LAf ad Hayır, onu görmek istemiyor. Tahrik edici şekliyle bu kadın vücudu öonun umu- Mısır'daki yıkmak istemişler ehramları 'Geçenlerde Mısır'da ehramların yı- kılmasına ait plânlar meydana çık - mıştır. Bu plânlara göre, Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali, Mısır'ı imar ederken, Nil'in muntazam feye- zanlarından istifade etmeği, feyezan zamanlarında suların — tahribatına meydan vermemek için büyük bir ba- raj yaptırmağı kararlaştıtmıştır. Fa - kat baraj için lâzım olan taşı bulmak büyük bir mesele haline gelmiştir. Mehmet Ali işi uzatmaktansa hemen ehramlardan en büyüğünü yıktırmak istemiştir. Fakat mühendisler buna mani olmuşlardır. kadar fosfor bulunduğunu tespit et - mişlerdir. runda bile değildir. Onu istihfaf edi- yor. Nazarında o bir kadwı bile değil- dir. Sadece bir düşmandır. O zaman Vidal, geldiği gibi, gürül- tü etmemiye çalışarak sessizce çeki- liyor. ğğ 'Tekrar orman içindeki yola döne - rek, yokuştan her zaman su aldığı ye- re iniyor. O da mı yıkanacak? n Bu düşünce aklına geliyor, fakat şu- üÂrlu ihtiyatkârlığı onu bu arzudan vaz geçiriyor. Kadın, yıkanmak için, asıl suyle küçük bir kanalla irtibatr olan muhafazalı ve etrafı tarassut etmesi kolay bir havuzdan istifade ediyor. Bir kaç gün evel bu civarı keşfe çık- tığı zaman yıkanmak için aynı yerden istifadeyi neden akıl etmemiş oldu - ğuna kızıyor. Yarın, kadın ağaçta işiy- le uğraşırken gizlice oraya gidecektir. Şimdilik bir duşla iktifa edecek. Lâstik kabı suyla dolduruyor. Ve o da soyunüyor. Kadın, geri dönerken kendisini çıp- lak görecek midir? Bunu temenni ederdi. Nasıl kendisi onu güzel bulmaktan menedememişse, onun da kendi atlet vücudunu, gürbüz adalelerini görme - sini istiyor. Bu, erkek gururunu okşa - maktan ziyade duyduğu hissin aynını ona da duyurtmak istemesindendir. Çünkü biliyor ki bu yeşil ve yaldız dekorun ortasında çıplak ve ışıltılı er- Dağ dağa kavuşmaz kıta kıtaya kavuşur: Avrupa'da nüfus 1.000 senede 470 milyon çoğalmıştır. Aklıevel bir al- man mütehassısı nüfus çokluğuna şu çareyi düşünmüştür: Afrika'yı Avrupa'yla birleştirerek ona değer kazandırmak lâzımdır. Af- rika'nın Avrupa'yla birleş yle At- Evelki gün iki ara - bacıyı kan revan içinde gördüm. Dün iki köylüyü bir üçüncüsü zor ayırdı: Sinirli idiler. Fakat, sinirlenmiyelim! Dünyanın tek parolası bugün bu olabilir: Sinir- lenmiyelim! Yüzü sararmış, elleri tit- rek, burnundan soluyan kimi görür - sek - tekrarlıyalım: - Sinirlenmeyiniz! Kendi kendine sükünet telkini iyi bir usuldür: Sinirlenmiyeyim, sinirlenme, lantrop denen kıta teşekkül edecek - tir. Bunu temin etmek için mühen- dis şu noktadan hareket etmeği dü - şünüyor: — Cebelüttarık boğazı büyük bir barajla kapatılacaktır. Boğaz kapa - nınca Akdeniz'in seviyesi 200 metre inecektir. Sular 200 metre çekildik - tensonra Avrupa'dan 500.000 ve Af - rika'dan Z.W0.0PO kilometre murabbar arazi meydana çıkacaktır. Fakat alman mühendisi işe bura - dan başlamak fikrinde değildir. Ona nazaran Afrika'nın Avrupa gibi fe - kek vücudu, bütün uzun zaman kadı- nın zihninden çıkmıyacaktır. Karabinasını yanında yere atmıştır. Yere bırakmış değil atmıştır. Sırf gü- rültü yıkananı kadının dikkatini çek- sin diye, Şimdi, o da çıplaktır... Hakikaten de, Afrika güneşinin tunçlaştırmış olduğu erkek yüziyle, geriye atılmış siyah saçlarının parlak ve koyu yığıniyle, ve sporla uğraşmış ahenkli vücudiyle, bu bakir orman de- koru içinde, acaip bir cennetin genç bir tanrısını andırmaktadır. Eğer kadın onu bu haliyle görse, ü- zerinde tesir yapmaktan hali kalmıya- caktır. Fakat acaba görüyor mu? Farkettirmemeye çalışarak, karşı - sında kumluk sahile arada bir bakma- sına rağmen, sazların üstünde gözetli- yen insan gözlerine benzer bir şey gö- remiyor. Fakat belki de, demin kendisinin yaptığı gibi kadın gizlenmiştir... Han- gi tarafta gizlendiğini öğrenmeyi ne kadar isterdi. O zaman hareket halin- deki adalelerinin tesirli manzarasını ona göstermek fırsatını bulacaktı. Onun için, taşarcasına doldurduğu kabı, başına doğru büyük bir yavaşlık- la kaldırryor. Kolları yukarıda ağırlı- ğın altında gerilmiş, karnı içeri çekil- miş, göğsü gergin, serin suyu birden bire üstüne boşaltıyor. Bu su âdeta bir okşayış gibi tatlı- dir. yiNİZ, sinir - lenmesinler! — N. Baydar yizli bir kıta olabilmesi için, Büyük sahra'ya yağmur düşmesi lâzımdır. Ötedenberi sahranın dikkati celbeden bir hususiyeti vardır ki, o da şudur: Sahra toprağına yağmur düşer düş - mez otlar derhal fışkırır. Afrika'nın bu bölgesine yağmur yağdırmak im- kânı elde edildiği gün, sahra'nın hü- muslu toprağı bereket saçacaktır. Dünya ancak bu suretle buhrandan kurtulabilecektir. M GÖKLERİN CASUSU Acaba kadın kendisini gördü mü? üK Ş Vidal geri dönünce kadını, ağacın altında, ocağın önünde yere yatmış, a- teşi canlandırmıya çalışırken buldu. Kadın bu gelişe ehemiyet vermez gö- rünüyordu .Fakat o, biraz geride dur- muş, kadını örten elbiseler altında bi- raz evel gözlerinin seyretmiş olduğu şekilleri tahmine çalışıyor. Kendine rağmen... Bu zâafından birden bire kızarak kısaca haykırdı: — Karanlık basmadan meliyim! Ve ip merdivene koşuyor. Kadın cevap vermemiştir. Mühendis ağaca çıkıyor. Bir müddet geçiyor. Kadın, şimdi, canlanmış ve üstünde asılı et parçasını pişiren ateşi kuru dal parçalariyle besliyor. Yukarıda erkeğin destereyle tahta- ları biçtiğini, dalları hızla kırdığını işitiyor. Ne kadar hararetle çalışıyor! Fakat o bunun farkında mıdır?.. Şimdi, çenesi avuçlarında, dirsekle- ri toprağa dayalı, düşünceli duruyor.. Tahayyül mü ediyor? Kimi? Neyi? işimi bitir- dakeak Alevler şimdi çatırdıyan eti yalı - yorlar. Dalgin kadın dikkat etmezse, ilk defa olarak yemek yanacaktır. z (Sonu var) 't

Bu sayıdan diğer sayfalar: