——— i3-3-1937 Vahşi ha Burada bir arslan ailesi görüyorsu- a Li nuz. Bu korkunç Hi aile insanların e- line bir düşmiye- görsün, ya tatlı- likle yahud kım- çı ile derhal in- sanın kulu olur. insandan ne vakit korkar? Vahsi hayvanların terbiyesile uğraşan insanlar iki sınıftır: -1-Tatlılıkla iş görenler 2 -Kamçı ile iş görenler Hamburg'daki Dressur - Schule'de- yiz: ahşabtan bir sundurma ki bütün eni- nce uzanan bir kafesin parmaklıkları karşısına birkaç koltuk dizilmiş. Ter- biyeci de dahil olduğu halde hepimiz susuyoruz. Sessizlik o kadar derin ki insan kendini arslanların terbiye olun- duğu bir mektebte değil, bir kilisede saniyor. Burada herkes, kendini bir vahşi hayvan terbiyecisi hissetmekte ve bu duygusunu bütün hayvanlar üzerinde tatbik arzusuna kapılmaktadır Esasen hayvanlar buraya terbiye e- dilmek için getirilmişlerdir. Fakat vahşi hayvan terbiyeciliği na- sıl bir sanattır? Kaden konuşuyor. Hayvan terbiyeciliğinde bir alman usulü ve bu usulü tatbik eden tanınmış terbiyeciler vardın: Mathies, Peterson, Orth, Togare, Winter, Kaden gibi İşte şimdi, bunlardan Kaden, karşı- mızda, asıl ve görünüşe göre sakin beş arslanın arasında gidip geliyor. Kalın fotinlerinin üzerine düşen eski uzun pantolonu ve sırtındaki örgüleri dağıl- mış yün gömleği Kaden'in bekâr oldu- ğunu anlatıyor. Fakat, vahşi hayvanlar arasında ne güzel bir adam! açık mavi gözleri tatlı bir ışıkla parıldıyor ve du- dakları arasından kumanda verirken se- si yumuşayor: — Komm! Komm! Komm! Ozaman, çölün beş kıralı, başlarını önlerine indirerek, itaatiı talebeler gi - bi, hocalarının önüne doğru ilerliyor - lar. — Hayvaniara kendinizi sevdirme - niz lâzım olduğu kadar kendinizden kor- kutmanız da icab eder. İşte bu sutetle- dir ki her hayvan, adi bir sokak köpeği imiş gibi, tasmasındaki ip terbiyecinin bir elinde ve bir kamçı diğer elinde, bu- raya alıştırılmıştır. Terbiyeci, bir değ- neğin ucuna - yem gibi - bir et parçası takarak hayvanın yapmasını — istediği hareketleri bu yemin hareketlerine uy- durarak anlatır. Şayed hayvan isyan e- derse kamçi şakırdıları aklını başına getirir. Hayvan, kendisinden bekleni- len hareketi yapıncaya, zihnine yerleş- tirinceye, yahud bu hareket onca meka- nikleşinceye kadar kamçı şaklamakta devam edecektir. Hegenbeck Zeolojya bahçesi müdü- rü profesör Merthman, söze karıştı: — Kaden'i görüyorsunuz: vahşi hay- vanlara karşı nasıl yumuşak davranı - yor. Fakat, bu arslanlar numarası'nı ha- zırlama için altı aydanberi uğraşıyor. İninden çıkan bir dişi arslan av arıyor YAZAN : Gaston Böd Pari Suvar'dan Numara'nın tamam sayılması için üç ay daha çalışması lâzım. Ne sabır! Filvaki, Almanyanın en iyi hayvan terbiyecilerinden olan Kaden, terbiye ettiği hayvanları hiç kamçılamıyor, on- lara bağırmıyor, sinirlilik göstermiyor- du. Arslanlardan her birini alçak ses - le, nezaketle, emreden insana mahsus tavırlara lüzum görmiyerek çağırıyor - du. Denilebilirdi ki ârslanlar ve o, he- yecanlı bir numara hazırlamak maksa - diyle, gizlice “talimler yapan bir dost - lar grupu, idi. Arslanlarla birlikte kafeste: — İsterseniz kafese beraber gire - lim, Korkulacak hiç bir şey yok. Ne- gus'ü arabaya koşmama yardım edersi- niz. Muavinim size arka kapıyı gös - tersin. Kapıya iki kere vurursanız içeri girmek istediğinizi nalarlar.. Arslanlar yüzüme baktılar, şaşmış göründüler, fakat hiçbir asabilik alâ- meti göstermediler. Biraz sonra, Ne- gus'le Prince'in koşumlarını geçirmek- te, iki tekerlekli arabaya bu iki arslanı koşmakta Kaden'e yardım ediyor ve daha sonra, arabaya atlıyarak, karşım- da, diğer dört arslan sanki seyircilerim, pistin ortasında dolaşıyordum.. Kaden'e: “Bu sizin arslanlar birer koyun,” dedim, “bir kere bile homur « danmadılar. Arabanm üzerinde iken öyle bir intiba edindim ki eğer bunlar arslan olmayıp da birer safkan at olsa- lardı daha ziyade tehlikede caktım, buluna - — ULUS Hayvanların içinde en kolay yola gelenlerden fil Kaden kahkaha ile gülmeğe başladı — Fakat bu arslanlar da, diğer bü tün arslanlar gibi, ne az vetne de çok daha huysuz değillerdir. Arabaya ilk koştuğunuz arslan, şimdiye kadar, terbiyeciyi ciddi surette yaralamıştır. Şimdi kuzu gibi ise de bundan anlaşıl- mamak lâzımdır ki artık kötülük ede - mez, hele kendisine sert muamele edi - lirse, hele kamçılanmak istenirse.. E- min olunuz ki vahşi hayvanlar istedi - ğinizi yaparlar. Bunlar birer makine - dirler, fakat öyle makineler ki mini mi- ni bir kum tanesi raylarından çıkartma- ğa kâfi gelir. Ancak, vahşi hayvan terbiyeciliği tehlikesiz bir sanat değlidir. Herkesin umduğunun tersine olarak şunu da bi- liniz ki arslan ahmaktır.,, Kim inanırdı ki arslan ahmak bir hayvan olsun!... Öteki mekteb Şimdi bir başka kadro içinde, bir başka mizac karşısında, bir başka usu - lün dinleyicisi, bir başka mektebteyiz. Rouen sirkine kulis vazifesini gö- ren, üstü kapalı bu büyük avlu, bir ta - rafında at ahırlariyle bir at sergisine benziyor. Fakat burada, içleri arslan - lar, kaplanlar, s-rtlanlar, ayılarla dolu kafeslerin işi ne? ileride birkaç kafes var ki, ok gibi üzerinize fırlamak iste- yen genç arslanları hapsediyor. — Bunlar henüz birer yaşında, ya- rından sonra terbiyelerine başlıyaca - ğrm. Bu sözleri söyliyen adama bakıyo - tum; uzun saçları, gözlükleri ve kulak- ları hizasına kadar düşen favurileriyle vahşi hayvan terbiyecisinden fazla genç bir şaire benziyor. Fakat bu zat, fransız terbiyecileri - nin en meşhurlarından Alfred Court'- dur. Marsilyalı zengin bir tacirin oğlu ve eski bisiklet koşucularının tanınmış- larından olan Court, günün birinde bir sirke memur olarak girmiş ve kardeşi Jules ile birlikte hazırladığı Egelton ip canbazı grupu dolayısiyle bütün bir devirde hayretle kendinden bahsettir - miştir, Sirkin Aacaib kahvesinde Court'la görüşüyoruz: — Harbtan sonra, kardeşim, ve ben, Zoo Circus'u satın aldık, ve, ip canba- Alfred zlığı, bisiklet numaraları yaparak geçi- nirken vahşi hayvanlarımız olmaması - nın sıkıntısını hissettik. Laurent can - bazhanesi hayvanlarını satıyordu. Alıcı oldum, uyuştuk. Fakat o vakte kadar üç- Vam gHikave) Müşterinin dediği.... Daireden maaşı aldıktan sonra evin kirasını, elektrik, hava gazi ve su , “a- dlarını vermiştim. Bunları verdikten sonra cebimde ne kadar para kaldığını anlamışsınızdır : ”mesken bedeli,, kadar bir şey. Cebinde parası kıt bir adamın mağaza vitrinleri önünde ne kuvvetli bir iştiha duyduğunu, hanım tokasın - dan çocuk arabasına kadar Her şeyi ca- nı çektiğini, Bencamen Franklin'in meşhur hatıralarını okumamış da olsa- nız, bilirsiniz. Ben de cebimde on üç lira on beş ku- ruşla Adliyenin karşısındaki vitrinlere baka baka ilerliyordum. Saat on iki ol- muştu. Evde yemeği tam yarımda ye - riz; aç karnına, kurulmuş bir sofra kar- şısında beklemek de hiç hoşuma git - mez. Onun için biraz vakit geçirmem lâ- zımdı. 'Tam bu sırada karısı ile birlikt2 alış verişe çıkmış bir arkadaşıma rast geldim. Karı koca bana: — Galiba, sen de alış verişe çıktın! dediler. “Hayır!,, diyemedim. İnsanın öyle zayıf zamanları olur ki yapmama- nız gereken bir işi yapmanız için ufacık bir teşvik kâfi gelir. Arkadaşım sözüne devam etti: — Gömleğim kalmamış; bana kalsa, kırk yıl pazara çıkmam; bereket versin, bizim hanım arada bir zorluyor da tek tük alış veriş yapıyoruz. Lâkırdı lâzımdı, ya... — Benim de hiç gömleğim kalmadı, dedim. Karı koca: — Alâ, dediler, gel de beraber sa - tıri alalım... — Kaç numara giyiyorsun? — Kırk. — Ben otuz sekiz... Mağazalardan birisine girdik ve ar- kadaşım: — Otuz sekiz numaralardan bir, kırk numaralardan bir kutu çıkar bakalım, dedi. **& Ben bir taraftan cebimdeki on üç lira on beş kuruşu hatırlıyor, bununla çoluğu, çocuğu ay başına kadar idare edeceğimi düşünüyor; bir taraftan da renk ve biçim beğenmeğe uğraşıyor- dum. Mağazanın "”Venedikli Tacir,, deki Şaylok şivesiyle konuşan sahibi, bütün emsali gibi yaman psikologlardandı. Kurnaz mağaza sahibleri, alış veriş, mal beğeniş esnasında büsbütün başka bir bahisten söz açarlar. Bu mevzu, kı- lığınıza, kıyafetinize göre, sizin de ka- wahşi hayvan terbiyesinin ne olduğunu rTenmemiş, hiç bir kafese girmemiş - tim. Bu işi kendim yapmağa karar ver- dim. Arkadaşlar bu fikrimi, bıyık altın- dan gülerek, karşıladılar. Ancak, bir kaç gün sonra, bir elime bir kamçı ve öteki elime bir demir çubuk alıp bir is- kemle üzerine çıkarak: “ kapıları açı - nız!,, emrini verdiğim zaman içeri hü- cum eden hayvanlar şaşkınlıklarından bir daha kurtulamâdılar, Kamçı ile baş- ladığıım terbiye bir hafta içinde netice- sini vermiş ve en hırçın vahşi hayvan- lar avucumun içine girmişti. Üç ay son- ra hepsini sattım. Zira yeni hayvanlar, tarafımdan terbiye edilmiş, kendi ust- lüme uymuş hayvanlar istiyordum.. Ben, terbiye etmek üzere, daima genç hayvanlar alırım. En az bir ve en çok iki yaşmda hayvanlar... Daha genç — ©o- lurlarsa verilen terbiyeyi kolay unutur- lar, daha yaşlı olurlarsa kafaları kalın olur. Terbiye için en müsaid yaş 18 ay- dır... Terbiyenin güçlükleri — Terbiyeye nasil başlarsınız? — İlk günlerde, hayvanları çalıştır- maz, sadece kafeslerine girip âdeta kendimi onlara tanıtırım. Şayed bana karşı bir harekette bulunmak hevesine kapılacak olurlarsa bunun imkânsızlığı- nı derhal ihsas ederim. İkinci hafta, onları, kafesin muayyen noktalarına yerleştirmeğe çalışırım. Hallerine dik- kat ederim. Mizaçlarını, istidadları- nı tetkik ederim. Bakarım ki biti mü- kemmel bir atlayıcı olacaktır; diğeri sadece yere yatmakta, üçüncüsü her an hücuma hazır bulunmaktadır; dördüncü çalışmıyacak, bizden yardımını esirğeyecek, sirkte ancak kuru kalabalık vazifesi görecek- ise bir işe yaramıyacak, rışacağınız boydandır. Söze karışırsı « nız; siz söylersiniz, o söyler. Lâkırdı« nın harareti içinde hem dükkâncı ile can ciğer ahbab olursunuz; hem de sa- tın alacağınız malın pahalı, paranızın kıf olduğunu unutursunuz. Ben bir kutu dâha çıkarmasını tez « gâhtardan isterken mağaza sahibi bana oğlundan bahsetmeğe başlamıştı. — Şimdi Paris'te okuyor; hem de üniversitede... Arkadaşım sordu: — O da tabii tüccar olacak, değil mifi — Hayır, dedi mağaza sahibi, avu« kat olacak... Eğer tüccar olmayı kabul etseydi, Parise kadar gönderip yüksek tahsil göstertmezdim. Gömleği bir yana bırakıp ciddiyetle bahse karıştım: — Yanlış düşünüyorsun, dedim, bu- günkü günde ekonomi ve ticaret en yüksek ilimlerden olmuştur. Yüksek tahsil görmüş bir genc, ticarette daha fazla muvaffak olur... Mağaza sahibi bu fikirde değildi: — Beyefendi, bBir günde bu kadar müşteri girip çıkıyor dükkâna. Bunlar türlü türlü insanlardır. Doğru söyler « ler, eğri söylerler. Haklı Olurlar, hak « sız olurlar. Bizim için müşterinin eğri sözü de doğru; haksız fikirleri de hak « lıdır. Biz, böyle davranmayı burada ça« lışa çalışa, öğrendik. Halbuki üniver « siteyi tamamlamış bir genç, buna katla« namaz. Eğriye eğri demeğe, — haksızı haksız göstermeğe kalkışır. O zaman ne olur? Müşteriler birer birer gücenir; biz de sinek avlamağa başlarız. Müşteriyi haksız çıkarmamalı! Ben, gene yüksek tahsil lüzumunda ısrar ediyordum. Fikrimin ciddi oldu« ğunu anlayan mağaza sahibi yavaş ya « vaş sözlerini değiştirdi. Ben aldığım gömleği sardırır. ve paralarını sayarken o, yalancıktan, o, luna yüksek ticaret tahsili göstermedi « Paketlerimiz ellerimizde mağaza « dan çıkarken arkadaşım: — Adam, prensip sahibi, dedi, fikri bambaşka olduğu halde müştetinin de« diğini doğru çıkarmak için, sonunda senin fikrini kabul etti. Bütün bu hikâye içinde daha mü « him olan bir taraf vardı ki arkadaşım görmüyordu: Mağaza sahibi benim, ön- ce, beş para etmiyen fikrimi kabul e- derken bana birkaç liraya patlıyan ken- di fikrini kabul ettirivermişti. Hangi- sinin daha mühim olduğunu düşünme- ğe lüzum görür müsünüz? — N. A. —a dir. — Hayvan sizi tanır mı? » —— Böyle bir zanda bulunmayınızt Vahşi hayvan terbiyecisini değil, onun sesini ve içinde çalışmakta olduğu kad- royu tanır. Bir kostüm veya kafes deği- şikliği yüzünden ne kazalar olmuştur! — Sizce, terbiye hususunda en teh« likeli hayvanlar hangileridir ? Vahşi hayvanların mizacı — Bu, her hayvanın mizacına bağ« lr bir meseledir. Fâakat bütün wahşi hayvanlar tehlikelidirler, hattâ ve hu- susiyle ayılar... Meselâ, pek güzel terbi. ye edilmiş bir beyaz ayı Cosmi sirki sahibinin oğlunu yemiş ve çocuğu kur. tarmak için kafese girip ayının kulak. larından çeken muayine, daha sonra ko- şup gelen kimselere ehemiyet bile ver« miyerek işine devam etmiş, bitirmiştir. Belki kaplan diğer hayvanlardan daha ahlâksızdır. Cenubt Amerika kaplanı ile kara pars da bunların en tehlikelile- rindendirler. — Terbiye ettiğiniz hayvanlar sizi hiç yaraladılar mı? — Evet, fakat ciddi bir şekilde de- ğil... — Bunların yaptıkları her hangi bir facianın şehidi mi oldunuz ? — Evet, hattâ, emrimdeki hayvan terbiyecilerini hayvanlarrma yedirdiği- mi iddia ederek aleyhimde bir takım de- dikodular yapmak istiyenler de bulun- du. Bu gibi münasebetsizlere cevab O larak, kaplanlarımın bulundukları ka- kamçısız, feslere girdim, değneksiz, ellerim bom boş olarak..>,