Telefon Eden Ali Kemaldi Umumiye Fırkasının Teşkil, Reis ve Kâtibi Selâmeti Taefrika No. 40 Umumilerinin İntihap Edildiğini Arkadaşlar, demişti. Anlaşı- hyor ki, Osmanlı saltanat ve hü. kümeti lâfzı murat bir gölgeden İbaret kalmış. İşgalciler, Türk Mziha, canına, malına tecmwüzü bah saymış ve işte üzerin de sürü sürü hainler salm Ve müşterek bir teşebbüs “ya kadar, bazı yerlerde oldi Bİbi, biz de kendi aramızda si bir teşkilât yapalım ve varlığı. mizi kemirmeğe saldıran düş! ların üzerine atılalım. Esasta ittifak eden, yurdun bu fedakâr ovlütları derhal teferrüs- # müzakereye geçmişler ve he « men kararlarını vermişlerdi. Nar rında beş arkadaşiyle dolaşan Be. hisni oğlu Şeytan Mahmudu ve Hafiz Mehmet bey de, Karadeni - h korsanlarından ipsiz Re le beraberce çalışmala. ni üzerlerine almış - . Davet mektuplarını da he- men oracıkta yazmışlar ve yine kimseye görünmeden verlerine da. Bılmışlardı. âmat Ferit, şiddetli bir nez- leden muztaripti, Hekimi, Onu bir kaç gün için dişarı çık- mâktan, meşgul olmaktan mene mişti, O gün, şal kaplı samur k küne bürünmüş, yazı odasında gü- Tül gürül yanan ve etrafa tatlı bir sıcaklık yayan şöminenin ya- Tündaki koltuğa büzülmüştü. Süz- gün gözleriyle, şöminenin delik- İerinden fışkıran ziyaların koyu somaki mermer üzerinde yaptığı kızıl ve oynak akisleri seyrediyor. du. Türkiyenin umumi vaziyet ve siyaseti Harn YARIN ga tarafından neşredilen bir lenin, türkçeye tercüme etti- okuyan Ali İhsan ordu, O esmada ir suretini telefon makinesi ansızın hırçın bir Giğlık koparmış ve Al; İhsan be- Yi susturmuştu. Ferit, büzüldüğü koltukta y buruşturmuş — Hiç te rahat yok ki, kardaş. Kuzum İhsancığım, kalkacak halim Yok. Sana zahmet olacak.. Kimse, hasta olduğumu söyle ve görüş. Görüşme bir kaç dakika sürmüş ve mevzu, (İhsan beyin yüzünü kâh kırıştırmış, kâh ta güldürmüş- tü. Yerine otururken: — Muharrir Ali Kemal, demiş- ti. Can sıkacak bir haber veriyor. k Amasya mebusu İsmail Hakkı paşanın “Selimeti umumi. , fırkası reisliğine ve piyade işti miliğe Rün de Şerif Yahya Adnan paşanın konağında bir toplantı yapılaca - Bini söylüyor. — Başka? — Öğleden sonra geleceğir daha ziyade tafsilât veririm, di - Yor. Haber, Feridi sıkmış, turmuştu. o Çok düşündürmüş ve nihayet sinirlendirmişti de. Göz- lerini İhsan beye dikmiş, koltü- ğunda bir kara yılan gibi dikik Mmişti. Kısık bir sesle: — Bizim hocalar uyusunlar, de- mişti. Dürdü bir araya gelip te, hâlâ bir varlık ogösteremediler. Hepsinin ağızlarında birer sakız, Eeveleyip duruyorlar. Bir türlü Canlanamadılar ki, miskinler, Fe- Tit paşa, geçenlerde gelmiş ve bu firkanın reisliğini de teklif etmiş- ti bana. Bizimkilerin daha evvel fasliyet ve harekete geçeceklerini ümit ederek, teklifi reddettim. somurt- hsan bey ellerini oğuştura- rak, inânalı bir tavırla &ü- Tümsemişti ve: — Müsaadenizle arzedeyim pa- gam, hata etmişsiniz, demişti. Ye- hi fırka ile teşriki mesai etmeniz, hiç şüphe yok ki, efkârı umumiye üzerinde daha hoş bir tesir bıra- kırdı, Sırası gelmişken tekrar söy- liyeyim ki, halkın ekseriyeti ve Nafiz Bey bilhassa münevver zümreler, öte- denberi hürriyet ve İtilâf fırkası nın aleyhindedir. Belki yanılıyo - rum, bendeniz nüfuz ve şahsiye- tinizle yeni fırkanın kuvvetlendi- rilmesini, şereflendirilmesini mem- leket namına daha muvafık bu lurdum. — Bunu ( düşünmedim değil monşer. Fakat, Gazi Ahmet Muh- Bildiriyordu te alınacak pek mühim bir nokta daha var. Kolonel ( “Nelson, da son günlerde, Şerif Yahya Adnan paşayla münasebet teessüsüne mu- vaffak olmuştur. Kolonelin bu hu. sustaki noktai nazarı Ise, pek va- zıhlır. Emin olunuz paşa hazrot- leri, o, Şerif Yahya Adnam, pa. dişah hazretleri üzerinde bir âlet gibi kullanacaktır. D amat Ferit, birbirinden kara Addettiği bu haberler karşi- sında Adeta bunalmıştı. o Ansızın ve kâbuslu bir uykudan uyanır gi- | bi silkinip kalkmıştı. Bir kaç &- dım ilerliyerek elini Ali Kemalin omuzuna bırakmıştı ve: — Selâmeti tmümiye fırkası - nın, demişti. Bu paşalar nezdinde yaptığı teşebbüslerin doğruluğun- dan emin misiniz Ali Kemal be- yefendi?.. Bu cidden çok mühim. dir, Fakat buna bir türlü ihtimal veremiyorum. (Devamı var) * TASHİH: Dün resmi çıkan cezacı Binbaşı İsmall Fevzi Beyin resmi altına yanlışlıkla Kofiz Bey diye yazılmış Özür dileriz. 2222333733335 0222222333337) âlâ Volga Betovayı düşündük. çe üzülür dururum. Genç- ti, güzeldi. Preston onu Yan » Se - Pu'dan boşu boşuna kurtarmıştı. Güneşli bir eylül sabahı idi. Ben ve Preston, eşya nallinde kullanı- lan şu otobüsler yok mu, onlardan birini aldık, Preston usta şolördü Sanghai'in Çinli insanları alıp beynelmilel mınta- kaya taşıyorduk ve böylelikle ha- yatlarını kurtarmış oluyorduk. Japonlar bize tam bir buçuk gün mühlet vermişlerdi. Bu zaman zar- fında kurtarabileceğimizi kurtara- caktık. Ondan sonra Japon kuv- vetleri ölüm orkestrasına girişe- cekler ve şehir varoşlarını dişle, tırnakla müdafaa eden Çinli kuv. vetlerini mahvedebilmek için şeh- ri yakarak dümdüz ovaya çevire- ceklerdi. Neyse kurtarıcılık işine koyul- duk. Çinli mahallelere vardık. Or- tada bir insan yoktu. Kapıları güm güm yumrukluyorduk. Evlerin &- çinden cevap veren olmuyordu. Çünkü modern muharebenin o gü- zelim tezahürlerinden o kadar yıl- mışlardı ki.. Kapalı evlerin içinde, köşe bucağa sinerek, biribirinin yanına sokulmuş, korkudan sesaiz- cene dıdılıyorlardı. Biz, açın, diye tar paşayı (o başvekâlete namzet göslermeleri yüzünden anlaşama- dık. Çok ihtiyar ve bilhassa has- ta, yaşaması bile şüpheli olan bu adamdan hizmet ve menfaat um- dular. Bu hususta israrla beni kır- dılar. Tabii bu vaziyette kendile- riyle teşriki mesaiyi kabul ede - mezdim Bahis uzam li İhsan bey mevzuu değistirmek lüzumunu hissetmişti. Bir müna - sebet bularak: — Aman paşam, demişti, Ter- m makaleyi unuttuk. Yoksa hakipayi şahaneye bugün ârz ve takdiminden sarfınazar mı | buyurdunuz? Ferit, sıçrar i silkinmişti ve üzüntülü, telâşlı.bir tavırla: sıl olur monser?. Akşam üzeri arzetmek mecburiyetinde » | yim. Tetkik edelim de bitsin şu. Demiş ve yine koltuğuna bü- zülmüştü. kşam olmuş, ortalık kararmıştı. Bir türlü bitmiyen sohbet, küçük salonda kurulan bir işret masasının başina intikal etmiş, büsbütün parlamış ve kızışmıştı. Sözleri, hiç te yazıları gibi beliğ olmıyan Ali Kemal bey de, hür. riyet ve İtilâf fırkasının faaliyete geçirilememesinden acı acı şikâyet ve hele geçirilen zamanın kıyme- tinden, hemmiyetinden bahsediyor. tarih. ten elemli ve hüzünlü misaller ge- tiriyordu. Devlet rlealini baştan aşağı çekiştiriyor ve sadrazam | Tevfik paşayı didikliyordu. Onu beceriksizlikle ve hattâ daha ileri giderek bunaklıkla itham ediyor. du. Bu arada, Tevfik paşânın, “Selâmeli umumiye, yaptığı kurları da birer birer dö- küp saydıktan sonra, yine İsmail Hakkı, Ferit ve Yahya Adnan pa- şaları diline dolamıştı ve niha- yet: vaziyetin nezaket ve e- fırkasına Dikkat gerektir, demişti. Bunlar, Müşir Ahmet İzzet paşa. dan pek yüz bulsmadılar, Fakat, Müşir Ömer Rüştü, Zeki, Kâzım ve Nuri paşaları fırkalarına ak mak için çok uğraşıyorlar. Muvaf- fak olmaları ihtimali çok kuvvet. lidir de. Bu paşaların dahil bulu- nacağı her hangi bir kabinenin, efkârı umumiye üzerinde cazip bir tesir bırakacağını hiç te muh- tacı izah bulmam. Bu kaziye o derece açık ve hepimizce pek râ. na malümdür. Sonra nazarı dikka- HEKİMİN © SUJ TLER MIKROPLARLA elim Vücudümüzü dışarıdan o kaplı yan cildimizle, havaya açık bulu- nan uzuvlarımızı kaplıyan zarlar vücudü mikroplardan muhafaza i- çin kurulmuş bir kale duvarı gi- bidir. Bu kale duvarından, v dümüz top tülek atmaz, fakat cilt- ten ve ince zarlardan çıkan türlü türlü manialarla mikropları telef eder. İnsanların birbirlerine karşı tatbik etmek İstedikleri kimya va- sıtalariyle harp gibi O kale duvarında, her hangi bir sebeple bir gedik açılıp ta mik- roplar o gedikten içeriye girme - ğe muvaffak olunen.. O zaman vücudümüzle mikroplar arasında büyük mücadele başlar. Vücudün mikroplara karşı kendisini müda- faa için seyyar ve sabit hücreleri ade İş gören, ilk hamlede mücadeleye atılanlar sey- yar hücrelerdir. Bunlar kanın ter- kibinde bulunan beyaz kürecik - lerdir. Sabit müdafaa © hücreleri de, kan damarlarının içerisini kaplıyan zarlar da, karaciğerde, akciğerdeki hücrelerin bazıları - dır. Bunlar lüzumunda seyyar da olurlar. Mikropların çıkardıkları zehir- lerden en önce bu müdafaa yası taları müteessir olur. Mikroplar onların üzerine bir münebbih gibi tesir eder, Hücreler derhal faali- yete geçerler, Bu hücreler roplara tesadüf edince, onları caklamak ister gibi her taraftan dal, budak çıkarırlar. Mikrop bun- ların arasına sıkışır ve hücre, onu yutar, eritiverir. Vücudün müdafan vasıtaları 0- lan bu hücrelerin, mikropların gelmesinden haber almaları göze çarpacak derecede mühim bir hâ- disedir. Bu hücrelerin âdeta bir şuuru bulunduğunu gösterir, Bu - mu anlamak için, camdan ve ga- yet ince bir tilp içerisine kolera mikropları koyarak tüpün bir ta- zafını kapatırlar ve bir tarafını açık bırakırlar, Sonra tüpü bir Mint domuzunun karın zarının a- rasına koyarlar, Bir kaç gün son- ra tüp çıkarılınca, açık kalan ta- rafında, kandan gelen beyaz kü- reciklerin toplanarak, kolera mik- yopları tüpten dışarı çıkamasınlar diye orada sımsıkı bir kapak ha- sil ettikleri görülür, Müdafaa hücreleri, vücudün İ çine giren mikropları hemen kar - şılıyarak onları kucaklayıp, sıkış- tırıp, yutup eritmeğe çalışırlarken mikropların da — elleri ve kolları bağlı gibi — kendilerini müdafaa etmeden kalmıyacaklarını elbette tahmin edersiniz. Onlar da, canlı şeylerdir, yaşamak isterler. Zaten vücudümüzün içerisine girmeleri de, kocaman insanı » rek, kendilerine bol bol gıda bul mak içindir. Onlar da hücumları- nı tamamlamağa çalışırlar. Bir kere, mikroplardan bâzıla- rının çıkardıkları zehirler, müda- faaya gelen hücreleri yakınlaştı- racak yerde onları kaçırır; Taham- mül edilemiyecek derecede kötü zehirli gazler saçan düşmanlar gi- bi. Bunlar mikropların, tabii, en fenalarıdır. Bazılarının etrafında — kap- lumbağanın kabuğu gibi — vücu- dümüzün hücreleri için fazla katı ğlüp ede - | i e | gelen bir tabaka vardır, Bu katı | tabakadan dolayı müdafan hücresi mikrobu yutup eritemez. Fakat, gene göze çarpacak bir hâdise. dir ki, vücudümüzün müdafaa va- sıtaları mikropların bu türlüsünü | de hilirler, O mikroplar yanların» dan geçerken, onları o görmemez- liğe gelirler, bu türlü mikropları kucaklamağa bile kalkışmazlar, Kimisini de müdafaa vasıtası olan hücreler, kucaklıyarak yutar- lar. Fakat hücrelerin, mikropları eritmek için çıkardıkları mayalar bu mikroplara — tâbirin kusuru na bakmayınız — vız gelir. Hüc- renin içinde mikrop erimez. Eğle- niyormuş gibi oturur kalır. Sonra da mikropların hepsi oy- nak şeylerdir. Hücreler mikropları kucaklamak için dal, budak çıka- rirken, onlar kaçmağa (çalışırlar, tekrar yakalanıncıya kadar gider- | ler... de mikroplarla, hücrelerin kavga- sını gözünüzle göremediğiniz için, belki, tuhaf gibi gelir ama, bu kav- ganın bütün safhaları mikroskop altında takip edilir. Hastalık, bu mücadelenin neti. cesine bağlıdır. Vücudün müdafaa vasıtaları ne kadar kuvvetli, ne kadar faaliyette olursa, netice de vücut için o kadar iyi olur. Mik- roplar ölürler, hastalık meydana çıkamaz, Fakat, hastalık meydana çık - madan önce, vücudün o hücreler. den başka türlü müdafaa vasıta ları da vardır. Kısaca anlatmağa çalıştığım ,bu mücadeleyi, elbette masal niyeti - | ne dinlemezsiniz. Vücut içerisin. | Volga Barovanın Sonu Yazan: Allan Steele şansla, 8 pon oyunudur, iyorlardı. Biz o mizi anladık, Balta ve sopalar'a ka- pıları kırdık. Insarları, dört bük- lüm olarak taş kesilmiş bulun lart yerlerden, zorla otomobile ta- şıdık. Böylece tirtir titriyen insan kü- melerinden, otomobiller dolusunu, beynelmilel mıntakaya taşıyor, bo- Şaltıyor, ha gayret diye acele ge- ri dönüyor ve durup kaçırıyor ne doldurup dol- luk. Görseniz ne- ler taşımadık. kadın, çoluk, çocuk ihtiyar... Bir iki tane kızamık ço- cuğa da rastladık, rakmıy dı. Ori gide gele kim bilir kaç mil yol yapmışızdır. Hem de kolay değildi doğrusu, Yol Ja- pon güllelerile delik deşik edil mişti. Ustelik tek tük Japon şa- rapnelleri, havadan geçen ekspres trenleri gibi gürüldiyerek müzden aşıyorlardı. temize düşüyarlardı. Preston, on sekizinci insan do- kasunu böşaltirken miye her gün fırsat bulmaz, diyor- du. Ikinci gündü. Yani mühi PU atacağı gün. Yine vızır vizir mo- kik dokuyor, harıl harıl boşalt. yorduk. Mühletin bitmesine on, on beş dakika mu kalmıştı ne? Pres- ton: — Dişimizi sıkalım, biraz sonra cehenneme dönecek o cenabet yer- onları geri bı yüreklerimiz râzı olma- üstü- Bazan da & n bu işi gör to- ©<CİCCC CO “ CCE den bir insan dol lum, dedi, — Koparalım! Ya! dedim. He- riştirdik hızı, usu daha kopars- B* binada on yedi kişi bul- duk. Nezakete o mezakete pek aldırış etr taktık içeri, Yine yol verdik, yarım sa at sağa sola dalıp çıktık. A! / kimsecikler bulamadık. miz bu kadarı lu tuttuk, Tam cağın en onları mahalleden ayrıla- ız zaman üstteki iki katı cav- lağı çekmiş ola atlı bir bina- nın önünde dur — Evi yıkan gülleler belki içer- dekilerin hapsine kı Hele bir deneyelim, dedi. Ben de: — Deneyelim, dedim: Bastık ka- pıya yumruğu, Çağırdık, bağırdık olmadı. Pres- ton kapıyı omuzlayalım, dedi. Ne duruyoruz, dedim. Yanyana dur- dük. Elbirliğile kapıyı sırtladık. Paldır, küldür düştü. Içerde oda mı diyeyim, harabe mi diyeyim, işte orada, iki kaday- ranın arasında Olga Barova'ya ras ladık. Ona hatt mamıştır, o pislik ve ölüm kokusu içinde dahi bakmak her halde güçlükle yapılan sıkmtılı bir iş değildi. Gözleri vahşi bir kor- kuyla yuvalarından fırlamıştı, Saç ları güneş ışığı gibi idi. Bembeyaz yirmi çağlarında bir şey, oradaki halile gübre kümesi üzerinde bi- ten harikulâde bir hattı istiva çi- çeğine benziyordu. yalım. Onu çeri edince, bey- a can allık. Oras ya varınca Preston otomobili gara- ja götürmem rica etti. Abayı yak- muştı galiba. Gidip kıza temiz bir pansiyon buldu. Artık nelerin olup bittiğini anlamanız için keramet sa- hibi olmağa İüzum yok. Preston ya Olgayla berabar gezip tozar. Gez- mezse adı ağzından düşmezdi. B- ninde sonunda kızla evlenmiye ka- rar verdi. Ha unuttum söylemesini. Pres. tonun ancak iki can ciğer dostu vardı. Biri ben, biri de Çinli mü- lâzlm Lin » Yen.. Aradan çok yeç- meden Prestonun dostlarından bi- ri, pek aklı başında kadınların de- vam etmedikleri bir yerde Olga- yı bir kaç kere mülâzim Lin Yen- le birlikte gördüğünü söyledi. Bu- nu duyunca Prestonun ne hale gel- diğini bir düşünün, Bu iki insan da, onun yeryüzünde belki en çok sev- diği iki insandı O sıralarda Çinliler bir hava to- pu getirtmiye muvaffak olmuşlar. dı. Topu pek gizli olarak Şapei ma- hallesine kurdular. Çünkü her gün oradan Japon tayyareleri eşek a- rıları gibi zırddaya zırıldaya ge- çerlerdi. Ertesi günü uçup gelen bir Japon tayyaresi, sanki topu ken di elile oraya kurmuş gibi, topun üzerine bir bomba yumurtladı. Tetkikat, tahkikat. Topun mev- zinin nere olduğunu Olganın haber vermiş olduğu anlaşıldı. Çinliler #- ki gün sonra onu kurşuna dizdiler. Meğerse kız Mançuryada Harbin- de İken, babasi anası hastalanmış. Japonlar da oraya gelen tüccar- lardan tek tük tic: havadis sız- dırması için ona para teklif etmiş- ler. Kız bu kadarcığın zararı olmaz derken, Japonlar ensesine yapış- mışlar. Ya dediğimizi yaparsın, ya» hut seni ele veririz. anneni, baba- nı da haklarız, demişler. Zavallıcık bu sefer ister İstemez daha ağır işlere dalmak mecburiyetinde 'kı mış. Fakat Japonların pençesin « den kurtulma çarak Şangha kurtardıktan sorra Japonlar onu yine noktalamışlar, Kız. yine Ja- pon pençeleri arasında katmış. O- nu kurşuna dizdirmek üzere kur- taracak olduktan sonra... Düşünü- Tüm bazan, keşki kurtarmaz olay- dık. derim.