Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 38 Bafa Kollarını Uzattı Şehzadenin Boynuna Doladı ve "Siz, Dedi Beni Sevecek, Ben de Sizi Sevecek,, Fakat hünkârda yaman bir re aksiyonun, bir eksülâmelin yüz göstermesi de gecikmedi. Hürrem Sultanın ölümiyle kalbinde boş kalan aşk köşesine Gülfem, pek yaraşmış ve şöyle böyle o köşeyi de işgale muvaffak olmuştu. O- nun zalim bir darbeyle ortadan kaldırılması, işgal ettiği köşenin de boş kalmasını intaç etmişti. Bu boşluk padişahı sienirlendiri. yor, elemlendiriyor, fütura dü - şürüyordu. O cinayet gecesinden sonra, gözünü yüreğine çevirmek» ten, oradaki hayat izlerini ve na- kışlarını seyretmekten âdeta ür- ker olmuştu. Çünkü gözleri kak bine çevrilir çevrilmez, Hürremin tarumar cesediyle, Gülfemin kan- lı nâşını uzanmış görüyordu. Orada oğullarının, torunlarının ve haklı haksız öldürülmüş vezir- leriri, vatandaşların da tabutları vardı. Fakat bu iki ölü, aşk kabi. biliyetinin de kendisi için artık öldüğünü gösteren birer timsal mahiyetini taşıyorlardı, öbür ce- nazelerden daha çok üzüntü ve « riyorlardı, ultan Süleyman, bu hissi durumdan son (derece $i- kıldı, gecelerce uykusuz kaldı ve Hürremi kaybettiği zaman yaptı ği gibi sadakalar dağıtarak, kur- banlar kestirerek kendini kalp kâbuslarından kurtarmıya | çalış ti. Ayni zamanda Gülfeme gad- rettiğini anlamış olduğundan, ©- nun ruhuna tarziye vermeyi de unutmadı, yarım kâlan camii ta- mamlattı, mağdur gözdenin me zârı üzerine bir türbecik kurdur- du. Murat, o zaman sarayda bulun- duğu için, bu facianın bütün saf- halarını — gözü ile görmüş gi bi — bellemişti. Çünkü köleler ve halayıklar, yazısız bir kitap te- Yif eder gibi itinayle Gülfem hâ- disesini tahlil, tasnif ve hattâ tev- sik eylemişlerdi. Mahi Nur baş- ta olmak üzere, © gece vâkıâda “Günah B ünanh ve Yazan: Kerime Nedir Tol oynıyanların hepsi birer birer söyletildiği / için geride gizli bir nokta kalmamış gibiydi. Masala pek düşkün olan Murat ta, dedesine aksetmemesini gözönünde tutarak facla hakkında incelemeler yap - mış, Gülfemin kafasını kesenleri ve Mahi Nuru dövenleri uzun w- zun söyletmişti. Dedesinin geçir- diği aksülâmeli de gözdelerden dinlediği için biliyordu. Gülfemin ve Mahi Nurun boş kalan nöbet- lerini paylaşan bu kadıncağızlar, on iki yaşınıp-ki Muradı eğlendir- mek kaygisiyle padişahın Gülte- caplığı muameleden nasıl piş- man olduklarını safha safha ve görüp sezdikleri nisbette hikâyeyi vazife tanımışlardı. İşte Murat, Bafanın kendini na- Za çekmek istediğin; görüp te ce lâllandığı ve “Saçmalama!,, diye bağırdığı zaman, dedesinin Gül - femi öldürttüğü geceki hissi du- rumundaydı. Venedikli kız, güzelliğiyle, ze- kâsiyle, şuhluğiyle ve hattâ sar- hoşluğiyle, kendisini mücessem iştiha haline getirdiği halde, naz- lanmak meyli gösterir göstermez şehzadenin © gururu şahlanmıştı. Yatak odasında öyle bir durumun ancak istiğna ifade edeceğini dü- şünüp gazaba gelmişti. Kaşları, birbirine dikilmiş gibi, çatıktı, gözlerinde — biraz da şa- raptan bulaşmış olarak — kızıl hareket, gafil bir bakış, Bafayı Gülfeme çevirmeğe muhakkak ki, kâfi gelecekti. unu Venedikli kız da anladı, şurada burada yaptığı den- sizlikleri, bu halvet âleminde tek- rar etmeğe yeltendiği takdirde, kendisini Osmanlı İmparatoriçe - İiğine götürecek yolun © kapanı- vereceğini sezdi. Loş dehlizde aç- tığı kucağın reddolunmasına ve bunlara benzer hoyratlıklara ta- hammül gösteren şebzadenin er- keklik, prenslik gururundan —he- le şu odada — küçük bir fedakâr- lığa tahammül edemiyeceğine İ- man getirdi, güle güle kızgın âşi- kına sokuldu, ellerini omuzuna koydu, şeraptan yakutlaşmış züm- rütlerini onun gözlerine dayadı: — Siz, dedi, beni sevecek, ben de sizi sevecek!.. Balayları Bafa, o tarihi gecede, şehzade- nin meramına — kayıtsız ve şart- sız — ram olmakla kalmadı, ihti- da da etti ve Bafa'lıktan Safo'lu- ğa geçti. Murat, kendince pek ge- rekli olan aşk zaferini, bir an için arslanlaşarak ve Bafayı da — yi- ne bir an — ceylânlaştırarak te- min ettikten sonra, ad meselesini ileri sürmüştü. Kıza yeni bir isim vermek ve bu ismi kendisine de beğendirmek istiyordu. Bafa, Ba- fa, Bafa diye, muhtelif mikyas ve eb'atta tebessümlerle, buseler- le teşvik oluna oluna söylenirken birden “Safiye, de karar kıldı. Yine gülüşler, öpüşler mübadele ede ede bu yeni ismi tekrarlamı- ya koyuldu. Bulduğu ismin saf- “fetle, safiyetle alâkasını düşüne- rek, kızı da mücessem saffet ve mücessem safiyet gibi kabul e- derek, iyi bir keşif yaptığına za- hip oluyordu. Bu zehabı kendi idrâkine tamamiyle sindirdikten, hazmettirdikten sonra, sevgilisi - nin ellerini yakaladı:. © | — Artık, dedi, Bafa yok, Safi- ye var. Ben Murat, sen Safiyel u tebliğe, işaretler de kattı- ğı için Venedik dilberi, mesut Âşıkının ne demek İstediği- ni anladı. Lâkin Safiyedeki sed. deyi kolaylıkla telâffuz edemedi- ği gibi (2) o kelimeden müphem bir tedai ile Safo ismine intikal ettiğinden, ayni zamanda (Bafa soyadının İtalyada Bafo olarak ta kullanıldığım — hatırladığından elini kendi göğsüne koydu, kah- ende mi? TEFRİKA No. 50 eee — — —— (0) Hadikatülcevami'in TAN kahadan kırıla kırıla o şu cevabi | verdi: — Ben Safo, ben Safo! Sonra parmağını, & şehzadenin göğsüne dayıyarak ilâve etti: — Sen Murat, sen Murat! Kanuni Sultan Süleymanın â- şik — mizaç ve âşk delisi torunu bu cilveli konuşmadan âdeta vec. de geliyordu. Kızın Safiyeyi, Sa- foya çevirmesi, son derece hoşu » na gittiği gibi onun bir kısım Türklerce Ayşeye Aşo, Fatmaya Fato, Mehmede Memo denildiği. ni bilmeden yaptığı bu kisaltıyı büyük bir zekâ eseri saymıştı ve neşe ifratından bağırmıya başla. muşta: — Hayır, hayır, Ben salt Mu- rat değilim, bermuradım, nâmu - ratlıktan artık azadım, dilşadım! İşte Korfo valisi Sinyor Bafa - nın kızı, Manisa sarayında bu su. retle ihtida etti. oca yüzü gör- memiş, hoca sesi duymamıştı. Hi- ristiyanlıktan islâmiyete geçmesi için teklif vukua gelmeden, hattâ öyle bir geçişin farkında olmadan basit bir isim değişikliğiyle dinin. den — yurdundan olduğu gibi — cüda düşüvermişti, Artık Saliple alâkası yoktu, Kilise yüzü görmi- yecek, belki çan sesi de işitmiye- cekti. Yalnız bu kadar da değil, Bu geceden sonra o, İtalyan da değildi. Babasını soramazdı, ana- sını aryamazdı, yurdunu dile a. lamazdı. Şimdilik italyanca ko- nuşmağa mezundu. Lâkin en kısa bir zaman içinde türkçe öğrenme- ğe ve o dille hislerini, düşüncele- rini anlatmıya mecburdu. İdrâkl yerinde, iradesi yerinde bir genç kızı ve o ayarda küme küme, sürü sürü kızları, erkekle. ri böyle bir anda, bir lâhzada din ve yurt kaygısından, vicdani ve şuuri bütün alâkalardan uzaklaş” tırıp yepyeni bir iman, yepyeni bir idrâk âlemine sokan âmil ne- dir?.. (Devamı var) (G1) Gül fem camii başlıklı fıkrasmda şu kayıt gtirülüyor: «Baniyesi cennet mekân Sul- tan Süleyman hazretlerinin haremi hü- mayunları — eariyelerindendir. — Camii mezbura yakın şehraha nazır Hürbesi ve itiisalinde mektebi dahi vardır. Sengi aczi (aa) Yi Saide Şo bide Gülfem Feti) (SAM diye mes turdur, Mahallesi vaşdır.». (3) Meşhur bir şedde hikâyesi ver- dır Ki" burada” hütirlameriek elimden gelmedi: Vaktile Armavudun biri İz- tanbula gelir, medreseye girer, otuz sp- ne kadar okur, İcnret alir, otuz yil da müderrislik eder, yüzlerde tulebeys ica- zet verir, Fakat bir türlü dilini dürel- temez, hele şeddeli kelimelerin hakkını Vvermeği asla başaramaz. Onun bu mok- sönüm bilenlerden biri bir gün Vâtile etmek ister, ihtiyar müderrian sorar: — Arnavutlarda şedde yokmuş, öyle mi hocam? Müderris yerinden fırlayıp bağırır: — Kim demiştir, Arnavutta (sede) yokl — Bu yetişmez. Kanm gayet iyi Isterseniz bu © emeğinize “mukabil, “Org,, öğreniniz, Bu sefer büsbütün güldüm, Şerifi Işaret ederek: — Ben, bu yaştan sonra çocuk olamam.. Bu teklifi kendisine afkadaşımın arzusu vardır. ediniz. Dedim. 10-5-939 — Niğdede Beş Senelik İmar Plânı Niğde (TAN) — Belediye meclisi, yeni bütçeyi ve beş senelik imar ve mesai (oprogramını kabul ettikten sonra dağılmıştır. 938 bütçesi 65 bin lira olduğu hal. de, 939 bütçesi mütevazın olarak 84 bin lira üzerinden kabul olunmuş” tur. Beş senelik programa göre, yapı- lacak işlerden başlıcaları şunlardır: İmar plânı, ana caddelerden mu- hite'doğru tatbik edilecek ve bu maksatla Alâeddin ve Kale mahal- Telerinde hiç bir suretle tamirata izin yerilmiyecek, buralarda istim- lâke ve yolların açılmasına başlanı- Tacaktır, Belediye çarşısının 9 ve 10 numa- Hazırlandı rah adaları ve istasyon caddesinde” ki 119 numaralı ada istimlâk ve * mar edilecek, çeşmeler ve su yol rı, istiyen evlerde de su tesisatı y” pılacak, sinema tamir edilecek, uni” mi helâlar, çocuk bahçeleri vüsudö getirilecek, Alâeddin parkı ve bik hangar yapılacak, zahire pazarı imâf plânında gösterilen yere taşınacak asri mezarlık ve itfaiye teşkilâtı, be" lediye binası ve kaldırımlar yapıl” caktır. 36 bin liralık bütçeyle eline aldı ğı belediye de dört sene içinde bir çok işler gören belediye reisi doktof Hüseyin Ülkünün bu yüklü progra" mi da muvaflakıyetle başaracağı ü mit edilmektedir. iBabaeskide Elektrik Fabrikası $ LANA Fabrikanın temeli atılırken Babaeski (TAN) — Elektrik san- Bina, üç ayda tamamlanacak, Cüm- tralı binasının temelatma resmi, vali Buriyet bayramında Babaeski ilk e- Hasip Kaylanın nutkile yapılmıştır. fektrik ziyasına kavuşacaktır. Karaman Belediyesinden Bir Temenni Karamen (TAN) — Pazar günleri araba ve otomobillerin Kirmale yo- lundan dolaşarak (istasyona gidip gelmeleri, belediye tarafından em. redilmesi, bir kısım halkça şayan arzu görülüyor. Bugünkü yoldan pazarları da İşlenilmesi, İstasyon caddesinde gezenleri toz bulutu için- de bırakmaktadır. Erzincanda Feyezan Erzincan (TAN) — Wasket deresi bu yıl da laşmış, şehrimiz çarşısın- dan üç gün sular akmıştır. Bu dere setlerinin bir an evvel bitirilmesi 18. zımdır. Yoksa feyezandan kurtul mak kabil olmıyacaktır. Mardinliler ve Radyo Mardin (TAN) — Halkımız, An. kara radyosunun öğle neşriyatından istifade etmek için gündüzleri iki saat cereyan verilmesini belediye- den rica etmektedirler. “Org, çalar. siz de, ondan bir yürüyüşe ne İpsalada Pamuk Zeriyatı İpsala (TAN) — Kazamız, Akala. pamuğu mıntakalarına ithal edilmiş, buralarda yerli pamuk dikilmesi me- nolunmuştur. Nazilli pamuk ıslah istasyonundan gönderilen üç bin kilo Akala pamu- Bu tohumu, ödünç süretiyle köy- lüye dağıtılmıştır. Karamanlı fzetler Ayrancıda Karaman (TAN) — Orta okulu. muzun izeileri, buradan on iki saat uzaktaki Ayrancı nahiyesine gitmiş ler, orada bedeni harekât yaparak | halkın alâkasını celbetmişler ve bu. raya dönmüşlerdir. Kâğıt Oyunları Yasak Niğde (TAN) — Belediye, bir ha- zirandan İtibaren © kahvehanelerde kâğıt oyunlarını yasak etmiştir. Bu iyasak, herkesi memnun eylemiştir. Bu fikri fena bulmadım. Hava gayet güzeldi. Iyi zamandanberi muhtaçtım. Yalnız, bu kadar yolu yaya olarak Lizetin gidebilmesi güç olacaktı, Belki Sevinçten — Peki, dedim. Lâkin sen yürüyemezsin. İster. sen Musa Buydan bir çift beygir alalım.. gözleri parlamıştı. Temiz bir çocuk — Semipalatinsk,, teki kâtibimden bir mektup aldım.. Namınıza olan bu tezkere, mektuba leffedil- mişti.. Size bir havadis var. Heyecandan bayılacak gibi oldum. Kendimi tut- mağa çalışarak, süratle satırlara göz gezdirdim. Su- kutu hayale uğramıştım. Mektup şuydu: “ Muhterem Halük Giray Baya; Arkadaşınız Şerif Bay, ikinci defa garnizondan kaçmağa muvaffak olmuştur. Şimdi nezdimizdedir. Bir kaç güne kadar yanınıza vasıl olacaktır. Abdurrahman ,, Bu habere sevinmek mi, yoksa yerinmek mi lâ- ım geldiğini birdenbire kestiremedim. Bu sersem adamın tekrar başıma musallat olması her halde, iyi bir şey değildi. Vâkıâ beni tuhaflıklariyle eğ- lendiriyor, kederlerimi, acılarımı © unutturuyordu. Fakat, bir teselli, bir nma vasıtası oluşu, türlü münasebetsiz hallerine tahammül için büyük bir sebep teşkil edemezdi. Ama ne yapabilirdim?. Mademki yoldaydı; ge- lecekti, Bir hafta sonra Şerifi, fabrikanın yük arabala- rından birinin arabacı mevkiinde, gâyet pejeürde bir kıyafetle karşımda buldum. Zavallı, o kadar heyecanlıydı ki, hemen yere at- layıp boynuma sarıldı ve bir müddet ağladı. Fakat suçlu olduğu için yüzüme bakmağa korkuyordu. Odama çıktıktan sonra: — Senin sözünü dinlememekle pek büyük bir hata ettiğimi anladım, dedi. Güldüm: pa — Nerede yakalandınız?.! — “Semipalat,, la “Barnaol,, arasında... — Nereye sevkolundunuz?.. — Arkadaşlarımın bir kısmı Şimale, benimle bir. likte dört kişi de “Semipalatinsk,, garnizonuna.. — Peki, nasıl kaçabildin?.. — Bu, tahmin edemiyeceğin kadar basit ve kolay oldu. Bir gece nöbetçinin (avucuna bir kaç para sıkıştırıp, şehirde bir saat kadar dolaşmak üzere izin aldım.. Ve doğru Abdurrahman Bayın evine koşup beni aşırmaları için yalvardım. Adamcağız, beni evinde iki gün sakladı.. Sonra, yük arabaların- dan birine arabacı sıfatiyle bindirerek buraya gön- derdi.. # Musa Bay, Şerife bir yatak, bir kat elbise vesair ufak tefek eşya verdi. O da benim odama yerleşti. #* Ayni çatı altında yaşadığımız “Şmit,, ismindeki makinist, elli beş yaşlarında, güler yüzlü ve bol çeneli bir Almandı. Karısı madam “Alvina, , daha genç, fakat çok zayıf ve sinirliydi. Kızları “Lizet,, bubası ve annesi gibi sarışın, mavi gözlü sakin bir kızcağızdı. Bir gün Şmit, sıkılgan bir tavırla yanıma sokula- rak dedi ki: — Sizden bir ricam var, mösyö Halük.. İşsizlik- ten zannederim şikâyetçisiniz.. Eğer size, a2 zah- metli bir iş bulacak olsam, kabul eder misiniz?. Tereddütsüz: — Elbette, dedim. Ezilip büzülüyordu. Nihayet: — Bizim Lizet, iyi fransızca konuşur. Lâkin türkçesi zayıftır. &o Ona biraz ders verseniz nasıl olur . Hem vakit geçirirsiniz. Dedi, Bu teklifi kabul etmekte hiç bir mahzur yoktu. — Pekâlâ, dedim. Bunun üzerine adamcağız, pek memnun bir ta- vır takındı, Ve bana bu dersler için ne kadar ücret istediğimi sordu. Güldüm: — Ücret, kızınızın derslerini dikkatle dinlemesi ve iyi çalışmasıdır. Şmit, lâtifemi sahi zannetti. Şerifin yanına soku- larak: — Aziz dost.. İster misiniz, karım size “Org, öğ- retsin? Dedi, Ben, gülmeden katılıyordum. Şerif hayretle ma kinistin yüzüne baktı ve öfkeli öfkeli; — Benimle alay mı ediyorsun? Çekil be adami. Dedi. N Bu sirada madam Alvina odaya girmişti. Şerifin sözünü İşittiği için, bir duraladı. Ben, arkadaşımla, sinirli madamın zaten geçine- mediklerini ve aralarında her hususta bir zıddiyet bulunduğunu bildiğimden, yanlış bir zanna mey- dan vermemek için: — Geliniz madam; dedim. Kocanız dostuma bir teklifte bulundu.. Lâkin o, bunu reddediyor. Siz, meseleyi hallediverin... Mevzu genişledi. Lizet te aramıza girdi. Şerifi biraz kızdırmakla bersber, pek heşeli bir vakit ge- çirdik.. Neticede, küçük kıza “Bilâ ücret, ders ver mekliğim takarrür etmişti. * Talebemden pek memnundum. Şerif bile, ana- sından hiç hoşlanmadığı bu mazlüm çocuğun, AL man şivesiyle türkçeyi tekerlemesi hoşuna gidi- yordu. Bir sabah, dersten sonra Lizet dedi ki: — Annemle bir bahse giriştik. Şu uzakta görü- nen dağların yamaçlarındaki ağaçları o gürgen di- ye iddia ediyor; ben İse kestane diyorum.. Babama sorduk.. Hiç biri olmadığım söyledi. Siz, ne der- siniz?.. Pok uzakta olan bir yeşillik yığınının cinsini ta- yin etmek imkânsızdı. — Bu ağaçları yakından görmeden cevap vere- mem, dedim. — O halde gidip görelim!! heyecaniyle: — Ne güzel olur, dedi. Arzu ederse arkadaşınız da gelsin!,, Fransızca konuştuğumuz için Şerif uyukluyordu. Kolunu dürttüm; — Şerif, haydi gidiyoruz. Şaşkın arkadaşım gözlerini faltaşı gibi açmıştı: — Nereye?.. Diye sordu. Meseleyi anlattım. Başını tekrar kolunun üstüne yerleştirip uyumağa hazırlanarak cevap verdi: — işim mi yok?.. Siz, nereye isterseniz gidin! Yarım saat sonra Lizetle birlikte, güzel bir çift kır ata binerek, kırlara doğru açılmıştık. Bugün pek neşeliydim. Gülüyor, şarkılar mırık danıyordum.. Lizet neşeme iştirak etmekeydi. Bazan hay- vanları mahmuzlıyarak Okoşturüyor; bazan ağırla- $ip tuhaf şeyler konuşuyorduk. Üç çeyrek sonra, dağın eteklerine geldik. Ben, yamaçlara tırmanmayı ve ağaçlar aratında dinlen- meyi münasip gördüm. Lizet te fikrimi kabul etti. Sarp bir keçi yolu tuttuk. Bir Yardan ağaçları tetkik ediyordum. Bunların bir kısmı kars gürgen ve at kestanesi fasilesinden olduğu gibi, bir kısmı da cinsini bilemediğim ve bodur çama (benziyen uzun yapraklı ve dikenli ağaçlardı. Lizete dedim ki: — Bahsi ikiniz de kazandınız. Lâkin nesine tu- tuşmuştunuz?.. Küçük kız gülüyordu. Omuzlarını kaldırarak: * — Hiç bir şeyine, dedi, — Oldu mu ya?. Bu kazanca, ben de ortak ol mak isterdim.. — Size bir şey ikram ederiz... — Teşekkür ederim.. «Devamı var)