sama RR KYA EEE EREL SZİİR EZİLİR S$AFİYE SU LE bd a Mimi TAN «* Türk Safosunun Hayatı il UR TEFRİKA No. 31 Şehzade Emretti: “Tez Hasekimin Eteğini Öp, Yoksa Seni Şimdi Çuvala Koydurur, Bir Kuyuya Attırırım,, — Suratsız, dedi, uykudan mı uyandın, ne bu somurtuş? Kadm yanına gelince, baş ağ- rısına delâlet eden, çatmayı çekip attı: — Tez, dedi, git, hasekimin da- h! eteğini öp. Yoksa seni şimdi çu- wala koydurur, bir kuyuya attırı- rım, enç yaşında ve bütün hul- yalarının fecri içinde (öl mek — küçükken ihtida ettirilip saray terbiyesi verilmiş olan — Raziyenin işine gelemezdi. Onun için şehzadenin bu emrini başla canla yerine getirmeğe koşacaktı. Lâkin, deminki köle gibi, o da ha- seki tâbirinden bir şey anlamadı, şaşkın şaşkın efendisinin yüzüne baktı. Murat, bu duruşun inattan ileri gelmeyip, idrâksizlik neticesi olduğunu kavradı, eliyle Bafayı gösterdi: — Haseki budur, ben sağ olduk- ça da öyle kalacaktır. Koş, eteği- Bi öpl ein Gökten ne yağar da yer kabul etmez, Raziyede, bu ağır emre boyun eğmek zorunda kaldı, için. den şehzadeye de, Bafaya da lâ- netler okuyarak — ak al, moru mor bir vaziyette — yürüdü. Bir iki saat önce, basit (bir halayık gibi tahakküm etmek istediği ve bu dileğine mukabil kendisinden hakaret gördüğü kızın eteğine du- daklarını koydu, geri geri çekildi. O dakikada kara bir yılan ek, Ven&iikten gelen uğursuz güzelin beline sarılmak, kemiklerini çatır çatır kırdıktan sonra, zehirini ye- şil gözlerine, al yanaklarına, kı- zil dudaklarına dökmek için da- yanılmaz bir ihtiyaç duyuyordu. Böyle bir değişiklik uğrunda dün- yasını ve ahretini fedaya hazır bu- Yunuyordu. Fakat yine, kadın kaldı, yine kıskandığı mahlükun © karşısında elpençe divan durdu ve Murattan şu emri aldı: — Haydi hamama git, yanına iki de halayık al, hasekimi yıka, saçlarını ör, Şayet ve şayet küçük bir dikkatsizlik yaparsan, kendini yok bili Kadıncağız süklüm püklüm çı. karken, odaya hazinedarla — Top- kapı sarayındaki kızlarağasına mu- adil olan — baş haremağası içeri girdi ve Murat onlara da, tıpkı Raziye hatuna yaptığı gibi, Bafa- yı haseki diye tamttı, birer birer etek öptürttü, sonra hazinedara küpe, gordanlık, taç, bilezik, yü- zük, olarak hazindde mev- cut elmâsların en güzellerini ha- zırlamasını; entari, yelek, üstlük misillü şeylerin de en kiymetlile- Tini — Bafanın boyuna bosuna uy- gun gelmelerini hesaplıyarak — bir bohçaya koyup £ getirmesini, yatak odasına bir gerdek şekli, gerdek kıvraklığı vermesini emret- ti, baş baremağasına da şu tebliği yaptı: — Uç saz takımını birleştir, şir- vanlı odaya getir. Hokkabazları, mukallitleri hazır et. İki saat son- ra eğlence başlıyacak! Bafa, yanı başında bulundur - duğu cücelere bu emirleri yavaş- ça tercüme ettiriyordu. Şehzade- nin, insani bir mülâhazayla söy- lenmiş bir sözü, , hastabakıcılığı mânasına alınmak lâzım gelen bir teklifi çok geniş mikyasta tefsir et- tiğini gördüğünden için için gülü: yordu. Fakat genç adamın neşesi» ni bozmuyordu. Çünkü on gün bekleme devresi açmak düşünce sini kendisi de attık gülünç bü - luyordu ve bir ayak öhce sarayda- ki mevkiine — bütün şümülile — sahip olmak istiyordu. ununla beraber . şenzadenin aldığı ve aldırdığı tertibatı eksik bulmuştu. Saray halkının çoğu kendisini tanımamış ve o hâlk ta kendisine tanıttırılmamış- tı, Onların hâkimi ve âmiri olarak ansızın sahneye çıkmak ise, tuha- fına gidiyordu. O sebeple baş ha- remağası yerden temennalarla şeh- zadeyi ve kendisini selâmlıyarık dışarıya çıkınca cüce Nasuh vası- tasiyle şehzadeden rica etti — Beni memnun etme! met buyuruyorsunuz. çubum ve çok minnettarım. Fakat sarayda bulunan belli başlı şahsi- yetleri, benimle $ik sık temasta bulunacak kimselerle henüz tanış- madım. Yarın kendilerine nesil emredebilirim, yahut kendilerin - den nasıl istifade ederim?, Bu eda, bu davranış şehzade Muradın gördüğü, duyduğu tavir- lardan değildi. Kıe, bütün hakla- riyle ve bütün salâhiyetlerile bir melike durumuna bürünmek isti- yordu. Daha ıtırındaki çeşitleri, & şığındaki kuvvet ve renk derecesi- ni tattırmadan böyle bir ağız kul- lanan şu genç kızın usulü daire sinde gözde ve hele haseki olduğu vakit neler yapacağını kavramak hiç te müşkül görünmüyordu. Lâ- kin şehzade yakın, çok yakın bir saadetin hulyası içinde hissi zel- zeleler geçirmekte olduğundan sık dokuyup ince elemeğe lüzum gör medi: — Hay hay, dedi, bütün saray halkını huzurumuza © getirelim. Görünüz, tanıyınız. (Fakat ilkin üstünüzü değiştiriniz, yol kılığın » dan kurtarınız. Zaten kâhya kadın da ardında genç, güzel iki halayık olduğu hak de gelmisti emir bekliyordu. Şeh- zade, onları gösterdi: — Sizi - bekliyorlar,: buyurun, bile gidin. Evvelki gidişle bu gidiş arasın- da, Bafanın gururunu okşıyan, bü- yük bir fark vardı. İlk gidişte Ra- ziye hatun, âmir vaziyetteydi, o- nu mühimsemiyordu. Şimdi, iki halayık tarafından © koltuklanan, nazlı nazlı götürülen kızın ardın da ezile büzüle yürüyordu. Ha - mam dairesinde de ayni durumu taşıdı, kabuğunun hırpalanmama- sı mültezem bir badem soyuyor « AN muş gibi itina göstererek kızı el- biselerinden ayırdı, ayni ihtimam» In içeriye götürdi yapmıya koyuldu. Kendisi de, beraber getirdiği körpe kızlar da hamam kılığını #i- mışlardı. Bafayı sabünluyorlar, ke- seliyorlar, harıl harıl temizliyor. lardı. Fakat Raziyenin gözü bütün bu meşgaleler arasında sık sık ka- pıya kayıyordu. Cünkü içinde, gayzın karanlık ağzından düşmüş nurlu bir ümit vardı. Şehzadenin yavaş yavaş hamama gelip ken- dilerini seyredeceğini ve bu mah- rem temaşa Sonunda talih bu ya — kendinin iç güzelliklerini yahut yanındaki körpe güzeller « den birini beğenip — adını henüz öğrenemediği — şu terbiyesiz İrenk kızından feragat umuyordu, edeceğini alanın, teni de yüzü gibi hs. rika sayılacak kadar güzel- di. Beyaz renk azami letafetini bu taze bedende almış ve tabiat insan vöcudü yaratmaktak! kemelini bu genç bünyede teşhire © muvaffak olmuş gibiydi. Bu vücutta da kü « çük kelimesine siğmiyacak d cede kücük ölsün bir kusur Yı tu. Erkekler kader, kadınlar da ondaki perlak tenasübe parmak x- sırmaktan kendilerini alamazlar. dı. Nitekim Raziye kalfa gibi hınç beslemiyen 0 iki küçük halayık, önlerinde kanlı, canlı bir nur par- çası gibi açılıp saçılan hılkat be dlasını seyretmekten doyamıyor- lar ve ona temas eden parmakla- rına, şuur sendeleten bir tat bula- sıyormuş gibi gerip bir hazzın sarhoşluğunu yaşıyorlardı. Raziye de Bafanın, rekabet im- künlarından daima üstün kalmak müjdesiyle dünyaya geldiğine i- man getirmemiş değildi. Lâkin hıncına mağlüp olduğu için umul- maz tesadüllerden yardım bekli - yordu. Kendine hanımlık edecek olan #renk kızını o saadetten mab- | rum edecek bir talih cilvesine ru- | bunu açmaktan geri kalamıyordu. Bu ümit, tabintiyle, boş gir. Şehzaden”20111'uz en? edebilmek kudretine malik olan gözleri hamam buğuları arasında parlamadı, onun düşmüşleri, bir lâhzada kaldırmıya ve göklere bo- yun eğmiyenleri yine bir lihzada uçurumlara düşürmeğe muktedir sesi duyulmâdı. Yıkanma işi bitti ve Raziye hatun — yine kırgın, yine kızgın — Bafayı koltukladı, soğukluğa çıkardı. Orada hazine- dar usta “Haseki hazretlerini, bekliyordu. (Devamı var) tellâklığını | İ olaraktır. Bu İ mevcut olmamam İşminde vesait İmal ve İbir | Cihangirde İki sokağın ihale olunduğu, ve le görüldü. Kışın ça- ölen Sormağir s0- kağı acaba i bu behtiyarlığa malt için iki sene müktm ar edilmiş diğer sokaj naklolunarak or diği, ve bu esnada bütün sokak- temini için piyadeler halde, bu cihetle de bye mink insafa alınmadı. nde çekilen » srkıntıya İns inci bir #eriret vardır &i diğerin tamamiyle” umutturmaktadır. Bu da Be- yoğlu ile rabıta temin edesek bie « Aheak yaz evvel iken, ente Yolür me it temin edebiliyorsa #mdan bü geçidin kapı çikmak © ihtiyc: ne veyahut Dalmabah- rini tekibe mecburi- sokağa katiyen yon vesaire ötemabili, inemediklerinden, Bey: cihetinden gelen esyn ve mahrukat tesiyle İkt yüz metreden fazla messi lnmakta ve bu yüz“ den külli bir masraf İhtlyarına mecburi- İ yet hasıl olmuktadır. Cihangirde oturan karilerinieden rr “ !Telefon ücretleri : Evvelki gün bir yere telefon elim ve konuşmak istediğim zet yerinde olmadığı cevabını 'aldım; biraz sonra tekrar ara» dım, vine eyni cevab: aldım. Neticede her Iki mükâlemenin de ücretini öde- dim. Halbuki konuşmak istediğim adame la konuşamamıştım ve birnetice mükâ- leme de almamiş demekti. Böyle ol Ku halde mükâlene ücretinin alınması doğru ni Çan: Tarinbaşı 15 mumarada #mekli binbaşı Hakkı O TAN . Sefalet çekiyoruz * Sultan Selim Çukurbostanda 48 numara da bir batiçe ortasında oturuyoruz. Kö cam Çanakkalede şehit olmuştu. 7 şında bir de annem var, Aldığı ta burdan on sene evvel 150 liralık bir Teramilye “ila İekilmişti. * Şimdi hiç bie yardan on pera, gelirimlr. yok. Bize ; bile are günde 6 ekm mez mit Emine . Bakırköyün dört derdi: Bakırköyde oturmaktayım. Dört derdi- Kanalizasyon ve yeğ fabr n neşrettiği koku. İstan. bula yeni vali, Hakirkiiytine yeni kayma kam gelince evvelce barlamlar su mene lerinin bir an evvel halledilmesini bizim. gibi isteyenler olmuş, bunun & a kazılmakta olan ar- teriyen kuyularının açılma faaliyetine'hiz Bundan pek yakın bir zamana nakliye Bin müşkülât ie İdükicünda 524 zerine Çır- | Bakımsız Sokak mulmaktadır. Bu İş devam ederken diğer taraftan bozuk ekmek çıka kı nh etmek İcin derhal £ icap eder. Kanaliz#ryon işini de hemen halletmek Geçen sene susuzluk yüründen tıkanınca belediye tarafından nek Kanalizasyon —Yağ fab- ikası > Bakırköy... Nazif Tunalı . w (Usulsüz bir haciz : Lâleli Ordu caddesinde 270 numarıh senesinde bir bükkeliye mağazası &çlim. Geçenlerde ayni yerde daha evvel açılmış bir bakkal dükkân için 932 senesine sit bit borç için dükkâ- ima hnciğ konulmıya kalkıldı ben dükkân 934 te açmıştım arkerlik hizmetimi yapıyı vesikalara da İs 032 de dum ve bunu Hsczi geri al. y sonra yine ay- wlesl için tekrar rahatız e- Bana ait olmıyan bir borçtan dolayı İkide bir rahatsız edilmek ve meorurli rın yanlışlıklarını dözeltiirmek için gün- lerce uğraşmak doğru mudur? Lâleli Ordu enddesi 279 numarada Bakkal Kemal . Lokantaların pisliği: 30 nisan pazar gönü 18 JA 14 arasmda içlerinde bir de doktor bulunan birkaç ki- şi İle gehrimizin en iyi Jokantalarından biri olmakla şöhret bulmuş olan Beyoğ- Yunda lokantada yemek yerken köpeği "le bir bayan gekil ve köpeğine birim yediği- mix tabaklara yemek yedirdi, Bu tebil bizim Için pek iştah açıcı bir manzara olmadı. Bayan gi doktordan öğrendi: ki köpel bili tedavi bir Garson bize tabağı kırdığını temin eti Fakat kırık tabağı görmek için asm mutfaklara #ndiğimlz- halle kırık tabağı gözlermedi, Termiz Du dizim gelen ikm, Bi azsde-bu-lakantanı İda bu piziikten kurtarmaz 14 Tarık Ataman ———— — İOKTA I SAÇ SABUNU | Eczanelerden ve ıtriyat mağazalarından arayınız. kadar müsbet neticeler elde edileceği w-İ Günah Bende mi? s-* Yazan: Kerime Nadir — Şunları “Katerin,, sokağına kaça götürürsün? Diye sordu. — Çok uzak mı? Dedim. — Bilmiyor musun? Beş dakikalık yol. — Öyleyse (25) ruble isterim. Rus, öfkeli bir tavırla, bavulları içeri çekti: — Haydi işine gitl.. Şu fırsatı kaçırmamak ve az bile olsa cebime bir kaç para atmak için, hemen sordum: — Siz ne vereceksiniz?.. — (8) rublel., — Pekâlâ! Bavulları yakaladım ve adamın arkasından yürü. meğe başladım. Yürüdüğümüz cadde geniş ve elek- trik lâmbalariyle aydınlanmıştı. Omuzlarımı çö 'kerten ağır yükümle, bir takım sokaklara girip çık» 'tıktan sonra, bir köşe başında, (güzel bir binanin kapısında durduk. Bavulları bırakınca, Rus (8) rubleyi avucuma koymuştu. Bu hareket, zedelenmiş gururumun baş kaldırmasına bir işaret demekti, (Birdenbire avu- cumdakl parayı, herifin kafasına fırlatmayı düşün- düm. Bu düşünce, şuuruma 6 kadar eni saplanmış» tı ki, hemen icra edivermekten korkakarak süratle geri döndüm ve koşarcasına istasyona geldim. Bir de ne göreyim?.. Şerif şaşkın şaşkın, oraya buraya, koşarak beni aramıyor mu?.. Karşıdan işaret edince, yanıma geldi: — Neredesin Allah aşkına?.. Yüreğimi oynattın! Dedi. Meseleyi anlattım. Yüzü derhal değişti; fena hal- de kızdı: — Sen deli misin? Hiç itibarın, haysiyetin kak madı mı?. (8) ruble alacağım diye, insan hamalli ğı kendine lâyık göürür mü?. — Adam sen del. Kimden utanacağım?.. Cebim- de kaç param var?..” İleride dileneceğimizden kor- TEFRİKA No. Kuyorum.. Şerifin başı önnne düştü, Derin bir düşünceye dalmıştı. Bu ihtimali, ilk defa hatırlamış olduğunu anladığım için ben de, susuyordum. Bir müddet böyle sesiz durduktan sonra, birdenbire dedi ki: — Kuzum, biz nereye gidiyoruz?. — Tren nereye götürürse,, — Orası, neresi?. — “Semipalatinsk,, isminde bir şehir; — Peki, bu şehirde ne yapacağız?.. — Allah bilir. Elbette aç kalmamıya gayret ede Tiz... — Hep orada mı oturacağız?. — Malüm değil!.. Benim niyetim Çin hududuru aşmak. — Süphanallah!.. miz var?. — Tehlikeden uzaklaşmalıyız.. Ne kadar serbesi olursak, o kadar rahat çalışabiliriz... — Demek, şimdi Çine gidiyoruz? — Ya nasip!.. Şerif, öfkeli bir ümitsizlikle, yumruklarını sıkı- yor, dişlerini gıcırdatıyordu. (o Garın parkeleri üze- rinde, bir aşağı, bir yukarı gezinmeğe başladık. Gözüm, dalma santteydi. Nihayet bir düdük sesi duyuldu. Ve çok geçmeden tren göründü. Lokomo- tif, soluyarak yaklaşıyor, tekerlekler yavaşlıyordu. Bu sırada Şerif, telâşla öne atıldı. Birdenbire ne olduğunu anlıyamadım. Âdeta arkasından biri it miş gibi, üçüncü mevki vagonlardan birine doğru koşuyordu. Hemen yetişip, eteğinden çektim: — Canım ne ölüyorsun? Durmadan trene binilir mi? — Binilir ya!.. Şu vagonu boş gördüm. Çabuk girelim de, içeriye başka kimseyi almıyalım.. Bu çocukça heves beni güldürdü. Dünyanın öbür ucunda ne İşi- — Buna ne lüzum var?. Diye sordum. Hem vağo- nu bize bağışlıyacaklarından &miy imisin?.. — Elbette!, Münasebetsiz yolcuların, beni sinir lendirmelerine tahammül edemem.. — Haydi, gevezelik etmel. Yol arkadaşlarile da ha ziyade eğleniriz. Vagona girdik. Lâkin Şerit, yanlış görmüştü. Zi ra içeride iki kadınla bir erkek yolcu vardı. Arke işim boş bir kompartimanı göstererek; — Şu tarafa oturalım, dedi. Ben, açık bir pencerenin önünü işaret ettim: — Burası daha iyi!.. Hem dışarıyı seyrederiz.. Aramızda bir münakaşa başlamıştı. Sözü uzat mamak için hemeri yürüyüp yolculara yakın olan pencerenin önüne oturdum. O da beni takip etmeğe mecbur oldu, Tren hayli yol almıştı. Çok geçmeden iki tane memur göründü. Derhal kalbim çanpmağa başla mıştı. Evvelâ bizim yanımıza geldiler. Birisi rusça; — Biletleriniz? Dedi. Uzattım. Muayene edip kestikten sonra, yüzüme bakarak sordu: Vereye gidiyorsunuz?. 'Semipalatinsk,, e. Ne yapmak için?... Ticaret!, Arkadaşınız da beraber mi?.. Evet! —-Nerelisiniz?.. — Kafkasyalı!.. — Nüfus tezkerelerinize bakalım; Şerife bunu söyledim. Ikimiz de çıkanp uzattık, Bizimle konuşan memur, ikisini de elıp açtı, Lâkin bir göz gezdirdikten sonra, (yanındaki arkadaşına vererek: — İyi bak bakalım, dedi. Her halde kendi, yalnız rusça biliyordu. Oteki memur tezkereleri (o dikkâtle muayeneye koyuldu. Yüreğim titriyordu. Fakat kayıtsız görünmeğe gay- ret'ediyordüm. Hele Şerifin “Fatma Hacer, ismi nazarı dikkati celbedecek diye ter dökmekteydim. Nihayet tezkereleri geri verdiler ve diğer yoleu- Jara gittiler. Geniş bir nefes almıştım. Şerif te ars tık yer kavgasını unutmuş görünüyordu. Yavaşça: *dahıyordum. 7 O kadar tütün neler sordu? Dedi. Anlattım. Dudağını bükerek” — Sersemler!.. Diye mırıldandı, Memurlar gittikten sonra, karşımızda oturan ef kek gülerek dedi ki: — Affedersiniz mösyö. — Biraz evvel Kafkasyah olduğunuzu söylediniz. Lâkin Kafkasyanın yerli halkından misiniz; yoksa esas Türklerden misiniz?. — Yerli halkındanız.. — Yal, — Niçin sorunuz”. — Merak ettim. Biz, Türkleri çok severiz de. Herifin cevabı bana biraz müstehzi geldi. Galiba bizim kaçak asker olduğumuzu sezmişti. Endişeye düşmekle beraber, fütursuz ve samimi davranmak istedim: — Alâkanıza teşekkür ederim mös Bu esnada kadınlardan yaşlıcati söze karıştı! — “Semipalat,, a ne ticareti için gidiyorsunuz?. — Deri ticareti için.. Orada ?aten bir şerikim var, — Çok iyil. Bahsin umumileştiğini gören Rus, yanındaki ka- dınları biz takdim etti: — Annem ve karım!,, Ben, Şerife dönerek: iyor musun? Ahbaplık İlerliyor, dedim. Sonra”yoleulara: — Arkadaşım rusça bilmez.. Diye ilâve etim Genç kadın kocasına bükarak fransızca: — Ihtiyar ne garip adam değil mi? Dedi. Ve men- dilini ağına tutarak gülmeğe başladı. Fakat yaşlı kadın, şüphesiz kaynana olmanın verdiği mütehak- kim bir tavırla: — Gülecek ne var?.. Yine çocuk olma! Diye geli- nine çıkiştı. Öteden beriden konuşmıya başlamıştık. Erkeğin adı “Lanskoi Patlomkin,, di. “Barnaul, da küçük bir fabrikanın usfabaşısı bulunuyordu. Beş senelik evliydi. İki yaşında bir kızlari ölmüş, bir daha da çocukları olmamıştı. Zavallı talihsiz baba, bunları acı bir lisanla anlatırken, kalbimde sancıyan bir nokta beliriyordu. Hayalim ve düşüncelerim uzak» lara gidiyor; mânasız ve münasebetsiz hatıralara (Devamı Var)