Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 28 Murat Rica Etti Bu Küçük Melek Dinini Değiştirmiş Dinimizde Zor ve İkrah Yoktur, Müslüman Olursa Sarayımızda Kalır nun için şu müinimini me- leğin de islâmâ dinine girmesi lâzımdır. Madem ki beni seveceğini söylüyor, dinini terket- sin, sevgisini ispat etsin. Ve Cafer, kelimesini değiştir « meğe imkân görmediği bu emri, italyancaya çevirmeğe hazırlanır- ken, derin derin içini çekerek ilâ- ve etti: — Dinimizde zor yoktur, ikrah yoktur. İsterse müslüman olur, isterse olmaz. Fakat burada kal mak için mutlaka bizim dinimizi kabul etmesi icap oder. Buraları ni da — onu korkutmadan, gücen- dirmeden — anlat! Cüce, büyük bir dikkatle terci me işini yapmıya başladığı sırada şehzade Murat için için terliyor ve yine için için titriyordu. Çün- kü Venedikli güzelin, öbür hala- yıklar gibi, uluorta açılan kücak- lara körü körüne düşecek, otur denilen yerde deve yavruları gibi çöküp; kalk, denilince de sıçrayıp kalkacak soydan olmadığını sezin- semişti. Şu halde onun, dinini ter- ke riza göstermemesi de muhte- meldi, Şimdi, bu ihtimal tahek- kuk ederse, kendisi ne yapacaktı? Saray ananesine hürmet göstere- rek, henüz ağız tadiyle tek bir bu- sesini bile alamadığı, bu eşsiz gü- zeli sürüp kovacak mıydı, yoksa padişahın itibarına ve bütün mem- leketin nefretine göğüs gererek Onu yanında alıkoyacak mıydı?.. B irinei şıkkı kolaylıkla kabi edemiyeciğini © anlıyordu. Çünkü kızı — aşk denilecek ks- dar kuvvetli bir duyguyla — se- viyordu. Kalbinde bir çıralaşma duyuyor ve Bafanın gülümsiyen bir bakışından, pırıldıyan bir te- bessümünden, hattâ somurtuşun « Şehzade, buralarını kestirmek şöy- le dursun, hattâ muhakeme bile edemiyordu, Ancak Bafadan — din ayrılığı yüzünden de — ayrılmak kudretini kendisinde bulamıyor» du. Fakat ayrı bir din taşıyan ve islâm dinine girmesi hakkındaki teklifi reddeden bir kadını da ya- nında tutmak ta, kendisine felâ « ket getirebilirdi. Buna ne anane, ne muhitin müsamaha seviyesi müsaitti. Şu takdirde ne yapma- Lydi ve ne yapabilirdi?.. Muradın hatırına bir aralık A- daş dedelerinden ikinci Muradın nikâhlısı bulunan Sırp prensesi Mara geldi. Fatih Sultan Mehmet, babasının ölümiyle tahta çıkınca, övey anası bulunan ve dul kalmış olan bu prensesi öz yurduna, Sirp iline yolladı ve kadın orada eski dinine avdet ederek yaşamıya baş- ladı, Demek ki, Türk sarayına ge- lip te, dinlerini değiştiren kadın- ların bu ihtidaları samimi değil di. Hele yaşla biraz ilerlemiş, bü- lüğ çağına varmış kızların dinle rini gerçekten değiştirdiklerine i- nanmak çok güçtü. Bafanın, dini- ni bırakmakta israr etmesi ha- linde, onu zorlamıyarak ve hiris- tiyan olarak yanında alıkoymak, bir sual vukuunda da prenses Ma- ra misalini ileri sürüp müdafas- lar yapmak 'acaba mümkün değil miydi? (1). ehzade Murat, ömrünün bel- ki ilk ıztiraplı dakikasını du. Zihninde sıralanan bu kâbusun pençesinden kur- tulmak için, gözlerini Bafanın ağ- zına dikerek verilecek cevabı bek- liyordu. İtalyanca bilmediğini u- nutmamakla beraber, kızın dudak- larında belirecek yumuşaklığa ve- na kadar sükünla dinledi, ne te- lâş ve ne hayret gösterdi, öyni sükünet içinde şu cevabı “verdi: — Aşkın dini olmaz. Daha doğ rusu aşk, tabiatın en dürüst dini- dir. Prens hazretlerile biraz önce, aşka doğru yürümeyi kararlaştır mıştık. O halde bu teklife ne lü- zum var? Murat, şiirle ve tasavvufla da — kalabalığı uymak, halka hoş görünmek için — uğraşırdı. O se- beple hakiki ve mecazi aşklar hak- kında hayli şey biliyordu. Lâkin aşkın, o güne kadar bu derece gü- zel bir ağızla tarif olunduğuna $a- hit olmamış, hele rüsvaylıktan i- baret olmak üzere tanıtılan aşkın bütün insanları koynuna alabile » cek kudrette bir din olarak ta ka- bul olunacağını duymamıştı. Ca- ferin yaptığı kuvvetli tercümeden derin surette heyecanlandığı için Bafanın cevabını küçük boylu ter- cümana bir daha ve bir daha tek- rarlattı, sonra derin derin düşüm meğe koyuldu. Yaşı küçük, buluşları — kıymet» çe — pek büyük olan şu Venedik dilberi, onun en hassas tarafını iş- te yakalamıştı. Çünkü o, fani ha- yatta, aşktan başka ruhu alâka- landıracak bir zevk bulunmadığı- na inanırdı. Aşk, bu genç şehzade için, yegâne hakikat olup, ondan gayri her şey, her düşünce, her iman sarih birer yalandan İbaret. ti. Aşk, güneşe ve başka zevkier birer yıldıza benzerdi. Nur ve ha- yat güneşteydi, ötekiler — haki- katte mevcut olmıyan — sahte bi- rer ışık içinde, yalancı bir varlık taşıyorlardı. Güneş, olmasa ay ve o milyon milyon yıldız nasıl bir hiç olup kalırsa, aşkın yokluğu ha- linde, bütün beşeri zevklerin de sıbra münkalip olması muhak » kaktı, TAN letlerin aşka bağlı birer basit te- celliden, denizdeki köpükler gibi hem var, hem yök sayılacak şey - lerden ibaret olduğuna on kat, yirmi kat çoğalmış bir imanla i- hanıyordu. Çünkü Bafa, aşkın &- zametini kabul ediyordu. Ve her idrâke kolay kolay sığmıyan o ar amet, bu güzel ağızda maddelej- miş, nurani bir hakikat oluyordu. Fakat aşk, tende can, çiçekte ıtır gibi sezilip te, tarif olunamı- yan ilâhi sırlardan, samadani mu- ammalardandı. Taallük ettiği ru- hu kemale ulaştırmakla beraber, o ruhun mahfazası olan bedeni ekseriya alil eder, zelil eder. Td râke cilâ, kalbe garip bir istiğna verdiği halde, ışığına lâyık gör- düğü kimseleri hemen hemen dai- ma, derbederliğe. sürükler, eder. Böyle her kudretten üstün bir kudreti kavramak hüner, din olarak tarif etmek marifeti, İa, işte bu hüneri ve bu marifeti de gösteriyordu. Duygu ve sezgi bakımından çok olgunlaşmış Ol duğunu ispat ediyordu. Murat, bizzat aşk kadar güzel olan kızın, bu pek yüksek hassa- i karşısında (o basit bir ruh, kalp bir kalıp gibi görünmek iste- medi, aşk dininin “hak,, olduğu- na çok iman ettiğini (o göstermek gayretine düştü, daha doğrusu cezbeye kapıldı, yerinden fırladı: — Güzel kız; güzel kız, dedi, aşkın din olduğunu — ilk sezenler biziz, hattâ o din için dört değil, belki dört yüz İncil de yazmışız. Şu okuyacağım âyetler de, o İn- gillerin birinden alınmıştır. Ve biraz durdu, Bafanın gözle- rine bakarak heyecanını alabildi- ğine kuvvetlendirdikten sonra, ta- zarruat sahibi Sinan Paşadan şu mensur şiirleri okumaya başladı: “Dünya gariptirp. Kedi gibi do- şurduğunu kendi yer. Köpek gibi yaltaklandığını ısırır. Dünya ki- minle ahdetti de, yine bozmadı? Kiminle akdetti de, yine çözme - di?.. Kimdir ki, bu âlemin revacı- nı kesatsız, sulâhını fesatsız, yük» selişini inişsiz, inişini oyokuşsuz, sulhünü cidalsiz, devletini zeval siz, ferahını belâsız, sevincini mih- netsiz ve iptilâsız, bekasını fena- S2, gınasini inssıZ; Himâlini gati- siz, lezzetini elemsiz, şerbetini 20- hirsiz, lütfunu kahırsız, azizini me- zelletsiz, bahtiyarım zilletsiz, vus- latını fıraksız, dostluğunu nifaksız görmüş ola?,, sefil (Devami var) (1) Falih Sultan Mehmet tahta çıkar çıkmaz - korkunç bir ihtiyat tedbiri olarak » iki yaşındaki kardeşi Ahmet - | 304-939 —--- Beden Terbiyesi Genel Direktörü Silifkede ney a e ER General Cemil Tahir gençler arasında Silifke, (TAN) )— Beden terbiyesi genel direktörü 'General Cemil Tahir buraya gelmiş ve spor ve gençlik te- şekküllerini teftiş etmiştir. General gördüklerinden memnun olmuş vo çalışmaların temadisini istemiştir. Harp Mükellefiyeti Kanunu Angaryayı Ankara, 29 (TAN Muhabirin- den) — Büyük Millet Meelisi encü- menlerinde tetkik edümekte olan harp mükellefiyeti kanunu pek ya- kında Meclis Heyeti, Umumiyesinde müzakere edilecektir. Memlekette umumi veya kısmi se- ferberlik ilân edildiği vakit alelâde vasıtalarla elde edilemiyen bülün askeri Mhtiyaç veya bizmetleri bu kanunun hükümleri dairesinde yap- malarını hükümet vatandaşlardan istemektedir. Hükümet tarafından vatandaşlara yükletilen tekliflerin mahiyeti sekiz noktada tesbit edile- bilir, 1 — Orduya lâzım olan yiyecek ve giyecek maddeleri ve sıhhi mad- deler, 2 — Ordu için barınacak yerler tedariki, 3 — Ordunun istifade edeceği bü- tün nakliye yaşıtaları, - 4 — Bazı şartlar altında yaralıla- I «lara bakmak mükel yeti, 5 — Askeri yaş içinde olup ta mevki ve vaziyetin icabı hizmetler- den istifade zaruri olan şahısları ça- lıştırmak, 6 — Anbarlardaki ticari eşya, 7 — Madenler, 8 — Şirketlere ait demiryolları ile su vasıtai nakliye şirketleri ve Hi- orduya yarar Kaldırıyor cektir. Yapılan her teklifin fiyatı ve her hizmetin ücreti muhakkak öde- necektir. Orduca tevzi edilen bu mü- kellefiyet her vatandaşın hal ve va- #iyeti ve ordunun o zamanda ve o mevkideki ihtiyaciyle mütenasip o- lacaktır, Kanunun tatbiki için her yerde komisyonlar teşkil edilecek ve mükellefiyetin tatbiki bu komis- yonlar vasıtasiyle yapılacaktır. Alı- nan malların fiyatları, aşağı yukarı umumi ahkâmın ruh ve zihniyeti içindedir. Takdir edilen bedeli mu- vafık görmiyen mal sahibine, itiraz ve mahkemeye gitmek hakkı veril- miştir. Buna mukabil, âmme menla- atinin istilzam e! iği bu kutsi ve- cibeyi ifada gevşeklik gösteren ve ondan çekinenler veya suiistimal e- derler hakkında da pek tabii olarak ağır cezelar tertip edilmiştir. Kanun umumi şekilde mütalâa e- dilirse, artık Cümhuriyet zihniyetin- de angaryanın tamamiyle ikaldıml. İdrin ve ferdin hakkı âzami surette göz önünde tutulduğu görülür. Pele izli Tirebolu Köylerinde Kooperatifler Tirebolu, (TAN) — Beda ve Espi- yede bir kaç yıldanberi açılmış olan ziraat kredi kooperatiflerinin '#ylü- lerimizi bir çok sıkıntılardan kurtar» dan o çıralaşmış kalp, ateş alıp alev alev yanıyordu. Bu bir aşk, bir tutkunluk, bir sevda, bir şeyda- > lık başlangıcı mıydı? Yoksa koz gın bir iştiha alâmeti miydi? s.a... Günah --- Yazan: Kerime Nadir Birdenbire yukarıdan bir cam sürüldü ve yüzünü göremediğim sakil bir Ermeni sesi; — O terbiyesiz kimdir ki, kapıyı bağırdı. — Benim mösyö!. Bir misafir. — Misafir mi ,, Yalan edeorsun!.; 1 Vallahi sahi!., Gel de görürsün. Ayni ses, ermenice bir küfür savurarak cami in- dirdi. Ve bir dakika sonra merdivenlerde bir ayak pıtırdısı duydum. Kapı gürültüyle açılmıştı. Karşıma çıkan, ferah ferah seksen yaşında, uzun bir gecelik entarisi gi- yinmiş, omuzlarına iğreti bir dikişli hırka almış, aksi suratlı bir ihtiyardı. Siyah iplikle kulaklarına iliştirdiği gözlüğünü düzelterek. dikkatle beni süzdü. Suale meydan bırakmadan, kasabadaki Tatarın yazıp verdiği bir tezkereyi eline tutuşturdum. Kâ- ğıdı açıp tâ burnunun ucuna kadar yaklaştırarak, okuduktan sonra: — He, hel.. Biz onun ilan kavillendik idi.. Hoş geldin.. Buyur.. Buyur. Diyerek beni içeri aldı. Merdivenler geni; Juydu, Orta kata çıktığımız zaman, ermeni dönerek; — Üç gün var ki, buraa sizden birisi daha gel miştir.. Aman o ne kıyak adamdır.. Sanırsın ki, de- Tidir.. Kendi kendine dırlanıp duruor.. Dedi, Gülmemek için, dudaklarımı ısırarak; — Daha burada mı? Dedim, — Buradadır yal.. Bir yere de savuşmağa hiç nl yetli görünmeor.. Gıcırtıyle — açılan bir kapıdan, küçük bir odaya girince, arkası dönük namaz kilan pejmürde kılıklı bir adam gördüm. Üzerinde yerli köylülerin giy'n- diği boz renkte bir esvap, başında, ne renk olduğu belirsiz, bir keçe külüh vardı. kıroor?.. Diye ve toz- bana ya sertliğe bakıp, cevabın hoş mu, nahoş mu olduğunu anlıyacağma itimat besliyordu. Bafa, cüce Caferin büyük itina ile yaptığı tercümeyi sonu- Ermeni, kuru tahta üstünde duran ve odanin bi imdi o hakikate, yani aşkin beşeri hayatta tek “varlık, oluşuna ve var görünen başka ha- bir TEFRİKA No. 40------* ricik döşemesi olan geniş bir ot minderi göstererek, oraya oturmaklığımı işaret etti. Galiba yorgunluğu- mu çıkarmak için bu pufla döşekte geceliyecektim? O tarafa doğru ilerledim ve yavaşça, minderin ke- narına iliştim. Ermeni kapıyı çekip gitmişti. Yüzünü âyıkile göremediğim, yoni arkadaşım bir türlü namazını bitiremiyordu. Nihayet selim verdi ve döndü. Lâ kin, bir anda ikimiz de hayret içinde kalmıştık. Çünkü ben, onu tanıdığım gibi o da, beni tanımıştı. Bu adam, bizim eski aile dostu Şerifti, Şerif, yerinden fırladı. Kollarını açarak, üzerime atılırcasına gelip: — Ah, Halük Beyciği Buralara nasıl geldin?., Diye ağlamağa başladı. Zavallı adam, bir kaç s6 ne içinde, pek bozulmuş, zayıflamış ve yaşlanmıştı. Sakal da salıverdiği için yüzü, hiç tanınmıyacak bir hale gelmişti. — Ya sen, buralarda ne arıyorsun? Dedim. — Ah sorma!.. Neler çektim neler!., Bu harp te, €saret te yerin dibine girsin!. — Kaçtın hal. : — Çok şükür.. Ama nasıl olduğumu bilsen!,. Sana bunu uzun uzun anlatayım da dinle!., — Yek. Şimdi dursun.. Başka zaman anlatırsın.. — Peki. Ama sen ne kadar zayıflamış, sararmış- sın.. Saçların da ağarmağa başlamış. Vah <evgili Halâk Beyciğim.. Kimbilir sen de, neler çekmişsin. dir... — Elbette!.. Esaret bu!,, Sen nereye gideceksin? — Belli değil!.. Niyetim kovuluncıya kadar bura» da kalmaktı... — Hiç öyle şey olur mu?.. Paran var mı? — Az bir şey. Garnizondayken biraz biriktirmiş- tim. İyi kalpli bir arkadaş ta üstüne ekledi. Sen nerelerden çıktın?. Çelebiyi boğdurttuğu ve an İsfendiyar kizin: beylerden Anadoluya sürdüğü gibi babasının en sevgili zevcesi ve Sirp Prensesi Marayi ds bir ired tahsisi jle Sırbistana yolla- muşta. (1481) ni Icra Vekilleri manlar idaresi (tekmil kadrosu) ile. Harp mükellefiyeti tatbik sahasına geçebilmesi zamanı- Heyeti tayin ede- ratifler açılması kararlaştırılmıştır. makta olduğu memnuniyetle görül müştür, Doğancı, Güce, Ortacami ve Camiyanı köylerinde de böyle koope- kanununun lâ!.. Hangi garnizondaydın?.. “Irkutsk,, ta... Hep orada mı kaldın?.. — Hayır! Evvelâ “Krasnoyarsk,, taydım. Sonra ihtilâl dolayısile öbür tarafa sevkettiler.. — Hiç tanıdıklardan kimseye tesadüf ettin mi?. — Hayır! Tik defa seni gördüm. Göğsüm derin bir ahla doldu. Şu adamdan bir haber, bir tüjde mi umuyordum ocaba?.. Kısa bir süküttan sonra, o devam etti: — Istanbuldan, ailenden bir haber alamıyorsun değil mi?.. Zavallı Nüvid hanım, kimbilir ne kadar merak ve üzüntü içindedir. Birdenbire, bu adamı terslemek ihtiyacını duv- dum. Fakat, safiyane sualinde hiç bir maksat bu- lunmadığını düşünerek, kendimi tuttum. O, hâlâ söyleniyordu: — Ah canm © imemleketim. Ne kadar özledim bilsen.. Bülbülü altın kafese koymuşlar da, nani ne demiş?.. Hoş, bulunduğumuz yerleri, altın kafese benzetmek te gülünç ya! — Evet, fakat bu sözlerle «endimizi (o büsbütün Üzmeğe değmez Şerif!.. Elbette bir gün döneceğiz. Şimdi halimizi ve yapacağımız şeyleri düşünelim. — Elimden gelmiyor Halük Bey. Haydi beni bi- rak.. Ya senin halin!.. O güzel yalıda türlü nazla, gözbebeği gibi büyüdün.. Ipek döşeklerde yatar, bir giyindiğini, bir daha giyinmezdin., O saltanat ney- di? Bu sefalet ne? Ellerini yüzüne kapıyarak, tekrar ağlamağa baş- Tadı. — Bana bak Şerif, dedim. Biz şimdilik asiriz. Bu geçici bir hal. Yine o günlere kavuşmak mümkün!.. EElverir ki, vatana sağ salim dönelim.. Bu sözleri söylerken, hem onu, hem kendimi al dattığımı biliyordum. o Benim için artık saadetin mânası var mıydı?.. . Bu düşünceyle, bir kahkaha savurmak İstedim. Fekat hançeremi yakan bir hiç» kırık, buna mâni oldu. Bu sirada, bulunduğumuz odanın çatlak ve kirli camlarını iri yağmur taneleri dövmeğe başlamıştı. Şerif hemen, pencereye giderek bir an dışarıya bak- tı. Sonra, başını sallayıp: — Bu yağmur, bir kaç gün devam edeceğe ben- zer.. Iyi ki, bir çatı altındayız, dedi, — İsterse bir ay devam etsin, dedim. Bizi yolu- muzdan alıkoyacak değil ya!.. — Aa!.. Sen gitmek fikrinde misin?.. — Iki geceden fazla, bu 159ız köyde kalamar; — Peki, ben ne yapacağım?.. — Benimle beraber gelirsin. Bundan sonra tek- rar ayrılacak değiliz ya!,. — Nereye gideceğiz?.. — O kadar çok sual sorarsan, bozuşuruz. Nereye götürürsem, gelirsin.. Şerif sustu. Iki kişi seyahat etmek tehlfkeliydi ama, bu zavallı adamı, birakıp gidemezdim. Bu si- rada, odaya giren ev sahibi ermeniye, midemi gös- tererek: — Bize biraz yiyecek tedarik et bakalım, baba- ki. Dedim. Ve açtığı avucuna bir kaç ruble koy- dum. Herif derhal çıkıp gitti, Akşam yaklaşıyor. du. Şerife dönerek: — Sen gece nerede yatıyorsun? Diye sordum Ot minderi göstererek: — Orada! Dedi, Ve derhal ilâve etti: — Ama, bu gece yerde yalarım. Seççademe sa- rıpdım mu. Gel keyfim gel... Seççade dediği, yere serdiği ve biraz evvel üstün- de namaz kıldığı eski ve yırtık bir paltoydu, Gük mekten kendimi alamıyarak: —'Tam bir genç döşeği. Zavallı Şerif, dedim — Elbette gencim, dedi. Elliye merdiven daya- makla, gençlikten bir şey kaybedilmez kil. Sonra kapıyı işaret edip, yakasim silkti: — Aman şu pis herif!.. Oyle zıttıma gidiyor ki! Aksi, lânet bir şey... — Ama, oda, senden şikâyet ediyor. — Halt etmiş!.. Yaptıklarım bir bir anlatırım, ne derece haklı olduğumu anlarsın... — Şimdi vaz geç te, sonra anlatırsın. Çok sürmeden ermeni döndü. Biraz ekmek ve peynir, biraz da çiroz almıştı. Şerifin öfkeli bakışlarına ehemmiyet vermiyerek onu da, soframa aldım ve karnımızı doyurduk. O gece, boş sigara paketimin üstüne yapıştırdı- ğım mumun İanesiyle, güzel yataklarımıza kıvrdıp, uyumuştuk. (Devamı vav