Hoca Mesudun uklaları Ga ğiz Sultan Mehmet devrinde adı her ağızda gezen bir ho- <a vardı: Mesut Efendi!. Bu hoca —R leri G okumasına, meselâ ar- Mudu ağmut, Ramazanı gamazan diye telâffuz etmesine rağmen— #ert ve dürüst söz söylemekle şöh- Tet alınıştı. Diliyle herkesi korku- tuyordu, sarayhları bile titretiyor- du. Acaba o, göründüğü kadar doğru özlü ve doğru sözlümüydü?.. Burası şüphelidir. Çünkü umulmı. Yan taşların altında cndan eser, hatıra gelmiyen yerlerde yine on- dan iz bulunurdu. Her yere girip çıkardı, her entrikaya parmak ka- Yıştırırdı, bütün karışıklıklarda —açık veya gizli— rol oynardı. Fakat sert sözlü olduğuna şüp- he yoktu, Sadrazam Gürcü Meh- met Paşaya, Padişahın yanında, “bunak!, diye bağırmaktan çe- Nüfuzu da çok büyük- ti. Başta Sadrazam olmak üzere bütün devlet ricalini kukla gibi oynatırdı ve hoşuna gitmemiye başladıkları gün —kimine cahil, kimine hırsız adını taktığı— o kuk laları kırıp atardı, yerlerine İste- diği adamları getirirdi. Kendisi Anadolu Kazaskeri idi. Osmanlı saltanatınm inhitat de- Yirlerinde muvazeneli bir bütçe Yapmayı düşünen biricik adam ol- mak şöhretini taşıyan Tarhuncu Ahmet Paşayı Sadrazam yaptıran © idi, sonra zavallıyı kündeden yi- ne o attı ve öldürttü. Beviturmi ve diliyle her- Kesi korkutmasına rağmen yeniçerilerle gayet iyi geçinirdi, De sayet ey AEleiMğli ğe ne? Fakat ulemariiyodetikâbi; “hir. liği artık alıp yürümüştü. Sert söz bu kirli cereyanı durduramaz- dı, bazan bir cesur adam çıkıp bü- yük hocaların hırsızlıklarım hu- dutsuz hırsızlıkların yüzlerine vu- ruyordu. Meselâ Mevkufatçı Ab- dullah adlı biri bir divan günü iki kazasker ve şeyhislim hazır iken kubbe altına gelmiş ve sadrazamı 8- tekliyerek: “Allah şu efendileri üs- tümüzden eksik etmesin!, demişti. Sadrazam bu yersiz duanın sebe- bini soruncadaşu Sözleri söyle- miştiz — Sultanım! Biricik oğlum hum- maya tutuldu. Biniliç yaptım, fayda vermedi. Sonunda: “Ey sıt- ma, şu çocuğu bırakmazsan Ana- dolu Efendisi İmamzadenin gü- nahları boynuna Olsun!, dedim. Humma illeti o saat çocuğu bi- raktı. Sadrazam, Vezirler, Şeyhislâm ve bizzat İmamzade gülüyordu. Sadrazam o neşe içinde sordu: — Ya, niçin Rumeli Kazaskeri- nin günahlarını havale etmedin? Mevkufatçı, büyük bir ciddiyet- le cevap verdi: — Yok, Sultanım, onu böyle kü- çük şeylere sarfedemem. Oğlumun tauna yakalanmasına saklıyorum. M esut Efendi bu maskaralıkls- rm önüne geçemedi. ideri ve siyasi dolaplar içinde bir aralık muvazanesini de kaybetti, Şeyh's- lâmlıktan düştü, Fakat o, elinden kaçan nimeti kolay kolay biraka- esk bir adam değildi. Bir müddet açıkta kaldıktan sonra meşhur Çi mar vakasından istifade etti, ihti- lâlcilerle uyuştu (1), onların yar- dımiyle ve ısrariyle tekrar Şey- hislâmlığa getirildi. Lâkin bu ge- liş eskisi gibi şerefli değildi, sa- ray kendisinden kuşkulanıyordu, gocuruyordu. Bununla beraber O, yine plânlar çevirmekten geri kal- madı, yeni bir Sadrazam tayini için yapılan müzakerelerde devle- tin menfaatini düşünmedi, “alık bir Türkmendir, kolay idare olu- nur!,, diye boynu yaralı Mehmet Paşayı Sadrazamlığa getirtti, Halbuki onun, ağzıma gem vu- Tup dilediği yere götürmek istedi- ği Türkmen vezir ilk hamlede ken- disini yere vurdu, Avcı Sultan Mehmedi tahttan indirmeyi tasar- lamakla itham ederek azlettirdi ve Diyarbekire sürülmesine emir al- dı, 1655 senesi < Termuzunda Kendisine çü yığa atmışlardı, Diyarbekire git- mek üzere Mudanya iskelesine çı- karmışlardı. Sürgün boca, Mudân- yadan Bursaya gitti. orada kaldı. Çünkü yollar emin değildi, her ta- rafta çeteler vardı. Bu sebeple ay- Nklı muhafızlar tedatik etmek ve o devrin tâbirince bir bayrak sek- ban yazmak istiyordu. idi. akat insanın bahtı tersine dönmiye dursun, her yerde bir belâ yüz gösterir. Mesut Efen- di de Bursada candan bir düşman- la karşılaştı: Kadı Ruhullah!.. Bu adamın sabık Şeyhisiâma büyük hıncı vardı. Onun silâhlı muhafiz- lar tedarik etmiye koyulduğunu görünce Istanbula haber uçurdu. şöhretli sürgünün Bursada ayak sürüyüp | Istanbuldeki zorbaları kışkırımıya çalıştığın: bildirdi. Bu nun üzerine bir zamanlar dilinden o kadar korkulan Hocszadenjn ida mma ferman çıktı. Fermanı Bursaya gi Kadı Ruhullah Efe ğıdı gizlice eline verdi, hemen mahkemeye geldi, kendi emri altında çalışan Şikârileri si- lâhilandırdı, sürgün Şeyhislâmın misafir sfetiyle oturduğu Meali zâdenin konağına yolladı. Mesut Efendi yüksek bir köşkte sade bir gecelik takkesiyle otur yordu, meyva yiyordu, ev sahibiy- le dereden, tepeden konuşuyordu. Bayrsm ayının on birinci gecesi olup ay ışın Kuvvetliydi.. Mesut Efendi bu ışıkla sokakta toplanan kalabalığı gördü ve başına bir ço- rap örülmek üzere bulunduğunu sezdi kadı da , bütün hayatında ispat etti- ği veçhile cesur bir adam- dı. Hain bir baskına uğrıyacağını anlar anlamaz —yola çıktığından- beri yanından ayırmadığı— kılıcı çekti: i .—— Kimdir bu herifler, divar di- binde işleri Be? Diye bağırmıya girişti. Şikâri- lerde eve girmişlerdi, hücuma hazırlanmışlardı. Fakat Efendiyi dal kılıç görünce korktular, mer- diven başında kümelendiler. Ne- der sonra üç beş tsnesi cesaret - Yazan: « M. Turhan TAN gösterdi, yastık ve minder gibi şeylerden kalkanlar yapılarak o- lı bir mücadele başladı. Mesut Efendi İasmı parçalamadan ölmedi, yüre- ği ve bileği pek bir adam olduğu- Şener - ölüsüne çektirildi. Çünkü adamla. rın kılıçlanmasından bir kat da- ha öfkelenen Bursa Kadısı Ruhul- lah Efendi, maktul Şeyhislâmın cesedini , sürüklete sürüklete bir çöplüğe attırmıştır ve çırılçıplak bıraktırmıştır. Mesut Efendi de vaktiyle Bur- | sada Kadı iken —izinsiz yapılan— bir kaç kiliseyi kapstmıştı. Bu macerayı unutmıyan bir kaç sefil düşünceli adam simdi onun çöp- lükte yatan cesedi etrafında nü- mayişler yapıyorlar, çamur atıyorlardı, Ceset, bu ezi- yetlerden. ve tanınmaz bir hale geldikten sonra gömüldü (1) Çınar vakası da gelecek müsaha- bemizde hikâye olunacaktır B“i evvelâ, güzel ve te- miz bir çiçek bahçesi, sonra o bahar çiçekleri kadar temiz yüzlü genç kızcağızlar karşıladı. Siyah önlüklerinin kollarında, kırmızı kordele - lerden bandajlar vardı. B en, bu mekteplerde verilen | veda müsamerelerinde, da- ima biraz hüzün duyardım, Mek - İ tebe girerken, aile muhitinden ay- rılmakla duyduğumuz bikesliği, İ garipliği çarçabuk unuturuz. Fa - kat, diplomamızı alıp mektepten uzaklaşırken, senelerin biriktirdi- ği sicak hatıraların adım adım ar- kada kalışı, göğüslerimizin altını acı acı üşütür, Üsküdar Kız Enstitüsünün çi - çekli bahçesini dolduran o hususi telâş, içimde bu eski acıyı diriltir gibi oldu. Kolları kırmızı şeritli genç kız lar, bütün misafirleriyle birlikte, bana da oturacağım yeri gösterdi- ler. Mutlaka iyi sahneler seyretme- ğe hazırlanmış insanların arasina, ben de yerleştim. Elektrikler yavaş yavaş karar. dı. Kırmızı perdenin arasından iki sıra genç kiz çıktı, Cidâiyetle kar- şımıza sıralandılar, piyano refaka- tiyle İstiklâl marşımızı söylemeğe başladılar... Onları hepimiz ayak- ta dinledik. Yaz yağmurunu andi- ran sesleriyle İstiklâl aşkını te - rennüm eden Türk kızlarının öl » çülü ve muntazam edeları, bütün göğüsleri iftihar ve ümitle kabart- sındaki muazzam hatırasını, tek- sonra ilk söz söy- lendi. Misafirle - re teşekkür edildi, Ve 1878 sene 5 sinde teessüs eden mektebin, yüz- trdiği mütevazi bir lisanla hatır - Jatıldı. İlk temsil “Bir yalanın sonu” adında bir perdelik bir melodram- | dı Taklidi, hissi, ve ibret dersi vardı. Genç ve sanatkâr kızları - | mız, küçücük bir yalanın bir çığ | gibi nasıl birdenbire büyüyüp az - İ Rınlaştığını, bize yarım santin i - çinde, piyes müharririnin müba - lâğasını unutturacak - bir gayret ve ustalıkla gösterdiler, Ermeni modistrayı oynayan ta- lebemizle, bilhassa Parisli “lisan hocası matmazel” i oynayan genç kız, gerek taklitleri, gerek jestle- Tİ ve mimikleriyle ssde ev ve eliş- lerinde değil, sahnede de, ümit ve- rici birer “istikbal” sayılabilecek- lerini isbat ettiler!,. | — aa eve amel eni İ ŞU GARIP DÜNYA | © © emel 2,000,000 bilârde topu Talâkla rekor kazanan şehirler Bir İngiliz bi Amerika şehir- Virdo merak'ısının rinden Reno, ka- aptığı o hesaptan ı kocaların sürat- | ınlaşıldığına göre, 100 sene zarfında sütün dünyada 2 nilyon bilârdo to yu imal edilmiş tir. Malâmdür ki, bir,&il dişinden 7 bilâzdo topu yapılmaktadır. Şu hak de 2 milyon bilârdo topu için 300,000 fil dişi sarfedilmiştir. * İZiya veren madeni paralar | BA KERR VE şe Şili devleti, ya. kında — piyasaya geceleri ziya ve ren birtakım ma- deni paralar çi karacaktır. Ay. dınlık veren pa ralarla © yapılan tecrübeler çok iyi miştir. Bu sebeple Şili'de bütün ma-|de pamuktan ya- deni paralar, geceleri ziya vererle- pılıyormuş. Halihazırda Japonyada neticeler vor- rile değiştirileceklerdir. e boşanmalarıyle &kor kırmıştır. Aksine olarak; KAZ Ğİ imerikanın Slen şehri ise, süratle izdivaç etme rekoru ile şöhret bulk muştur. Salen'de yol civarlarına şu yaftalar asılmıştır: “Biz, sizin otomobilinizde nikâhi- mızı kıyacağız. Yeter ki, bir dakika otomobilinizi durdurun ve her şey tamam olacak,,, e Ağaç elbiseli Japon askreleri Çin'de © hare kâtta bulunan Ja pon askerlerinin giydikleri © üni- formalar, dörtte üç »isbetinde e ğaç ve dörtte bir a pamuk yokmuş. Eyer Ea ÜSKÜDAR KIZ ENSTİTÜSÜNDE ÜÇ SAAT Müsamerede muvaffakıyet kazanan genç kızlarımızdan ikisi Temsilde rol alan genç kızlardan ikisi iyesten sonraki tablo bir di- kiş salonunu gösteriyordu. Burada, prova yapan, biçki ve di- kişle meşgul küçük bayanları gör- dük. Pek iyi bildikleri bir işi tem- sil ettikleri bir bakışta meydana çıkıyordu: O kadar ciddi ve sakin- diler, Sonra bir del gibi ince ve içli bir talebe, misafirlere Maarif Ve- kili Hasan Âli Yücelin “Altı Ok” isimli şiiriyle, Mehmet Eminin bir manzumesini okudu. Daha sonra da, sekiz talebenin hususi kostümlerle yaptıkları çi- çekler ve bol renkli bahar dansı seyredildi. Şarkı - söyleyen genç kız, ve yalnız başına danseden ta- lebe, mektebin geniş ve tertemiz konferans salonunu © dakikalarca sarsan alkışlara eidden lâyiktılar. On beş dakikalık, istirahat es - masında, bütün seyircilerin gözle- rinde, genç kızlarımızın muvalfa- kiyetlerini seyre doyamadıklarını gösteren bir açlık okunuyordu. Per de tekrar açıldığı zaman: “Hanim şiir yazacak!" piyesini seyre baş - ladık, Bu piyeste rol alan minimini kızlar bile, rollerini Şirleyi kıs « kandırabilecek bir sevimlilikle ba- sardılar. “Yüzlerce Genç Anne «Yetiştiren Bir Mektep Hele “Palyaçonun milyonları” ve “zeybek”, dansları müssmere- daa een lezzeti büsbütün arttı N Sıra nihayet, seyirci baylâri &- zen, ve seyirci bayanları bayıltan canlı mankenlere gelmişti. Ben - ne yalan söyliyeyim - ilk perdede, işin iç yüzünü anlayamadım. Bi - rer birer sahneye gelen, ve ileri geri dolaşan kızlarımızdan, sonu - na kadar bir sürpriz bekledim. Fa- kat perde kapanırken, bilhassa se- yirci bayanların kopardıkları şid. detli alkış, aklımı başıma getirdi. Teşhir edilen elbiselerin, kos « tümlerin ve tuvaletlerin gerek renk, gerek biçim, gerek gusto iti- bariyle Paris modellerinden hiç te farklı olmadıklarını ben bile anla- dım dersem, Üsküdar Sanat Ens - titüsünden mezun olan bayanla - rimzın muvaffakıyetleri hakkında bir fikir vermiş sayılırım sanırım. Orada bulunan en müşkülpe - sent ve en şık bayanlar bile, bü sözümü mübaliğah bulamayacak - lardır kanaatindeyim; Çünkü hep- sinin, hayranlıkları ve imrenişleri, gözlerinden kolaylıkla okunuyor - du. Perde son defa sonra, siyah mektep önlü; bediyen çıkaracak olan mezün gen kızlardan birisi, titrek bir sesle veda müsameresinin bittiğini ha- ber verdi. » erkes gibi ben de, mektebi ümit ve kederle terkettim Ümit ediyordum: Zira, bu şerait i- çinde yetişmiş bir genç kızın: içi- ne greceği her cemiyete faydalı o- lacağından emindim. Kederliydim- Çünkü, buradan çıkıp hayata atılmağa, kendi emek lerinin karşılığı ile yaşamağa, hat- tâ belki de, ihtiyar bir anneyi, ve- ya küçük bir hemşireyi, hulâsa, yakın bir “can” ıda © yaşatmağa mecbur olacak genç kızlarımızın, mektep kapısı (Oönünde ne kadar yalnız... Yapyalnız, ve hayatla bo- ğaz boğaza kalacaklarızı düşünü « yordum. Hiç bir yerden, hiç bir içtimai ve iktisadi yardım bulamıyacak, hattâ en küçük bir meslek birliği ne bile güvenemeden hayata katı- (Devamı 10 uncuda)