—— 20.4-979 —— 30 Nisan 1639 IT AN ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi 1400 Ke, “ 1 Sene < 2800 Kr xe” Ay 1500” 4 " 3 Ay se " 180 m 1 Ay s " Milletlerarası posta ittihadına dahil gimiyan memleketler için abone bodeli müddet sırssiyle 30, 16, 9, 38 liradır. Abone bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk Il ilâvesi lâzımdır. Adliye Binasına pe htiyaç Var I stanbul Adilye binası Yanalı üç seneden fazla bir zaman oldu- ğu halde, bugün adliyemiz hâlâ pos- tane binasında mülteci vaziyette ya- Şamuktadır. Günde binlerce insanın girip çıktığı bu binaya, işiniz olup da Uğramışsanız, adliye makinesinin o- tada ne gayri müsait şartlar içinde işlediğini görmüşsünüzdür. Mahkemeler, sokak ortasında ça: işiyor gibidir, Ayni oda içinde iki üç muhakemenin birden görüldüğü, gü- rültü, ve kalabalık içinde bâkimleri- mizin ıztırap içinde çalıştığı bu dar Yerde adaletin heybetinden eser kal mamıştır, Bina pisleşmiş, bir çok yer» katlarla dolu olan koridorlar sigara, dumanından bir kahvehane manza - rası almıştır, Adliyemizi bu acıklı kurtarmak lâzımdır. Adliye sarayının inşası için Jâ - zim olan para hazırlanmış, plânı ya- pılmış, hattâ yeri de taayyün etmiş tir. Bazı mülâhazalarla seçilen yer muvafık görülmüyorsa, başka bir yer bulmak, veyahut asari atika müte « hassıslarının ileri sürdükleri mah - zurları bertaraf ederek seçilen yerde derhal inşaata başlamak © zarureti vardır, Çünkü adliyemizin bugünkü —vaziyadi a * Neşriyat Kongresi e İstanbulda Ankara caddesi boşa» nıyor. Bütün kitapçılar, gazeteciler, mecmuacılar, matbaacılar, romancı - lar, muharrirler ve O münevverler, Ankarada açılacak neşriyat kongre- sine gidiyorlar, ? Mayısta Ankarada açıleak olan neşriyat kongresi, (memleketimizin beşriyat ve fikir hayatında yeni bir devrin başlangıcı olabilir. Çünkü bu kongrede fikir hayatımızı alâkadar *den bütün meseleler, en salâhiyet - tar kimseler tarafından O tetkik ye münakaşa edilecektir. Neşriyat kongresinden umduğu - muz en büyük netice neşriyatımızı plânlı bir hale sokmak, ve bugünkü Mübali vaziyetten kurtarmaktır, Memleketin en ziyade muhtaç ol- duğu en kıymetli eserlerle kültür ha. yatımızı zenginleştirebilmek için böy Te plânlı bir çalışmaya şiddetle Ihti- yaç vardır, Kitapçılarımızın ve münevverle. rimizin bu hususta Vekâleti teşeb - büsüne azami derecede DA — Sİrgemiyeceğine emniyetimiz ir, Bu sebeple neşriyat kongresinin müsbet eserler verecek surette çalı- şabileceğine emniyetimiz — vardır. Kongre, neşriyatımızı topallaştıran bütün engelleri ortadan kaldırabilir. İstikbal için yeni bir ufuk açabilir. Kongreye iştirak eden bütün ar- kadaşlara ve bilhassa (o memleketin bütün münevverlerini bir araya top- lamayı temin eden Maarif Vekilimi- ze muvaffakıyetler dileriz. ———.. —— Yeni İnhisarlar Kadrosu Bir haftadanberi Ankarada bulu- nan inhisarlar umum müdürü Adnan Halet Taşpmar şehrimize dönmüş- tür. Umum Müdür Ankarada idare- nin yeni kadrosu işleriyle meşgul ol- muştur, Yeni kadro Hazirandan iti baren tatbik edilecektir. —— ——— Maydosta Bir Ceset Msydos, (TAN) — Denizden bir ceset çıkarılmıştır. Bir ay evvel bo- Bulmuş, otuz yaşlarında bir gemici olduğu anlaşılmış, hüviyeti tesbit 0- lunamamıştır. vaziyetten İerde camlar kırılmış, davacı ve avu-| * TAN HAFTANIN MÜSAHABESİ 1939 Yılının Diplomatik Bir Remzi: Şemsiye undan bir kaç sene ev- vel makalemin başına şu okuduğunuz başlığı koysay - dım ona politik bir mana ver mek kimsenin hatır ve haya- linden geçmezdi; kimse de- *mezdi ki: — Hab. işte yine siyasi bir yazı! Yine harp ve sulh me - selesi! Muharrir, - anlaşılan, ' İngiliz politikasından dem vu racak! Şemsiye denilen ve eskiden an- cak havanın neşeli veyâ somurt - kan çehresiyle alâkadar bulunan bu basit, fakat pratik âlete yirmin- di asır bir politik mefhum ekledi; onu 1939 senesinin diplomatik bir remzi beline getirdi: Chamber - lain'in şemsiyesi üzerine yapılmış kaç karikatür gördük? İngilizlerin kabalık içindeki yüksek zarafetine nümune teşkil eden bu şemsiye kâh totaliter devletler tarafından kopan sağnağa karşı açılmıştır; kâh üstünde “sulh” yazılıdır, son- Ta rüzgürdan dönmüş, “harp” ya- sında zeytin dalı ile orta Avrupa yolunu tutmuştur; kâh kumaşı sıy- rılmış, sadece çelik iskeleti kalmış- tır; kâh altına Fransa ve yedi cü- ce boyunda bir sürü küçük dev - Jetler sığınmıştır; kâh hudut işa- reti olarak evvelâ Ren, sirasi; Avusturya, Çekoslovakya, Polon - ya, Romanya sınırlarına dikilmiş, fakat hiç birinde dikiş tutturama- mıştır, 8 e f u şemsiye karikatürlere bâ - zen harbiye, bazen sulhiye, bazı kere iltifat, bazı kere tehdit, ekseriya komik, her zaman senbo- liktir. Yarın ya harp, ya sulh mü- zesinde yer alacaktır; pek muhte- meldir ki, zafer, az İhtimali var ki hezimet abidelerinde mevki tuta - caktır, O şemsiye, belki, eihangirlik hevesine düşen yeni Dahhaklara karşı modern Kâvenin açtığı bir Direviş, bir bayraktır. Dahhek her gün iki delikanlının taze taze bey- nini yermiş... Mektepte bunu 0 - kuttukları gündenberi sofrada ko- yun beyni haşlamasiyle salatasını ne zaman görsem tarihi anarak öğürtümü güç zaptederim. Ne de - peçe ibret verici de olsa iştiha ke- secek böyle yamyamea derslerin aleyhindeyim. Sultan Aziz için bir oturuşta bir kuzu yer derlerdi... Afiyet olsun, böylesine kim ne der amma mübarek de her O kuzuyu, yaptırdığı bir ayrı sarayda fazla tetimmatı ile yerdi; her kuzu bir vilâyet bütçesine mal olurdu. Gelelim şemsiyeye: “ İngiliz Başvekili bir (sebeple şemsiyesini toparlayıp siyaset sah- pesinden rolünü bitirmeden çeki « ip giderse kendinden İazla şemsi. yesinin yeri boş kalacak gözler şem siyesini arayacaktır. (o Dünyadan manasızlığı içinde belâgatli, tuhaf olduğu kadar ciddi, Fransız tür - kücülerine ve cihan karikatürist » lerine sermaye, alıştığımız, hoşlan- Yazan: REFİK HALID dığımız, güldüğümüz, sinirlendiği. miz bir şey, şümullü bir o sembol eksilecektir. Dahası var: Bu şemsiyeden bek- lenilen işler olamazsa bir şairi - miz: “Yazık oldu Chamberlain & fendiye!” diyecek, zalen modası geçen şemsiye büsbütün kıymet - ten düşecek, uğursuz addolunacak, alış verişi tamamen duracaktır, gz Sa SU) E“ masallardaki seyyahın a- sası kadar bu şemsiye de yirminel asrın bir kargaşalıklı dev rinde politikanın bir lüzumlu “ak- sesuvar” ı olmuştur. o Bence - ve herhalde bütün dünyaca - şemsi - ye taşımağa en az İhtiyacı olan İn- san, şüphesiz, Chamberlaindir. Zi- ra bu zet için, Londra ne kadar sis- li ve yağmurlu olsa de yine şemsi- ye kullanmağa vesile zuhur ede - mez. Sabahleyin Hariciye Nezare- tine gitmeden önce muhakkak ki balıkpazarma uğrayıp öteberi, ne vi n ve hammialı önüne. kayp.exine ve otomobile girinceye (okadarda yanındakilerin, uşak ve hademcle. rinin şemsiyesi başınm üstündedir. Hem sırtındaki halis olduğuna şüphe edemiyeceğimiz İngiliz kuma $ ve başındaki Kanada fötr, yahut Çin ipliği silindir öyle sisten, nem- den kolay kolay müteessir olamaz. O halde bu şemsiye iptilâsi nedir? emsiyenin ilk defa Çinde icat olunduğunu ve eski Mısır » Ja Asüri diyarlarında kullanıldığı" nı kitaplar yazıyor. Avrupaya on altıncı asırda gelmiş, yavaş yavaş taammüm etmiş, fakat © kauçuk yağmurluklar çoğalmea ihmale uğ ramıştır, asrımızda ise hemen he - men İstimalden sakit © olmuştur. Şurası var ki şemsiye sadece gü - neşlen ve yağmurdan korunmak &- çin taşınmazmış, iktider, o nüfuz, asalet, hükümetçilik alâmetiymiş. Anlaşılan Chamberlain şemsiye « sini bu eski manada kullanıyor: fa- kat modern ve mahviyetli davran- mak İçin açıp gezmiyor, bir sem « bol gibi yanında bulunduruyor. Diğer taraftan şemsiye, haki- katen, bir sulhperverlik, ağırbaş - ılık, ananeseverlik, hesabilik, e « fendilik İfade eder; temkinli, ihti yatlı, kendi halinde adamların .- linde daha çok görünür. Bu itibarla da İngiliz politika adamlarının meslek ve Mişvarını gösterir. Daha mühim bir nokta Blluyorum: Şemsiye sivil işareti. dir. Şemsiye ile üniforma... İşte, birbiriyle hiç bağdaşamıyan iki şe- kil! Mecburi askerlik hizmetini koymayan bir devletin başındaki zata bundan daha yaraşan alet ve işaret ne olabilir? Fakat şimdi, İn- giltere askerleşti: Başvekilinin şem siyesi de, hiç olmazsa, * sapını ve başmı değiştirmeli, ördek gagası şeklinden kurtulup bir kartal ka - fasına benzemelidir. İren Div ediniz: Şemsiye taşıyan erkekler kavgacı değildir - ler. dünyaya meydan okurcasına göğüs gerip adale ( şişirmezler, “var mı bana yan bakan?” edası- ni almazlar, O, lisan haliyle: “Is - lanmağa tahammülüm yoktur, nez le olurum!” der. Şemsiyenin dili şudur: “Ancak su serpintisine kar- şı gelebilirim!” Binaenaleyh şem- siyeli “rahotımı severim!” işareti- ni çekmiş bir tenperver, bir sulh- severdir, Bulunduğumuz spor asrında, başaçık, omuz gergin, yağmura al- dırmayarak yürüyüp gidenlerin a- Tasına karışmış bir şemsiyeli he - men hemen Hasta telâkki edilmek tehlikesine maruzdur. Öksürmesini, aksırmasını bek > lersiniz ve bacağına sımsıkı dolan- muş uzun fanle donunu görür gibi olursunuz. Sanırsınız ki hergün müneccimbaşı takvimine göz at - madan sokağa çıkmaz: Kocakarı soğuğunu, filizkoparan fırtınasını, Sittelsev'ri takip etmek ve ona gö- re giyinmek için.. Şemsiyesine gömülmüş bir ka- fa insana hep sakin sessiz, zararsız şeyler düşünüyor, hissini verir ve azıhanesini vardır: kal puslası küçük eari hesap def- teri, kurşun kalemle lâstik, baba yadigârı kapaklı saat, katran hap- ları, torununa ayak satıcısından â- ınmış cık çık öten selilvit oyun . cak! Çi MN 'odel gazetelerine bakınca ka- din kiyafetlerinin omuz baş- ları kabarık, boyunları kapalı, gö- Hüsleri plastronla ve etekleri çift jüponlu modası bana 1900 senesini hatırlatıyor, Fakat eksik olan bir şey var; Tül ve uzun şemsiyeler. Kırk şu kadar senedenberi bâyali gözü - mün önünden gitmeyen bu bük- lüm büklüm, katmer katmer şem- siyeler, kapalı iken, elinde taşım » dığı ince belli hanımın bir küçük boyda maketi gibiydi; açılınca az- man bir nevi krizanteme dönerdi. Arabaya yakışırdı, kayığa yakişır- dı; çayirlarla, bahçelerle, havuz - lar ve yahlarla, bütün güzel man- zaralarla badaşırdı. Gölgesi serin- di; yüz üzerinde dantellerin oyma- h akişleri tatlı ziya oyunları ya - pardı. Şöyle, bir tarafa öyle mi nalı eğerler, bazan örtünürler, ba- zen de, yuvasından çıkar güvercin- ler gibi boyun bükerek arasindan bir baş gösterirlerdi ki. O kadar lâtif, teması hoş, bulut gibi şeyler- di ki küçük harımefendiyi kızdı - mp bunu başına yemek bile zevkli olsa gerekti! Yi moda gazetelerinde rast- geldiğime göre kadınlar i- çin “bplivfilm” denilen yeni icat şeffaf kumaştan şemsiyeler yapıl- miş, altına girenler görülüyormuş. Eskiden fazla dikkatli erkek bakış- larından utanınca hanımlar dört kat tül şemsiyelerine gizleniverir- lerdi, Kadınların iş birliğinde er - kekleri mahcup düşürdüğü bu pra- tik ve konforlu güneş taparlık ve Sıplaklık asrına şeffaf şemsiye da- ha uygundur. Hem, apartıman pen ceresinden yağmurlu havada s0 » “DEERE ba $ınt kuşbakışı seyirden neden mah- rum kalalım? Hiş, o yırtılmaz, buruşmaz, kir. lenmez renk renk şeffaf kumaşlar- dan sadecs yağmurluk ve şemsiye değil, el çantası, hamam süngeri, pudra hupeti, çocuk donu da yap- maâğa başlamışlar. Sıra kadın ça - maşırına ve elbisesine geliyor. Ya- Şını başını alanlar, dünyadan son bir tatlı hatıra götürmek Için diş - lerini biraz daha sıkmağa baksın- lar, Gözümün önüne, binbir tuhaf hayal arasında hir de şu peri ma- salı geliyor: Şeffaf kumaştan ge - celiğini giymiş bir reçelleşmiş ka- dın şeffaf şilteli, şeffaf çarşaflı ve şeffaf yorganl: bir © şuruplaşmış karyolada mışıl mışıl uyuyor! > ine bildiğimiz dönelim: Negüsün Habeş illerinde kul - landığı iri, enli, geniş, zarafetsiz şemsiyeyi bizimkilerle kıyas edin- şemsiyelere ce şöyle düşünüyorum! © Burada minimini saksılarda beslediğimiz ve kaktüs dediğimiz dikenli cüce fidanler nasıl Afrikada kocaman kocüman, dört sdam boyu ağaçlar halini alıyorsa, zâhir, şemsiye çe- likleri de orada azmanlaşıyor. Zaten mantara benzediği ve rutubetle münasebeti olduğu için şemsiyelerde nebatatı hatırlatan bir yakınlık vardır, yapma çiçek gibi onlar da birer yapma mantar- dır, Hem şemsiye ağacının da ele sığmayan, saksıya giremeyef iri bir cinsi vardır; çadır. * Tekrar politikaya ve sulh te - mennisine gelmek lâzımsa maka - lemizi şöyle bir hayır dun ile biti- relim: Tarihe mal olan şemsiyelerden birincisi Milletler Cemiyetinden medet uman Habeş imparatoru - nunkiydi. Allah hemen Chamber. lan'inkini de çemberleme siyaseti. nin tekerlenmesinden esirgesin! 5 — geeeamamamameasasaş İ FIKRA i "Mukaddes Ateşin Tılsımı,, Yazan; Şüküfe Nihal G eçen yıl, birkaç kız, bir şeyler yazayım diye bana hatıra defte rini göndermiş, Defterde memleketin bir çok tanınmış yazıcılarının, sanat - kârlarının imzaları var, Yazmadan önce onlara bir göz gezdirdim; bep- sinin hulâsası, şu: “Hayat kisadır, çabuk geçer. E güzel günler, çocukluk günleridir. Sonra ömrün binbir acısı insan zehirler. Bugününüzün kıymeti < ni biliniz; başka mesut zaman yoktur. Dünün bedbinleri, © duygul bügünkülere aşılıyorlar; daha hiç tecrübesi olmayan genç kıza hay; bir korkulan şey halinde gösteriş: Kalemi aldım, yazmağa başla < dım: “Bayan... Söylenenlere inan; yınız; hayat, güzeldir, çocuk da © nız, genç de olsanız, ibtiyar da.. O korkunç ve çekilmez hale (gı bizleriz. Saadeti dışarda değil, içinizde a > rarsanız ancak onun tılsımlı size açılır, Başkalarından bir İ beklemeyiniz; kıymetiniz de olsa, gi. ze aldırış etmeyebilirler; siz onlara aldırış ederseniz o zaman işte bet - baht olursunuz, Ruhunuzu dinleyiniz; orada hay kıran bir ses var mı? Kalbinizi yok- layınız; orada tutuşan bir alev mı? İşte, o sesin işaret ettiği yere, © alevin aydınlattığı yola niz; bunları duydunuzsa, isteseniz de İs * temeseniz de gideceksiniz, bu, mu * kadderdir! Ne varsa o sesin işaret et tiği yerde, o alevin aydınlattığı yok dadır, Onu buluncaya kadar koşa caksiniz., 4 Koşmak... Son dakikaya kadar | bir sevgili ardında koşmak... Yana - -Jrap icinde | na e lâkin rak, kanayarak; bazı ümit, bağı wztı. her zaman y koşmak!... y Bu sevgili insan, insanlık, yur millet, sanat, çocuk, ne olursa olsun, elverir ki size bir ideal ateşi versin. Onun için ona varmak için öm rünüzün mevsimlerini saymağa kit bulamadan, çalışmak, daima lışmak!,. İşte, hakiki saadet!» . ça Volter: k “Allahın insanlara verdiği en b yük saadet, çalışma ihtiyacıdır.” di. yor, * Ne güzel! Çalışmasak, istemesek hayat tarzı manasız, bitmez eldeki bir yolculuk olur. dur, Bizde kırkına gelmeden ihtiyar - layanlar, çoktur, Bunlara içimden a- detn: “Ne ayıp!” diyeceğim geliyor. Büyük insan, kuvvetli insan hiç bir zaman ihtiyarlamaz. Dünyanın bir çok büyük adamları, alelâde in - sanların çöküp bunadığı yaşla en büyük eserlerini verdiler. Büyük Alman dahisi (Göte), seksen iki ya - şında şaheserini tamamladı. ; Buçün, © Fransanın (Valeri) si, *Jid) i 68 - 70 yaşlarındadırlar, Bizim 87 yaşında ölen Hâmidi > mizin, ölünceye kadar titrek ellerin. den kalem düşmedi, Büyük üstat, ölünceye kadar zarifliğini, genç ta- | yırlarını muhafaza etti. Çünkü, onu öyle genç, dinç yaşatan bir ideali vardı. Son yazmakta © olduğu biz dostları temize çekerdik; bir çok yerlerde o kendi yazısını oku. yamazdı. Çünkü yazarken elleri ite ii remişti, şimdi okurken de gözleri iyi seçemiyordu Biz, vezin, kafiye yar- dımı İle mısraları okuyunca: “Ha, tamam. işte, öyle yazmıştım.” diye sevinirdi, ie ğ Seksen yaşında ölen sair Levlâ, yaklaşan ölüm dakikalarına aldırış bile etmiyerek yanı başinda söyle nenbir şarkının yanlış yerlerini dü « verirdi. : zelti: İşte, yüksek sevgilerin, ideale < rİn insana hayat acılarını, ihtiyarlı - yan büyüklüğü!.. İşte mukaddes a- tesin tılsıma, Z al