k_r — 30-4-939 30 Nisan 1939 TAN ABONE BEDELİ Türkiye Ecnebi —— 1400 Kr, 1 Sene v 2800 Kr. 760 » 6 Ay 1500 ” 400 R 8 Ay s00 " 150 » 1 Ay s00 " Milletlerarası posta ittihadına dahil olmiyan memleketler için abone bedeli müddet sırasiyle 30, 16, 9, 3,5 liradır. Abone bedeli peşindir. Adres değiştirmek 25 — kuruştur. Cevap için mektuplara 10 kuruşluk Pül ilâvesi lâzımdır. ——— Adliye Binasına Şiddetle İhtiyaç Var ı stanbul Adliye binası yanalı üç seneden fazla bir zaman oldu- ğu halde, bugün adliyemiz hâlâ pos- tane binasında mülteci vaziyette ya- şamaktadır. Günde binlerce insanın girip çıktığı bu binaya, işiniz olup da Uğramışsanız, adliye makinesinin o- Tada ne gayri müsait şartlar içinde İşlediğini görmüşsünüzdür. Mahkemeler, sokak da ça- hşıyor gibidir. Ayni oda içinde iki üç muhakemenin birden görüldüğü, gü- rültü, ve kalabalık içinde hâkimleri- mizin ıztırap içinde çalıştığı bu dar yerde adaletin heybetinden eser kal Mamıştır, Bina pisleşmiş, bir çok yer- lerde camlar kırılmış, davacı ve avu- katlarla dolu olan koridorlar sigara, dumanından bir kahvehane manza - rası almıştır, Adliyemizi bu acıklı vaziyetten kurtarmak lâzımdır. Adliye sarayının inşası için lâ - zım olan para hazırlanmış, plânı ya- pılmış, hattâ yeri de taayyün etmiş- tir. Bazı mülâhazalarla seçilen yer muvafık görülmüyorsa, başka bir yer bulmak, veyahut asari atika müte - hassıslarının ileri sürdükleri mah - zurları bertaraf ederek seçilen yerde derhal inşaata başlamak — zarureti vardır. Çünkü adliyemizin bugünkü | —Yaziyeti artık daha fazla hbeklemağı ——— —— Ç c02x<oco TAN (HAFTANIN MÜSA ) HABESİ | 1939 yılının Diplomatik Bir emzi: Şemsiye Yazan: REFİK HALID undan bir kaç sene ev- vel makalemin başına şu okuduğunuz başhğ koysay - dım ona politik bir mana ver mek kimsenin hatır ve haya- linden geçmezdi; kimse de- 'mezdi ki: — Hah, işte yine siyasi bir yazı! Yine harp ve sulh me - selesi! Muharrir, İngiliz politikasından dem vu .racak! : Ti Şemsiye denilen ve eskiden an- cak havanın neşeli veya somurt - kan çehresiyle alâkadar bulunan bu basit, fakat pratik âlete yirmin- ci asır bir politik mefhum ekledi; onu 1939 senesinin diplomatik bir remzi haline getirdi: - Chamber - lain'in şemsiyesi üzerine yapılmış kaç karikatür gördük? İngilizlerin kabalık içindeki yüksek zarafetine nümuüne teşkil eden bu şemsiye kâh totaliter devletler tarafından kopan sağnağa karşı açılmıştır; kâh üstünde “sulh” yazılıdır, son- ra rüzgârdan dönmüş, “harp” ya- < ü Neşriyat Kongresi e L — c L İstanbulda Ankara caddesi boşa- nıyor. Bütün kitapçılar, gazeteciler, lar, muharrirler ve münevverler, Ankarada açılacak neşriyat kongre- sine gidiyorlar. 2 Mayısta Ankarada açılcak olan neşriyat kongresi, —memleketimizin neşriyat ve fikir hayatında yeni bir devrin başlangıcı olabilir; Çünkü bu kongrede fikir hayatımızı alâkadar eden bütün meseleler, en salâhiyet - tar kimseler tarafından — tetkik yve münakaşa edilecektir. Neşriyat kongresinden umduğu - muz en büyük netice neşriyatımızı plânlı bir hale sokmak, ve bugünkü lâübali vaziyetten kurtarmaktır, Memleketin en ziyade muhtaç ol- duğu en kıymetli eserlerle kültür ha- yatımızı zenginleştirebilmek için böy le plânlı bir çalışmaya şiddetle ihti- yaç vardır, Kitapçılarımızın ve münevverle- hul P vıalAınteşeh_ azami d d & sirgemiyeceğine emniyetimiz vardır. Bu sebeple neşriyat kongresinin müsbet eserler verecek surette çalı- şabileceğine emniyetimiz — vardır. Kongre, neşriyatımızı - topallaştıran bütün engelleri ortadan kaldırabilir. İstikbal için yeni bir ufuk açabilir. Kongreye iştirak eden bütün ar- kadaşlara ve bilhassa — memleketin bütün münevverlerini bir araya top- lamayı temin eden Maarif Vekilimi- ze muvaffakıyetler dileriz. hit A yar Yeni İnhisarlar Kadrosu Bir haftadanberi Ankarada bulu- nan inhisarlar umum müdürü Adnan Halet Taşpmar şehrimize dönmüş- tür. Umum Müdür Ankarada idare- nin yeni kadrosu işleriyle meşgul ol- Mmuştur. Yeni kadro Hazirandan iti- baren tatbik edilecektir. ——— ——— Maydosta Bir Ceset Maydos, (TAN) — Denizden bir ceset çıkarılmıştır. Bir ay evvel bo- ğulmuş, otuz yaşlarında bir gemici olduğu anlaşılmış, hüviyeti tesbit o- lunamamıştır. sm_;n zeytin dalı ile orta Avrupa yolunu tutmuştur; kâh kumaşı sıy- rılmış, sadece çelik iskeleti kalmış- tır; kâh altına Fransa ve yedi cü- ce boyunda bir sürü küçük dev - letler sığınmıştır; kâh hudut işa- reti olarak evvelâ Ren, sırasiyle Ayvusturya, Çekoslovakya, Polon - ya, Romanya sınırlarına dikilmiş, fakat hiç birinde dikiş tutturama- mıştır, AO îü Fi 3&—“—»/% . Bu şemsiye karikatürlere bâ - zen harbiye, bazen sulhiye, bazı kere iltifat, bazı kere tehdit, ekseriya komik, her zaman senbo- liktir. Yarın ya harp, ya sulh mü- zesinde yer alacaktır; pek muhte- meldir ki, zafer, az ihtimali var ki hezimet abidelerinde mevki tuta - caktır. O şemsiye, belki, cihangirlik hevesine düşen yeni Dahhaklara karşı modern Kâvenin açtığı bir Direvfş, bir bayraktır. Dahhak her gün iki delikanlının taze taze bey- nini yermiş... Mektepte bunu o - kuttukları gündenberi sofrada ko- yun beyni haşlamasiyle salatasını ne zaman görsem tarihi anarak öğürtümü güç zaptederim. Ne de - rece ibret verici de olsa iştiha ke- secek böyle yamyamca derslerin aleyhindeyim, Sultan Aziz için bir oturuşta bir kuzu yer derlerdi..... Afiyet olsun, böylesine kim ne der amma mübarek de her — kuzuyu, yaptırdığı bir ayrı sarayda fazla tetimmatı ile yerdi; her kuzu bir vilâyet bütçesine mal olurdu. Gelelim şemsiyeye: DA İngiliz Başvekili bir sebeple şemsiyesini toparlayıp siyaset sah- inden rolünü bitirmeden çeki - lip giderse kendinden fazla şemsi- yesinin yeri boş kalacak gtğ_ıler şem siyesini arayacaktır. Dünyadan manasızlığı içinde belâgatli, tuhaf olduğu kadar ciddi, Fransız tür « kücülerine ve cihan karikatürist « lerine sermaye, alıştığımız, hoşlan- — anlaşılan, ” ş e- F M dığımız, güldüğümüz, sinirlendiği- miz bir şey, şümullü bir — sembol eksilecektir. Dahası var: Bu şemsiyeden bek- lenilen işler olamazsa bir şairi - miz: “Yazık oldu Chamberlain e- fendiye!” diyecek, zaten modası geçen şemsiye büsbütün kıymet - ten düşecek, uğursuz addolunacak, alış verişi tamamen duracaktır. İ Eski masallardaki seyyahın a- sası kadar bu şemsiye de yirminci asrın bir kargaşalıklı dev rinde politikanm bir lüzumlu “ak- sesuvar” 1 olmuştur. — Bence - ve herhalde bütün dünyaca - şemsi - ye taşımağa en az ihtiyacı olan in- san, şüphesiz, Chamberlaindir. Zi- ra bu zat için, Londra ne kadar sis- li ve yağmurlu olsa da yine şemsi- ye kullanmağa vesile zuhur ede - mez. Sabahleyin Hariciye Nezare- tine gitmeden önce muhakkak ki balıkpazarına uğrayıp öteberi, ne- vale ve nafaka düzen ve hammalı ve otomobile girinceye — kadar da yahnındakilerin, uşak ve hademele- rinin şemsiyesi başınm üstündedir: Hem sırtındaki halis olduğuna şüphe edemiyeceğimiz İngiliz kuma şı ve başındaki Kanada fötr, yahut Çin ipliği silindir öyle sisten, nem- den kolay kolay müteessir olamaz. O halde bu şemsiye iptilâsı nedir? emsiyenin ilk defa Çinde icat Ş olunduğunu ve eski Mısır - la Asüri diyarlarında kullanıldığı- nı kitaplar yazıyor. Avrupaya on altıncı asırda gelmiş, yavaş yavaş taammüm etmiş, fakat — kauçuk yağmurluklar çoğalmea ihmale uğ Tamıştır, asrımızda ise hemen he - men istimalden sakit — olmuştur. Şurası var ki şemsiye sadece gü - neşten ve yağmurdan korunmak İ- çin taşınmazmış, iktidar, nüfuz, asalet, hükümetçilik alâmetiymiş. Anlaşılan Chamberlain şemsiye - sini bu eski manada kullanıyor:; fa- kat modern ve mahviyetli davran- mak İçin açıp gezmiyor, bir sem - bol gibi yanında bulunduruyor. Diğer taraftan şemsiye, haki- katen, bir sulhperverlik, ağırbaş - lılık, ananeseverlik, hesabilik, e « fendilik ifade eder; temkinli, ihti- yatlı, kendi halinde adamların e - linde daha çok görünür. z Bu itibarla da İngiliz politika adamlarının meslek ve Mişvarını gösterir. Daha mühim - bir nokta Büuluyorum: Şemsiye sivil işareti- dir. Şemsiye ile üniforma... İşte, birbiriyle hiç bağdaşamıyan iki şe- kil! Mecburi Aaskerlik hizmetini koymayan bir devletin başındaki zata bundan daha yaraşan alet ve işaret ne olabilir? Fakat şimdi, İn- giltere askerleşti; Başvekilinin şem siyesi de, hiç olmazsa, * sapını ve başını değiştirmeli, ördek gagası şeklinden kurtulup bir kartal ka - fasına benzemelidir, 5e ,/’LXĞ D ikkat ediniz: Şemsiye taşıyan erkekler kavgacı değildir - ler. dünyvaya meydan ökurcasına göğüs gerip adale — şişirmezler, “vyar mı bana yan bakan?” edası- nı almazlar, O, lisan haliyle: “Is - lanmağa tahammülüm yoktur, nez le olurum!” der. Şemsiyenin dili şudur: “Ancak su serpintisine kar- şı gelebilirim!” Binaenaleyh şem- siyeli “rahatımı severim!” işareti- ni çekmiş bir tenperver, bir sulh- severdir. Bulunduğumuz spor asrında, başaçık, omuz gergin, yağmura al- dırmayarak yürüyüp gidenlerin a- rasına karışmış bir şemsiyeli he - men hemen Hasta telâkki edilmek tehlikesine maruzdur. Öksürmesini, aksırmasını bek < lersiniz ve bacağına sımsıkı dolan- mış uzun fanle donunu görür gibi olursunuz. Sanirsiniz ki hergün müneccimbaşı takvimine göz at - madan sokağa çıkmaz: Kocakarı soğuğunu, filizkoparan fırtınasını, Sitteiseviri takip etmek ve ona gö- re giyinmek için.. Şemsiyesine gömülmüş bir ka- fa insana hep sakin sessiz, zararsız şeyler düşünüyor, hissini verir ve yazıhanesine, evine, a, paza- par. Ceple e şunlar vardır: kal puslası, küçük cari hesap def- teri, kurşun kalemle lâstik, baba yadigârı kapaklı saat, katran hap- ları, torununa ayak satıcısından a- lımnmış cık cik öten selilvit oyun - cak! UDU odel gazetelerine bakınca ka- dın kıyafetlerinin omuz baş- ları kabarık, boyunları kapalı, gö- ğüsleri plastronla ve etekleri çift jüponlu modası bana 1900 senesini hatırlatıyor, Fakat eksik olan bir şey var: Tül ve uzun şemsiyeler. Kırk şu kadar senedenberi hayali gözü - mün önünden gitmeyen bu bük- lüm büklüm, katmer katmer şem- siyeler, kapalı iken, elinde taşın - dığı ince belli hanımın bir küçük boyda maketi gibiydi; açılınca az- man bir nevi krizanteme dönerdi. Arabaya yakışırdı, kayığa yakışır- dı; çayırlarla, bahçelerle, havuz - lar ve yalılarla, bütün güzel man- zaralarla badaşırdı. Gölgesi serin- di; yüz üzerinde dantellerin oyma- h akisleri tatlı ziya oyunları ya - pardı, Şöyle, bir tarafa öyle ma - nalı eğerler, bazan örtünürler, ba- zen de, yuvasından çıkan güvercin- ler gibi boyun bükerek arasından bir baş gösterirlerdi ki. O kadar lâtif, teması hoş, bulut gibi şeyler- di ki küçük hanımefendiyi kızdı - rıp bunu başına yemek bile zevkli olsa gerekti! Y'ne moda gazetelerinde rast- geldiğime göre kadınlar i- çin “plivfilm” denilen yeni icat şeffaf kumaştan şemsiyeler yapil- mMış, altına girenler görülüyormuş. Eskiden fazla dikkatli erkek bakış- larından utanınca hanımlar — dört kat tül şemsiyelerine gizleniverir- lerdi. Kadınların iş birliğinde er - kekleri mahcup düşürdüğü bu pra- tik ve konforlu güneş taparlık ve çıplaklık asrına şeffaf şemsiye da- ha uygundur. Hem, apartıman pen ceresinden yağmurlu havada so « şını kuşbakışı seyirden neden mah- rum kalalım? Hiş, o yırtılmaz, buruşmaz, kir- lenmez renk renk şeffaf kumaşlar- dan sadece yağmurluk ve şemsiye değil, el çantası, hamam süngeri, pudra hupeti, çocuk donu da yap- mağa başlamışlar. Sıra kadın ça - mMaşırına ve elbisesine geliyor. Ya- şını başını alanlar, dünyadan son bir tatlı hatıra götürmek için diş - lerini biraz daha sıkmağa baksın- lar. Gözümün önüne, binbir tuhaf hayal arasında bir de şu peri ma- salı geliyor: Şeffaf kumaştan ge - celiğini giymiş bir reçelleşmiş ka- dın şeffaf şilteli, şeffaf çarşaflı ve şeffaf yorganl: bir — şuruplaşmış karyolada mışıl miışil uyuyor! ine bildiğimiz dönelim: şemsiyelere Negüsün Habeş illerinde kul - landığı iri, enli, geniş, zarafetsiz şemsiyeyi bizimkilerle kıyas edin- ce şöyle düşünüyorum: — Burada minimini saksılarda beslediğimiz ve kaktüs dediğimiz dikenli cüce fidanlar nasıl Afrikada koc FT KTRSA "Mukaddes Ateşin Tılsımı ,, Yazan: Şüküfe Nihal G eçen yıl, birkaç kız, bir şeyler — yazayım diye bana hatıra defte — rini göndermiş, Defterde memleketin — bir çok tanınmış yazıcılarının, sanat - kârlarının imzaları var. Y dan önce onlara bir göz gezdirdim; lıep,—j sinin hulâsası, şu: “Hayat kisadır, çabuk geçer. En güzel günler, çocukluk günleridir. Sonra ömrün binbir acısı insant zehirler. Bugününüzün — kıymeti - ni biliniz; başka mesut zamari yoktur!..” Dünün bedbinleri, duygula bugünkülere aşılıyorlar; daha hiç bir tecrübesi olmayan genç kıza hayatı bir korkulan şey halinde gösteriyor- lar. ç ... ÇA, ni Kalemi aldım, yazmağa dım: | “Bayan..,, Söylenenlere inanma- yınız; hayat, güzeldir, çocuk da olsa- nız, genç de olsanız, ihtiyar da.. Onu korkunç ve çekilmez hale — getiren bizleriz.., Â Saadeti dışarda değil, içinizde a - rarsanız ancak onun tılsimli - kapısı size açılır. Başkalarından bir şey beklemeyiniz; kıymetiniz de olsa, si- ze aldırış etmeyebilirler; siz onlara Idırış ed iz o işte bet - baht olursunuz, A Ruhunuzu dinleyiniz; orada hay- kıran bir ses var mı? Kalbinizi yok- layınız; orada tutuşan bir alev mı? İşte, o sesin işaret - ettiği yere, | ©o alevin aydınlattığı yola gidiniz; bunları duydunuzsa, isteseniz de İs FU temeseniz de gideceksiniz, bu, mu * kadderdir! Ne varsa o sesin işaret et tiği yerde, o alevin aydınlattığı yol — dadır. Onu buluncaya kadar koşa - caksımız.. Koşmak... Son dakikaya kadar bir sevgili ardında koşmak... Yana - “bir kâdini ba- rak, kanayarak; bazı ümit, bazı ız rap içinde lâkin her zaman cosku ve imanlı koşmak, koşmak! Bu sevgili insan, insanlık, yurt » millet, sanat, çocuk, ne olursa olsun, elverir ki size bir ideal ateşi versin., Onun için ona varmak için öm - rünüzün mevsimlerini saymağa va-s kit bulamadan, çalışmak, daima lışmak!.. İşte, hakiki saadet!..” DA ça r_ı Volter: “Allahın insanlara verdiği en bü- — yük saadet, çalışma ihtiyacıdır.” di- yor, ; Ne güzel! Çalışmasak, çalışmak istemesek hayat tarzı ,4 bitmez tükenmez bir yolculuk olur- du.. Bizde kırkına gelmeden ihtiyar - layanlar, çoktur. Bunlara içimden a- deta: “Ne ayıp!” diyeceğim geliyor.A Büyük insan, kuvvetli insan hiç bir zaman ihtiyarlamaz. Dünyanın bir çok büyük adamları, alelâde İn - p sanların çöküp bunadığı — yaşlarda a) en büyük eserlerini verdiler. Büyük — Alman dahisi (Göte), seksen iki ya - şında şaheserini tamamladı. Bi Bugün, — Fransanın (Valeri) si, — *Jid) i 68 - 70 yaşlarındadırlar, Bizim 87 yaşında ölen Hâmidi - mizin, ölünceye kadar titrek elleıh_-: a| kocaman, dört adam boyu ağaçlar halini alıyorsa, zâhir, şemsiye çe- likleri de orada azmanlaşıyor. Zaten mantara benzediği ve Tutubetle münasebeti olduğu için şemsiyelerde nebatatı hatırlatan bir yakınlık vardır, yapma çiçek gibi onlar da birer yapma mantar- dır. Hem şemsiye ağacının da ele sığmayan, saksıya giremeyen iri bir cinsi vardır; çadır. » Tekrar politikaya ve sulh te - mennisine gelmek lâzımsa maka - lemizi şöyle bir hayır dua ile biti- relim: Tarihe mal olan şemsiyelerden birincisi Milletler Cemiyetinden medet uman Habeş imparatoru - nunkiydi. Allah hemen Chamber- lan'inkini de çemberleme siyaseti- nin tekerlenmesinden esirgesin! den kalem düşmedi, — Büyük üstat, ölünceye kadar zarifliğini, genç ta- vırlarını muhafaza etti. Çünkü, nnı'ı,'l öyle genç, dinç yaşatan bir ideali — vardı. Son yazmakta — olduğu piyesi biz dostları temize çekerdik; bir çok — yerlerde — kendi yazısını oku -— yamazdı. Çünkü yazarken elleri tit- remişti, şimdi okurken de gözleri iyi — seçemiyordu. Biz, vezin, kafiye yar- Ş dımı ile mısraları okuyunca: “Ha, — tamam, işte, öyle yazmıştım.” — diye — seviİnirdi, Kd Seksen yaşında ölen Şair Leylâ, — yaklaşan ölüm dakikalarına ald 3 bile etmiyerek yanı başında söyle hi nenbir şarkının yanlış yerlerini dü . zeltiverirdi, .. İşte, yüksek sevgilerin, idealle - rin insana hayat acılarını, ihtiyarlı - yan büyüklüğü!.. İşte mukaddes a- tesin tılsımı, 4 g