ürk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 12 i “Buyurun, One Düğün Bize Düşen Ardınızda Yürümektir, Küçük ik Hanıma da "Yine Görüşelim,, Demeyi Unutmayın Duçe, bütün bunları elçi beye hatırlattı ve programın Omadde madde tatbik edilmesi için izin is- tedi. Kubat, kendi dolabını çevir- mekle meşgul olduğundan bu ri. caya ciddi bir ilgi göslermedi, sade bir hay hay deyip Karakadı- ile gizli bir muhavereye girişti. İki Türk ana dillerile, fakat du- dak dudağa konuşuyorlardı. Keli- meleri yanı başlarındaki deli Ca. fere bile duyurmaktan çekiniyor. lardı, Garip olan nokta, deli Ca- ferin — tek kelimesini duyma - dan — o muhavereyi anlar gibi davranması ve arasıra Karakadı- ya göziyle, kaşiyle fikirler telkin etmesiydi. Yetmişlik deniz kur « du, bu telkinleri yaparken, diz di. ze oturduğu güzel Bafaya bir sey sezdirmemeyi de gözönünde tutu- yor ve eski Türk düğünlerini op- latmak suretile toy kızın idrâkini kendi iradesi altında bulunduru. yordu. Program işte bu vaziyette mad- de madde tatbik ediliyordu. El çil beyle hemşehrilerini eğlendir. mek yolunda her zahmet ihtiyar olunuyordu. Bir kadınların proğrama dahil olm:yan numara- ları ise gerçeklen eğlenceliydi. Venedik hazinesinin altın kitabi- ma atlarını sokmak fırsatını kaçır- mış olduklarını anlıyan bü ma - dümlar, şaraptan "üldiklari Oha ve kuvvetle, üç Türkten birinin mahrem hâtıraları arasında yer al- maya çalıştıkları için ptograma bağir oyunları kıymetsizlendire - eek hünerverlikler gösteriyorlar - dı, akla ve hayale siğmez vesile - ler bulup Elçinin, Deli Caferin, Kara Kadının kolları arasına yük- #elmeğe savaşıyorlardı. Onlar, istihzaya da tenezzül et- mekten uzak bir durumdaydılar, sadece vakur idiler, düzünelerle kadın gözünün —her çeşit sada - kayı kabule hazır— birer keşküle döndüğü ve o,kadınlardan bir ço- ğu —çeşit çeşit kelime oyunları ya- parak — aşk dileneiliğini açığa da- hi vurdukları halde elçi Kubat ta denizci Türkler de temiz bir mer- mer kayıtsızlığı içinde kendi mu- haverelerine devam ediyorlardı. Hücuma geçen kadınlar son hamlelerini dansa seklıyorlardı. Fskat Türkler, alafranga oyun bil- mediklerini : ileri sürerek raksa kalkmadıklarından © hamleler de ancak yüreklerde kaldı. Zaten va- kit te ilerlemişti, tan yeri yavaş yavsş ağarmıya başlamıştı. Kubat Çavuş bu vaziyette, meftur gö - müllere merhem (sürmek nezs- ketini gösterdi, Belindeki ku - şağa takılı kutulardan ikincisini açtı, önündeki masaya küçük çapta birçok şişeler saçtı: — Hanımlar, dedi bu şişelerde memleketimin en güzel kokuların- dan birer parça vardır, gelin, yağ- ma edin! Ve çığlıklı kısa bir lâhza içinde şi- şelerin yağma edilmesi üzerine iki elini göğsüne kavuşturarak şöyle bir tebliğ yaptı. — Gevşek davranıp, yahut be- ceriksizlik edip koku alsmıyanlar benim Konukladığım eve gelebilir. ler, diledikleri kadar koku alırlar. Şimdilik bize izin (1) Duçe, basit bir teşrifat memuru gibi yan yan yürüyerek Elçi beye yol göstermek kaygusuna düştüğü sırada Kubat Çavuş, Deli Caferle Kara Kadıya ve Bafaya döndü: — Buyurun öne düşün. Bize dü- şen ardınızda yürümektir. Fakat, sizi ve bizl saatlerdenberi nur İ - çinde yaşatan küçük hanıma da: “Yine görüşelim” demeği unut - mayalım. Hepimizin yolu ayrı a - ma ulu tanrının ne yapacağı bi mez. Ben İstanbula gideyim der - ken İngiliz adalarına düşerim, siz Fas yoluna dümen kırmışken Kıb- risa düşersiniz. Matmazel de Kor- fuya giderken İstanbula düşebilir. Bafa gülümsedi: — —Böyle bir yanlışlığındedi, vukua gelmesini temenni ederim ekselâns! Tanrı işitsin küçük hanım! Duçeyle Kubat, iki deniz kurdu- nu büyük kanalın bir köşesinde bekliyen kayıklarma kadar teşyi ettiler, oradan geri döndüler. Elçi, ertesi gece için kendilerini yemeğe davet etmek istemişti. Deli Cafer, İtalyanca olarak af diledi, “iyi rüzgür eserse yola çıkmak istedik- lerini” söyledi. Duçe, “pek çabuk, değilmi" diye söze karışmış ve on- ların hiç olmaz?s on gün daha Ve- nedikte kalmalarmı ricaya koyul muştu. Türkler kısa bir cevap ile © uzun yalvarışı kestiler, kayığa atlayıp açıkta demirli duran ge - milerine doğru yollandılar. Kürekte üç Türk denizcisi var- dı, denize duyurmadan kayığı u - çüruyorlardı. Onlarm pençelerinde kürekler, nazik bir kola dönmüştü, açılıp kapanırken okşadıkları sev- giyi bir buse kadar bile incitmi- yorlardı. Kara Kadı, büyük kana- la serpilmiş gondolların arasından süzülüp çıktıktan sonra Deli Cafe- rin omuzuna bir yumruk indirdi: — Kubat Çavuşla, dedi, neler konuştuğumuzu biliyorsun, değil mi? — Duymadım ama anladım! — Verdiğimiz kararı beyendin mi? — Beyenmeğe beyendim, lâkin ava kim sahip olacak? — Kubada kalırsa, hünkâr. Ba- na kalırsa biz! Deli Cafer, bir nebze düşündük- ten sonra sağ elini ağırağır kaldır- dı, arkadaşmın omuzuna koydu: — Hayır, dedi, Kubat ta yanlış düşünmüş, sen de. Allah nasip e « der de avı yakalarsak Manisaya götürelim. Doğacak güneş, batmak üzere olân güneşten daha hayırlı- TAN dır. Batacak güneşin ışığındaki hastalık ta caba' ei şi Baht Yolu mu, Taht Yolu mu? G alerya denilen herp gemi- lerinden biri, denize düşmüş yüzgeç ve şişman bir gövercin gi- bi Adriyatikten eilveli bir yalpa- layışla süzülüp cenuba doğru ini- yor. Deniz, sarki heyecanlı bir gö- güs, kabarıp kabarıp duruyor, t- tiz ve hırçın değil, Şu Göleryayı aş sallanan beşiğe ben - | yavaş yı zelmemiş olsa sakin bile samla- cek. Bu zararsız oynaklık gemide bulunanlara da gülüp oynamak ih- tiyacı aşılamış olmalı ki güverte düğün salonunu andırmada, Gülen gülene, oyniyan oynıyana, Bu neşenin müdürü kaptan gibi görünüyorsa da gönülüerin başka bir mihraka bağlı ve fikirlerin baş- ka bir mihraba takılı olduğu belli, (Başı 1 incide) (1) Ormanlı elçilerine Avrupa pays tahtlarında ve devlet merkezleri 144-939 Dünyanın Beynelmilel Endüstri Âlemi #1 hayranlıklır gösterildiğini cin —İnhitat devrinde P: iki elcinin yencernlarından birer ikiğer satır ahyaruz. Yirmisekiz. Çelehi Mehmet efemdi Onbeşinci TAH nesdine elçi olarak git - “Aİ vakit bötün Paris #ysğn kalkmıştı, yermi siyafetlerden sonra Kenl ava gi- deceği zaman da nur, arisin en seçme va kibar kadınlariyle at üzerinde sva gidiyor, geşit resimleri temaşa e « diyordu, Yirmisekiz Çelebi, Paris hal Kın 4 derece cezp eterişti ki herkes 0- nun şehsiyle mesrol olmayı az görerek Türk hayatını fneelemeğa de koyul - muşlardı, Ark roman kahramanları Türklerden seçiliyordu ve bütün re- manlarda korsanlardan, saraylara ka- patılmış genç carivelerden, odakklar kaçıran sipahiletden, kıskanç ağalardan Bahsolmıryordur. Çapa Markanın Erişilmez bir Kuvvet olduğunu (HORS CONCOURS ) mükâfatı vermek suretile tasdik ve kabul etmiştir. ÇAPA MARKA HUBUBAT UNLARI Sıhhatinizin yardımcı kolları Nefis Baharatı : Yemekleriniz lezzet ve iştiha kaynağıdır... Tarihi tesisi : 1915 M. NURİ ÇAPA Beşiktaş NANA Yirmisekiz Çelebinin oğlu Sait Meh- İç ve diş BASUR MEMELERİNİN £ met efendinin Parise elçi olarsk geliri İM ŞE TİTAPLARINDA, KANAMA” ,N > daha mühim « tesirler yaptı, O, *K OS LARINDA, CERAHAT- tiyatroya gitliğirden halk ta ardından 'm Me iyetrolara © doluyorlardı, Opera vee |zz LENMİŞ o FİS- Kömedi Pronsez İlâniarında (Türk im- |Ez ERDE pneatoru hazretlerinin elelsi Salt efen- B TOYU Si di hazretleri de oyunumuzu teşrifleriyle JE A» mübahi kilacaklar) müjdesi baretin gö. JB rülüyordu. Ke im > E rün Parisin en zarif Kadınları meliyem. İEEE. GTA lar, billürt Yenhirahslariyle enine boyu- JE Es na sarhoş ediyorlardı. Kadinlar Türk et İZE — çisine kirmetli hediyeler de getiriyor. | ŞIFAYI Dani A lie bir gün ona | ÇABUK TEMİN EDER » fiyenga takdim etmizti, Buram clerinde Tüzilerin nie Örn birden ziyade kadın aldığını merak denler ve meraklarını Salt Mehmet e- fendinin cevabiyle tatmin etmek isti - yerler de p#rttüyesdu. İşaret ettiğimiz vechile bunlar, Os - mar İmparatorluğunun dir ve tırnak dökülmüş, gücü kuvveti söm derece a“ zalmış bir arlana döndüğü devirdeki elçileridir. Kubad Çavuş ise Türklerin biitün efhan mükadderetin: avüçların- dü tuttukları bir devrin elçisi tdi. Me Ti Devlet Basımevi Direktörlüğünden : İkinci eksiltmesinde de isteklisi çıkmayan yeniden inşa edilecek İs- teotipi atelyemiz 18 nisan 1939 salı günü saat 15 te basımevimizde pazar- lıkla ihale edilecektir. Şartname ve diğer eksiltme evrakı direktörlüğümüzde görülebilir. İsteklilerin gerekli verikalarla o gün eksiltme saatinden önce kömisyon- da bulunmaları ve ihaleyi müteakip yatıracakları yüzde 15 Kati teminatı beraberlerinde bulundurmaları ilân olunur. (2496) Günah 1s*s:* Yazan: Kerime Nadir Durmadan bu sözleri tekrarlıyordum. Bilhassa dilimde dolaşan şu kelimelerdi: “ , , kırdığın rabı- Giy ee, Bir ye ge Bir yavrul.. Allahım bu mümkün müydü?.. Nasıl çıldıtmıyordum?.. Nasıl böyle sakin durabiliyor dum?.. Lâkin... Melân bir şüphe kalbimi kemirmekteydi Bu çocuk ya benim değilse?.. Muhtarın muhteris bakışları gözlerimin önünden gitmiyordu. Evet, her şeyi öğrenmeliydim. Piyer beni düşüncelerimle yalnız bırakmak ister gibi, hiç konuşmuyor, önüne bakorak dalgın yü- rüyordu. Kasabanın sokaklarını aheste adımlarla geçtik. Kont Voronikofun evinin kapısı önünde büyük bir araba duruyordu. Genç tayyareci derhal kolumu dürttü: — Ali Rıza Bey gelmiş. Bu iyi bir tesadüf oldu. Ben biraz ürkmüş göründüm. Yüzüme tatlı bir fütursuzlukla bakarak başını salladı: — Korkmayınız.. Sizden zerre kadar şüphelen medi.. Babamla bu noktayı etraflıca görüştük.. — Babanızla mı?. — Evet!. Bunda hayret edecek ne var?. kadar o da sizin dostunuzdur. — Teşekkür ederim.. Fakat? — Hayır. Endişe etmeyiniz. Biz baba oğul dal- ma sizin selâmetiniz için çalışacağız. Üst kattaki büyük salonda kontla Ali Rızayı kar- şı karşıya bulduk. Ikisi de bizi güler yüzle karşıla- dılar. Kont elimi sikarken: — O getedenberi bir daha görünmediniz.. Niçin hürriyetinizden istifade etmiyorsunuz?. Diyordu. AN Rıza biraz daha küskün, sitem ediyordu: — Vaadinizi tamamiyle unutmuş görünüyorsu- nuz, Beyefendi... el Her ikisine de özür diledim ve rahatsızlığımdan Benim ende mi? TEFRİKA No. 24“ bahsettim. Piyer babasına anlıyamadığım bir işaret ettikten sonra dedi ki: — Bu akşam sizi taciz etmek İstiyorduk.. Fakat, teşrifinize daha memnun olduk. Ali Riza bu sözü, işitir işitmez derhal yerinden kalktı: — O halde çok rica ederim, buyurunuz gidelim. 'Hem karım da evde yalnız kaldı. Ne kadar mem- nun olur. . Bu adam pek kibar ve nazikti, Uçümüz de kalk. tık ve birlikte kapının önündeki arabaya binerek yollandık.. On dakika sonra, kasabanın hemen hemen dışın- da denecek bir yerde villâyı andıran küçük ve za- rif bir köşkün önünde durmuştuk. Bir uşak kapıyı açlı ve bir hizmetçi kız bizi ufak, fakat pek şirin döşenmiş bir misafir salonuna aldı. Derhal sohbete koyülmuştuk. Biraz harpten, bi- faz esiretten ve garnizon hayatından anlattım. On- lar da bazı şeyler makletmekten geri dürmüyor- lardı. Fakat aradan bir saatten ziyade vakit geçtiği ve ortalık tamamiyle karardığı halde hâlâ Nüvit gö- Tünmemişti. Bunu farkeden Ali Rıza bir aralık et- rafına bakına: — Tuhaf şey.. Nüvit ne yapıyor? Biz de Iâfa dak dık.. Bir kere bakayım.. Diyerek salondan çıktı. Kont derhal bana dönmüştü. Bir şey söylemeğe davrandı; lâkin vaz geçti. Piyer güya babasınm maksadım anlatmak için yüzüme bakarak konta hi- taben dedi ki: — Halük Bey çok zayıflamış değil mi?. biraz çocukluk ettiği muhakkak!.. Ben mahçup bir tavırla gözlerimi indirdim. Kont gülümsedi: — Dünyada her ıztırap geldiği yere döner. Şi- Fakat © Hası bulunmıyan bir dert yoktur. Yalnız sabretmeli. ve di hili ğü. dme Bu sırada Ali Rıza salona . girdiği için başka bir sey. ilâve edemedi. Genç adamın canı sıkılmış gi: biydi. Kendisini koltuğa bırakarak: — Birdenbire rahatsızlanmış, dedi. Biraz evvel hiç bir şeyi yoktu. Banyo yapmış. Hafif bir tiyev- risi var... Hepimiz endişe etmiş göründük. O, itiraz edi. yor ve: — Yammızda bulunamıyacak.. Vah vah!., Ne ka- dar üzülüyorum. yordu. Kont başını adı: — Üzülmeyiniz.. Elbet geçer. Belki biraz sonra salona kadar da inebilir.. Ve birdenbire bana döne- rek ilâve etti; — Sizin biraz doktorluğunuz vardır. hastayı muayene etseydiniz... Ben itiraz etmek için ağzımı açmağa vekit bula madan, Piyer şiddetle ayağımın üstüne bastı, Çaresiz bir Haatle başımı eğdim: — Müsaade ederlerse, bir kere göreyim efendim. Ali Riza sevinçle yerinden sıçramıştı: — Buyurunuz.. Baba oğul memnun mazarlarla yüzüme bakiyor. lardı. Piyer: “Fırsatı kaçırma!,, gibilerde bir işaret etti. “Nasıl olur? İmkânı var mı?,, diyen bir dudak büküşü ve omuz silkişiyle mukabelede bulundum. Bunun üzerine önden çıkan Ali Rıza duymadön Piyer şu kelimeleri fısıldadı: — Bir randevu!.. Bir randevu temin ediniz!.. Ali Riza beni dar bir merdivenden çıkardı. İnce bir sofayı yürüdük ve bir kapının önüne geldik. Artık bende mecal kalmamıştı. Heyecan ve iztırap- tan vücudüm doğranıyordu. Genç avukat kapıyı açtı ve bana bir dakika bek- lemekliğimi söyliyerek içeri girdi. Lâkin bu bir da- kika değil, bir asır sürdü. Içeriden fısıltılar geliyor du. Nüv'din gayet yavaş, fakat sert bir lisanla” — Hayır, lüzumu yok.. İstemiyorum.. Dediğini duyuyordum. Birdenbire vücudüm #id- detli bir utançla sarsıldı. Bu riyaktrlık, bu düşkün- Tük niçindi?.. Kendimden bir anda o derece nefret »ttim ki, dizlerim kesildi ve gözlerim karardı. Hemen geri dönüyordum. Fakat kapı açıldı ve , Ali Rıza göründü: Bir kere N Ba inle. — Buyurunuz Beyefendi... Sendeliyerek oduya girdim. Etajerin üstünde ya- aan yeşil bir abajurdan dağılan bol ışık, geniş bir karyolanın beyaz örtülerini bir şafak rengine bo yuyordu.. Orta yerdeki masaya ( çarpmamak için ihtiyatlı adımlarla ilerledim. Nüvit yumuşak yastıklara yas- lanmış oturuyor ve tebessüm bile etmiyordu. Vazi- yet çök nazikti, o Ne yapacağımı, ne söyliyeceğimi bir türlü tayin edemiyordum... Bu sırada aşağı katta büyük bir gümbürtü oldu. Ağır bir cismin yere düşmesine benziyen bu sesler, Ali Rızayı telâşla odadan dışarı fırlatmıştı. Bunun, Woronikofların bir hilesi olduğunu derhal anladım ve odada yalnız kalır kalmaz, Nüvlde dönerek de- dim ki: — Hammefendi.. Sizi tekrar görmek şerefini ba- na bahşeden tesadüfe lânet etmeliyim. Zira âsude ve sakin geçen günlerim karardı, istirahatim ve ne- şem kaçtı.. Bunun sebebini aşkımın ve tatlı hayal- İerimin aydetinde aramayınız. Siz benim için ök müş, hem de şerefsiz ölmüş bir kadınsınız. Bana ıztırap veren şey, sadece iğrenç bir yakanın tahat- türüdür. Sizinle bir dakika © yalnız kalmak 5te dimse, bu hakikati bildirmek içindi... Nüvid doğrulmak istedi. Ipek göceliğinin ak tında güzel göğsü şiddetle kalkıp iniyordu. Dudâk- larında bir damla kan kalmamıştı, Pek ziyade ttre- yen bir sesle mırıldanır gibi dedi ki: — Biliyorum... Birbirimizin menfuruyuz. Bunu biliyorum. Onun için mümkün olduğu kadar seyrek görüşelim.. Hattâ hiç görüşmiyelim... — Gayret edeceğim... Karyolanın kenarına tutunmuştum. Artık bundan fazla mukavemet ve gayret gösteremezdim. Kendi kendime: “Sersem, söyliyeceklerin - bunlar mıydı?” diyordum. Ve her şeyi tamamile mahvettiğimi idrâk ederek ye'simden çıldırmak üzere bulunuyordum. Bu esnada dişarda bir ayak sesi peyda olmuştu. Gözlerimi yumdum. İşte, şu karyolada yatan kadın benim çılgınca sevdiğim karımdı. İşte ben onun ya- nında, hem pek yakınında duruyordum. İşte yine eskisi gibi birbirimize hitap ediyorduk., Lâkin... (Devamı var) din ilki ç